Subscribe:

Ads 468x60px

MS İN KADINLAR ÜZERİNDEKİ PSİKOLOJİK ETKİLERİ

MS’İN KADINLAR ÜZERİNDEKİ PSİKOLOJİK ETKİLERİ

Kadın olmak, insan olmanın en yüce değeri olsa gerek. Can vermek, beslemek, büyütmek, geliştirmek canından can kanından kan vermek, bilinen en büyük mucizenin baş aktörü olmak sanırım insan üst kimliğimizin en önemli yapıtaşıdır. Sadece doğurmak mı sanırız mucizeyi? Düşünün bir, aile, vicdan etik, estetik, nezaket, tebessüm, aşk… Bütün bu kavramlara anlam katan temel değer nedir? Eğer insan değer yaratan tek canlıysa bunun en önemli kahramanı kadındır .

Bakmayın kültürümüzün ataerkil göründüğüne, tarifi anayol diye yapar, dilimizi anadil diye söyleriz, cenneti anaların ayağının altına sereriz. Ana karadan ana yurda değin ana ile yaşar ana ile ölürüz. Canımız acıdığında anne der, bir Allah’ın adını bir de anamızın adını düşürmeyiz dilimizden. Ana gibi yar olmaz der, bir tek yardan ayrılığa dayanamayız.

Kadın olmak zor olmalı, bunca yükü taşımak, bunca değeri kuşaktan kuşağa aktarmak zor, gerçekten zor olmalı… Bir de dayatmalar, kısıtlamalar, en hafifinden mahalle baskısına maruz kalmak, ama yine de her anı duyumsayarak yaşamak gerçekten zor olmalı…

Yere tüküren kadın gördünüz mü? Ya tükürdükten sonra üstüne basan, mikropları öldürmek istercesine ezen kadın gördünüz mü? Ya da yerlere çöp atan, kırmızı ışıkta geçen? Sanırım gördüyseniz de bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardır.

Peki, neden böyle? Tesadüf mü? Yazgı mı?
Yoksa bu durumun sosyalleşme becerimizle daha doğrusu sosyalleşme süreçlerimizle ilgisi var mı? Bütün duygusal özelliklerine rağmen hayatı daha çok duygularıyla sürdürmeye çalışırken nasıl olur da kurallara uyma, gerçeği test etme, nerede-nasıl davranması gerektiğini bilme gibi gelişmiş rasyonel yetenekler bir arada sürdürülebilir? Aslında bunu anlamak hiç de zor değil. Gelişimimizin daha ilk yıllarından itibaren kurallar kadınlarımız için çok daha sert ve tavizsiz uygulanır. Henüz dört yaşındaki bir kız çocuğunun etek boyu, ya da sakız çiğnemesi, biraz ilerleyen yaşlarında yalnız sokağa çıkması, sinemaya gitmesi, kafede yalnız vakit geçirmesi, spor yapması, oturması, kalkması, gülmesi, sevinmesi, üzülmesi vs… kabaca her şeyi büyük bir gözaltında gerçekleşir. Bu gözaltı, bu sert ve tavizsiz bakış, kadınımızı kabul edilme motivasyonu ile hayata hazırlar ve ne yazıktır ki bu durum neredeyse tüm ömür devam eder gider.

Temel davranış belirleyicinin kabul görmek olduğu, onay alma üzerine kurulu bir hayatta elbette en önemli korku reddedilmek ve değersiz görülmektir. Bir kadın için ruhsal rahatsızlığın fitilini ateşleyen biliş hali, değersizlik ve yetersizlik duygusudur.

Merkezi Sinir Sistemi hastalığı olarak tarif edilen MS, söz konusu kadın olunca merkezi değersizlik ve merkezi yetersizlik hastalığına dönüşmektedir. Yani bir sağlık sorunu olmaktan çıkıp, ciddi bir toplumsal soruna dönüşmektedir.

Önemli bir sağlık sorunu olan  MS kadın psikolojisini ve toplumsal rollerini nasıl etkiler?

MS bağımsızlık ve yeterliliği tehdit eden nitelikleri itibari ile kadınların fiziksel ve psikolojik sağlığı üzerinde önemli etkilere sahiptir.

Aile yaşamından, eğitim yaşamına, cinsel sağlıktan, ruhsal sağlığa kadar geniş bir yelpazede etkilenme söz konusudur. Bu duruma MS’in seyri gereği organik değişimler sebep olduğu gibi, durumun algılanışı ve baş edebilme yöntemlerinin etkisi de kaçınılmazdır.

MS’in kadınlar tarafından algılanışı, MS seyri üzerinde etkili olduğu gibi, diğer toplumsal rolleri üzerinde de etkilidir. MS tanısı sonrasında kadınlarda gelişen birincil psikolojik tepkilere göz atacak olursak “Neden ben, suçum neydi ?” gibi soruların ardından, öfke, huzursuzluk, uykusuzluk, iştah kaybı, sık ağlama, korku, alınganlık, aşırı duygusal hassasiyet, kaygı ve depresyon olduğunu görürüz. Özellikle ilk tanı sonrası hastalık ile ilgili bilgi arayışı sırasında karşılaşılan yalan yanlış bilgiler, kötü örneklerin abartılı olarak gözlerine sokulurcasına teşhir edilmesi gibi olumsuzluklar, kafa karışıklığını iyice artırmakta ve durumu olduğundan daha belirsiz ve dramatik kılmaktadır.

Aslında olan, fiziksel bir sağlık sorununun temel korkularımızı, çatışmalarımızı tetiklemesinden başka bir şey değildir. En dipte yer alan onay almama/reddedilme korkusu, mevcut rollerini sürdürememe korkusuna dönüşerek kişinin bütünlüğünü tehdit etmektedir.

“Anne olabilecek miyim? Evlenebilecek miyim? Eşime, nişanlıma bunu söylemeli miyim? İşyerimi haberdar etmeli miyim? Çocuğum için yeterli olabilecek miyim?” gibi sık sorulan soruların yanı sıra beden imajının korunması, estetik kaygılar ve peşi sıra fonksiyonel kaygılar ikincil sorular arasındaki yerini almaktadır. Sorulardan da anlaşıldığı üzere temel sorun reddedilme, değersizlik ve yetersizlik korkusudur.

Bu sorulara verilen kişisel yanıtlar ise hastalığın seyri ve genel psikolojik sağlımız üzerinde son derece etkilidir.

Ne yapmalı Nasıl yapmalı?
Öncelikle tedavinizi mutlaka ama mutlaka MS konusunda gelişmiş bir merkezde sürdürün. Ülkemizde son derece gelişmiş MS merkezleri vardır.

Bilgi kaynaklarınızı gözden geçirin, ilk ve en önemli bilgi kaynağınız hekiminiz olmalı, ardından MS dernekleri, MS eğitim hemşireleri ve güvenilir objektif bilgiler sunan internet siteleri olabilir. Ancak her ne olursa olsun tedavi öneren herhangi bir web sitesine ya da internet kaynağına güvenerek tedavi sürecini değiştirmeyin ve mutlaka hekiminize danışın.

Alternatif tıp önerilerine ihtiyatla yaklaşın ve hekiminize danışmadan herhangi bir uygulamayı denemeyin. Unutmayın belirsizliği abartarak istismar edilebilirsiniz, oysa MS artık 30 yıl öncesi gibi belirsizlik içermemekte ve önemli ölçüde kontrol altına alınabilmektedir.

Mutlaka size en yakın MS Derneği ile irtibata geçin. Bu size sağlıklı/doğru bilgi kazandıracağı gibi yalnız olmadığınızı da hissettirecektir. Unutmayın, dünyada üç milyona yakın MS hastası yaşamaktadır.

Vücudunuzdaki olağandışı gelişmeleri not edin ve hekiminizi bu konuda bilgilendirin.

Günlük hareket miktarını kademeli olarak artırın, ancak yorulduğunuzda mutlaka mola verin ve ısrarcı olmayın.

Hekiminizle cinsel sağlığınız dahil her şeyi konuşun ve neler yapabileceğinizi öğrenmeye çalışın.

Sizden görece daha iyi durumda MS hastaları olabileceği gibi daha kötü MS hastaları da olabilir, bu konuda kıyaslama yapmaktan kaçının.

Öncelikle MS bir sağlık sorunudur ve her yaşta herkesin başına gelebilir, size özel geliştirilmiş bir ceza değildir. Bu yüzden cezalandırılmış olma düşüncesi yerine, nasıl baş edebileceğiniz konusunda kendi potansiyelinizi ortaya çıkarmaya çalışın.

Mevcut rollerinizi sürdürebilmek için eşinizle, ailenizle durumu paylaşıp MS konusunda gerçekçi bilgiler sunarak MS hakkındaki yanlış kanaatlerin önüne geçmeye çalışın.

Özellikle güçlü olan özelliklerinizi sürekli korumaya çalışın.

Tedavi disiplinine sadık kalmaya çalışın. MS, tıptaki gelişmelere paralel olarak önemli ölçüde kontrol edilebilir bir hastalıktır. Tüm dünyada MS alanındaki çalışmalar, büyük maddi yatırımlarla devam etmektedir.

Kendinizi mutlaka ifade edin ve kendinize güvenin. Gerçekleştirebileceğiniz hedefler koyarak gerçekçi olun. Kendinizi hayal kırıklığından koruyun ve asla kendinize acıyarak bakmayın, öz bakımınızı asla ihmal etmeyin.

Meditasyon ve yoga tekniklerini kullanarak stresi kontrol etmeye çalışın. Bu konuda MS derneklerinden yardım alabilirsiniz.

Evet, MS kadınların zor olan hayatlarını bir parça daha zorlaştırmaktadır, ancak asla baş edilemez değildir. Öncelikle Multipl Skleroz’in mevcut korkularımızı tetiklemesine izin vermeden kendimize, ailemize, eşimize ve hekimlerimize güvenerek asla umudumuzu kaybetmeyelim; çünkü umut her şeydir…

Psikolog Ayhan BİNGÖL

KADINLARIN CİNSEL İSTEĞİ DALGALARA BENZER



Kadınlarda cinsel istek önce beyinde başlar. Bazı sinir yolları aracılığıyla omurilikten geçerek cinsel organlara ulaşır. Bunun sonucu tahrik olan kadınların vücudunda birtakım değişiklikler meydana gelir. Fark edilen ilk değişim, vajinalarındaki ıslanma ve klitorislerindeki kabarmadır. Bunu, cinsel etkinlik devam ettiğinde vajinanın uzaması ve genişlemesi, cinsel bölgelerindeki sinirlerin uyarılması, vajinal dokularının kalınlaşması, klitorislerinin kanla dolması ve büyümesi izler. Daha sonra meme uçları sertleşir, memeleri büyür, iç dudaklar ve klitorisleri biraz daha şişer ve renk değiştirir, dış dudaklar yanlara çekilerek birleşmeyi kolaylaştırır. Boşalmaya yakın kasılma ve terlemeleri başlar, gözleri parlaklaşır, göğüsleri daha duyarlı olur, cinsel organlarının dış ve iç bölgelerindeki kan yoğunluğu artar, ciltleri kızarır, kalp atışları hızlanır, kan basınçları yükselir ve solunumları sıklığında artış gözlenir. Boşalıncaya kadar kasları gerilir, tenlerinde giderek artan bir duyarlılık olur. Buna rağmen, kadınlar boşalmak için son bir sıçrayışa ihtiyaç duyar ve bunun için istemli olarak kaslarını kasmaları gerekir. Boşalma anında da, başta vajinalarında ve rahimlerinde olmak üzere bedenlerinde sanki bir “SİLKİNME NÖBETİ” gibi bir dizi ritmik kasılmalar olur. Kadınlarda boşalmaya “GELME” adı verilir. Bu “gelme” eylemi erkeklerdeki boşalmayla benzerlik gösterse de, erkeklerdeki gibi gözle görülür bir meni çıkışı yoktur. Zevkli bir boşalma yaşanırken, kadınlar istemsiz sesler çıkararak yüzlerindeki ifadeleri değişebilir. Son safhada tüm bedensel fonksiyonları yavaşça tekrar normale döner ve sakinleşirler. Sonuç olarak, fiziksel ve ruhsal bir doyum yaşandıkları için her türlü gerginlik ve stresten arınırlar.
Cinsel sorunların çoğu çiftlerin uyumsuzluğundan ve sağlıklı iletişim kuramamalarından kaynaklanır. Kadınlar cinselliğe karşı ilgisizlerse, sevişmekten kaçınabilir ya da ye­terince uyarılmadıkları için cinsel ilişki­nin acı verdiğinden yakınabilirler. Bu durumda erkeler, onları nasıl uyaracaklarını bilemez ve bu nedenle, kendilerini başarısız hisse­debilirler. Erkeklerin “elektrik ampulleri” gibi hemen yandıkları ve seks yapmaya hazır hale geldikleri, kadın­ların ise “ütü” gibi yavaş yavaş ısındıkları ve geç uyarıldıkları söylenir. Bu genelleme çoğu zaman doğrudur. Bir başka genelleme ise kadınların cinsel istekleri için yapılır: “Kadınların cinsel istekleri dalgalara benzer...”
Kadınlar sevildiklerini ve değerli olduklarını bir erkeğin gözlerinde, sözlerinde ve davranışlarında gördüklerinde veya hissettiklerinde, hem kendilerine verdikleri değer hem de, cinsel istekleri tıpkı dalgalar gibi önce yükselir daha sonra yavaşça alçalır ve azalır… Diğer bir değişle, kendilerini gerçekten iyi hissettiklerinde cinsel açıdan zirveye çıkarlar ama birdenbire ruh halleri değişince dalgalar gibi dibe vurabilir, yani cinsel istekleri azalabilir. Ancak bu düşüş geçicidir. Dibe vurduktan sonra aniden ruh halleri yine değişebilir ve kendilerini yine iyi hissedebilirler. Bu durum da, otomatik olarak dalgalarının yükselmesine işarettir. “Bazen dibe vurmak gerekir yükselmek için...”
Kadınların dalgaları yükselirken verecekleri bolca sevgileri, erotizmleri ve cinsel istekleri vardır. Ancak düşerken kendi içlerindeki derin boşluğu hissederler ve bu nedenle,  koşulsuz bir sevgiyle doldurulmasını ister, oldukları gibi kabul edilmeyi beklerler. Bu dibe vurma aynı zamanda kadınlar için “DUYGUSAL ARINMA” zamanıdır. Eğer kadınlar olumsuz duygularını bastırmış ya da geçmiş çocukluk yaşantılarında duygusal ve fiziksel travmalara maruz kalmışlarsa, iniş dönemlerinde geçmiş travmalarını tekrar etmeye, olumsuz duygularıyla beraber tatmin olmamış gereksinmelerini yeniden hissetmeye ve hissettirmeye başlar. Geçmiş hep tekrar eder… Mekânlar değişir, zaman değişir, oyuncular değişir ama roller hep aynı kalır! Bu süreçte sorunlarından bahsetme ve seslerinin duyulup anlaşılması gibi ihtiyaçlarının yanı sıra sevilmek, ilgilenilmek, anlaşılmak, konuşmak ve saygı görmek gibi doğalarına özgü gereksinimlerinin de karşılanmasını beklerler. Çünkü kadınlar, kendilerini dinleyen ve anlayan, sahiplenme duygusu olan, dokunarak ve bakarak sevgilerini ifade eden anlayışlı erkekler isterler. Kadınların kendilerinin yenilgiye uğradıklarını düşündükleri ve savaşamayacak kadar aciz kaldıkları tek şey kendilerini değersiz hissetmeleridir. İşte size kilit noktası; kadınlar çoğu kez değerli ve sevilmeye layık olduklarını hissetmek isterler! Bunu hissettirebilmek için erkekler kadınların gururunu okşamalı, her akşam en az yarım saat ellerini tutup, gözlerinin içine bakarak sadece onları dinlemeli ve anladıklarını göstermeli, şefkatli olmalı ve her daim arkalarında olduklarını hissettirmelidirler.
Kadınların dalgalanıp durulmaları tıpkı “DİPSİZ VE KARANLIK BİR KUYUYA DÜŞME” deneyimi gibidir. Kadınlar kuyularına indiklerinde farkında olmadan kendi bilinçdışlarına, terk edilme ve reddedilme gibi duygular içeren geçmiş travmalarına, karanlık ve karmakarışık duygularının içine çekilmiş olurlar. Dolayısıyla, birdenbire bir sürü belirsiz duygular yaşamaya başlayabilirler. Yapayalnız veya terk edilmiş olduklarını ya da hiç desteklenmediklerini düşünerek umutsuzluğa ve çaresizliğe kapılabilirler. Kadınlar kuyuya düştüklerinde, içlerindeki hassas küçük kız, eski duygularıyla bağlantıya geçer, birdenbire, tıpkı çocukluklarındaki gibi algılarlar hayatı ve erkekleri… Örneğin sanki babası onlara zaman ayıramayacak kadar meşgul olduğunda hissettiklerini yeniden hissetmeye başlarlar. Eski, çözümlenmemiş öfke ve güçsüzlük duygularıyla bağlantıya geçerler. Eğer hissettikleri acıyı paylaşma ve inceleme şansları olursa daha derin duyguları da su yüzüne çıkabilir. Böylece dibe vurup sonra kendilerini çok daha iyi hissederler, yakınlığa ve içtenliğe güvenmeyi öğrenirler. Kadınlar üzüntülü, heyecanlı, kafası karışık, bitkin ya da umutsuz olduklarında yalnız olmadıklarını hissetmek ister, koşulsuz sevgi ve saygı arar, duygularını paylaşmayı, anlayış ve değer görmeyi arzular ama en çok kendilerini dinleyecek birine ihtiyaç duyarlar. Bu nedenle, dibe eriştikten hemen sonra, sevildiklerini, değerli olduklarını ve desteklendiklerini hissederlerse, otomatik olarak ruh halleri zamanla iyileşir. Hatta düşme eylemi kadar hızlı bir şekilde kendiliğinden yükselir, yeniden ilişkilerinde sevgiyle ışımaya ve cinsel istek duymaya başlayabilirler.
Kadınların yakın ilişkilerinde sevgi verme ve alma yetenekleri genelde kendilerini nasıl gördüklerinin bir yansımasıdır. Kendilerini iyi bulmadıkları veya beğenmedikleri zamanlar, partnerlerine karşı cinsel istek duyamaz, hoşgörülü ve olumlu olamazlar. Dalgaları dibe vurduğunda yorgun, bezgin ya da duygusal açıdan çok tepkili olur, kendilerini daha zayıf ve daha fazla sevgiye ihtiyaç duyar bir halde bulurlar. Erkeklerin bu dönemlerde kadınların duygusal gereksinmelerini anlamaları ve seks yapmak için onları zorlamamaları çok önemlidir. Çünkü cinsel isteksizliğin çözümünde kadınların kendi bedenlerini tanımaları ve cinsel fanteziler kurmaları kadar partnerleriyle sağlıklı bir iletişim içinde olmaları ve ilişkilerini flört havasına sokmaları da büyük önem taşır. Kendini sevmeyen bir kadının cinsellikten zevk alması veya cinsel olarak istekli olması mümkün değildir.
Cinsel isteksizliği olan kadınların öncelikle kendi vücutlarını ve cinsel organlarını tanımalarına yönelik aşk oyunlarıyla cinselliklerini yeniden keşfetmeleri gerekiyor. Çift olarak, erotik masaj ile duygulanımlarını arttırdıktan sonra, nelerden hoşlandıklarını veya hoşlanmadıklarını paylaşarak cinsel yaşamlarında iyileşme sağlayabilirler. Kadınların haftada en az üç kez cinselliği düşünmeleri, erotik kitaplar okuyarak, erotik filmler izleyerek ve erotik fanteziler kurarak cinselliğe olan ilgilerini arttırmaları, partneriyle yaşadıkları kışkırtıcı ve güzel deneyimleri hatırlamaları içlerinde cinselliği yeniden yaşama arzusunu uyandırabiliyor.
Sonuç olarak, kadınlar cinselliklerini, aşkı ve hayatı ertelememeli, şu an ve şimdiyi hakkıyla yaşamalı, zamanın, hayatın, cinselliğin ve aşkın içinden bir şeyler kurtarmalı, huzuru kendi içlerinde, yüreklerinde bulmalıdır. Bir yerlerde tıkanıp kaldıklarında ve cinsel isteksizlik yaşadıklarında, yüzlerini doğaya dönmeli, severek üretmeli, yüreklerini ferahlatacak yeni yollar seçmeli, yeni cinsel tekniklerle tanışmalı ve yeni keşifler yapmalılardır. Hep hayalini kurup “Zamanı gelince yaparım!” diye erteledikleri ne varsa gerçekleştirmeyi denemelilerdir. Çünkü yeni şeyler yapmak ve severek üretmek ruha şifa verir…

Türk Milli futbol takımı neden başarısız?

Milli futbol takımımız uluslar arası arenada neden başarısız ?

Futbol kulüplerimiz ve Milli takımımızın uluslar arası arena da yarım yüzyılı aşkın zamandır mücade etmesine karşın malesef istenilen başarı çizgisini birtürlü yakalayamamaktadır.Sorun nerede ve ne yapılabilir?

Öncelikle başarı kriterleri nelerdir?
Maddi yatırım fazlası ile var,tesisleşme son yirmi yılda ciddi mesafe kat edildi,trübün desteği fazlası ile var,yetenek fazlasıyla var,kamuoyu ilgisi fazlasıyla var  peki sorun nerede?

Sorunun cevabını almak için kısaca başarı olduğumuz  diğer spor dallarına bakalım yada futbol gibi başarıız olduğumuz bir kaç spor dalını yakından inceleyelim

Milli takımlar düzeyin başarılı olduğumuz spor dalları ; erkek basketbol ,kadın voleybol,bireysel sporlarda Güreş takımı,Taekwando ve yakın geçmişe kadar Halter

Başarısız olduğumuz spor dalları,Atletizm,Yüzme,Bisiklet,Tenis,Hentnol,Jimnastik,Buz pateni

Listeye baktığımızda güreş dışında  bireysel spor alanların top yekün başarızılık sözkonusu,takım sporlarında ise kulüp düzeyinde ve milli takımlar düzeyinde basketbol ve voleybol göreci olarak  bir parça öne çıkıyor ancak bu durum geçicimi yoksa sürdürülebilirmi bunu birazda zaman gösterecek.

Özellikle temel spor disiplinlerinde ki bariz başarısızlığın spor algısı,spor felsefesi ve sporun yönetimiyle yakındanilgisi vardır.

Kanımca  Futbol alanındaki başarısızlığımız temel nedenlerinden birisi bu durumdur.Zira sporcu olarak yetişmek ile futbolcu olarak yetişmek arasında ciddi far vardır.Tabi bu durum özellikle ülkemizde çok belirgindir.
Sporun temel gerekliklerini edinmiyip yapılan ciddi madi yatırımlarla bir noktaya gelen futbolcularımız uluslar arası alandaki rakipleri ile  başedemiylar çünkü sporun temel disiplinine sahip değiller Zira futbol sadece hayal ettikleri yaşam için bir araç, .

Milli futbol takımımızın başarısızlığı ne hoca başarısızlığı nede futbolcularımızın yeteneksiz oluşlarıdır.Başarısızlığın en önemli nedeni sporcu olamayışlarıdır.Dünyanın hiç bir gelişmiş futbol ülkesinde fundamental antremanları yapılmazken sadece taktik disiplin ve başarılı ekip olma antramanları  yapılırken bizim Milli takımlarımızda temel futbol antremanları yapıyor olması durumu yeterince açıklıyor.Özellikle son yıllarda yurt dışına çıkan futbolcularımız bu durumu açıkça itiraf ediyorlar ,staretijik düşünce ,ekip oma taktik  disiplin gibi alanlarda kattetikleri mesafelerden bahsederek ciddi bir durumun altını çizmiş oluyorlar.

O halde Milli takım hocamızın yurdışı kökenli futbolcuları ısrrarla kazanmaya çalışmasını anlamak güç olmamalı sanırım içinde bulunduğu dönemi geçiş dönemi olarak görüp hızlı davranmak adına temel sporcu vasıfları kazanmış futbolcuları seçiyor.Elbette takımın tamamı bu yollaoluşturması mümkündeğil.

Diğer bir başarısızlık nedeni ise  futbol oyununun karakteristik özelliği ile türk insanının karakteristik özelliklerinin örtüşmemesidir.Futbol oyunu güç,kondüsyon,strateji,taktik,çabukluk,dayanıklık,ve bunların hepsinin yetenekli bir doğanın üzereni inşasından ibarettir.

Biz ise altı boş yetenek zemini üzerine taktik disiplin ve çabukluk katmak yerine motivasyon ,acelecilik,bolca kaos inşa ediyoruz dolayısıylade yetenek zemini erozyona uğruyor zira sistemle beslenmeyen yetenek tekbaşına başarı için yeyerli olamayacaktır.

Ne yapılmalı?
Israrla üst yapıyı düzeltmek için harcanan paralar alt yapıya harcanmalı,neyapıldığı sistemi olmayan futbol okulları yerine spor okulları kurulup ilgi yetenek ve motivasyona  göre branşlaşmalar sağlanmalı.Ancak bu şekilde spor algısını yeniden düzenleyip başarılı sporcular yetiştirebiliriz.
Aksi takdirde bu günkü spor algısıyla hiçbir branşta kalıcı başarı yakalamamız mümkün olmayacaktır,yazıkki üçtarafı deniz ülkemizde yüzücü,yelkenci,nüfüsunun %40 18 yaşın altında olan ülkemizde atlet,bisikletçi,tenisçi  yeiştiremeyeceğiz.









futbolun psikolojisi,takım tutmak?

Sabahları futbola uyanan bir coğrafyada yaşamak bu olsa gerek.Tuttuğu takımın galibiyetini gazetelerin sporsayfalarında en ince ayrıntısana kadar okumak tüm haftayı hatta gelecek haftayı hatta tüm sezonu iş yerinde, evinde ,sokakta ,otobüste arabasında yaşamak....Sanırım zaman geçirmek için üretilmiş bir hobi değil, olsa olsa varoluşa sinmiş içselleştirilmiş bir sosyal kimlik görüntüsüdür.

Fütbol sadece ülkemizde değil  Dünyanın önemli bir kısmında oynanan ve sevilen bir spor dalı.Ancak Ülkemizde oynabiçimi dahil olmak üzere yaşama biçimide dünyanın gerikalan kısmından biraz farklı ,diğer her alanda olduğu gibi ,sanatta müzikte, edebiyatta hatta yeme içme biçimimizde de olduğu gibi kendimizden bişiler katarak, hatta öyle şeyler katıyoruzki tüm dinamiklerini değiştirecek kadar farklılıştırıyoruz.

Dünyada ve Türkiyede futbolun  saha dışı aktörlerine baktığımızda diğer hiç bir spor dalında karşımıza çıkmayan ilginç benzerlikler içeren  anlaşılması zor fakat bir okadarda kolay bir manzarayla karşılaşıyoruz.Saha dışı aktörlere kısaca göz atacak olursak oligarkların  paralı şeyhlerin,mafia liderlerinin,birşekilde yasa dışı ticari alanlarda oluşturulmuş sermayelerin ,medya patronlarının,politikacaların  diye uzayan listenin bu basit sokak oyunlarına ilgisini anlamak ve bu aktörlerin ortak paydasının futbola olan ilgisini tanımlamak sanırım beni aşan farklı bir sosyo ekonomik tartışma konusunudur.Ancak henüz şeyhlerin oligarkların ve saydığımız diğer aktörlerin başka hangi spor dallarına bu denli ilgi duyacaklarını göre bileceğis sanırım kitleşelleştirilen her spor dalı mutlaka ve mutlaka endüstirileşecek ve oyun ve spor olmaktan çıkacaktır diyerek biz kendi sınırlarımıza futbolun ve takım tutmanın psikolojisine geri dönelim.

Ülkemizde yapılan araştırmalara baktığımızda 75 milyonluk nüfüsun 65 milyon kadarı futbol taraftarı .Ve bildirilen taraftar olma başlangıç yaşı doğuştan fanatik şeklinde 0yaş yani evlatlarının renklere verdiği tepkiyi taraftarlık olarak kaydeden bir kültüre doğuyo çocuklarımız.Belki ironik ama şöyle düşünün çocuk doğar sarılaciver sarı kırmızı siyahbeyaz bordo mavi renkleri gösterilir çocuk hangisine tepki verirse otakımın taraftarı olarak kimlik lendirilir .patikler önlüklr pijamalar örtüler ayakkabılar hep o renk seçilir.İşte size taraftar işte size şampiyon...

Her nekadar ironikte görülse durum bundan çok farklı değildir İlk çocukluk yıllarının temel stigmalarına baktığımızda ,yaramaz olmak,çalışkan olmak,tembel olmak ,fenerli olmak cimbomlu olmak beşiktaşlı olamak  gibi sonderece sınırlı tarifi mümkün etiketlerimiz vardır.

Çocukluğumuzun ilk sosyalleşme hamlesi ve çocuğun kendisi dışındaki dünya ile kurduğu ilk sempatik ve sempatik olduğu kadarda rekabetçi köprü Top tur.Zira çocuk çıngırakla vs ile sosyal bir köprü oluşturamaz burada önemli olan sosyalleşmenin vazgeçilmez atamu olan rekabetin sembolü olarak top denen oyuncağın çocuğun hayatına girmiş olmasıdır.

Evde  Babayla ,Anne ile Abi ile Hatta tek başınay ken bile hırsla ve coşkuyla oynanan oyun hep top ile olandır.Hatta bu bir kısım hayvanlarda bile öyledir.Kaçan bir şey ve yakalanması gerekiyor.
Hemen sonra sokak, okul  gibi sosyal arenalada top hep bir numaralı aktördür.Topu olan çocuğun arkadaşı daha çok olduğu gibi çocuk topla birlikte eşitleri arasındada sosyal iktidarında sahibi olur.

Yaş ilerler  durm değişmez her şey değişir ama bu durum değişmez ...

Ülkemiz deki futbol gelişimi ve insanlar tarafından uygulanışı yükselişi avrupa veya asya yönelmli olmaktan çok daha ziyade latin kültürüyle benzerlik gösterir.Fakir sokak aralarında gelişir ,keşf edilir tüketilir ve sonlanır fakat bu döngü hep devam eder.Avrupada ise biraz farklıdır futbol tercihtir ve okulda öğrenilir müzik sanat resim yada başka bir branş gibi.Bu yüzden Avrupada kurumsallaşması kolay Ülkemizde zordur kişseldir ve öyle kalır gerek latin gerek bizim halkımız kahraman yaratmayı ve öldürmeyi çok sever çünkü çalışmaktan ve sistamatik olmaktan çok hoşlanmaz elindede değildir içine doğduğu kültürün temel belirliyici özelliğinden sıyrılmak gerçektende kolay değildir.

Ülkemiz insanının özellikle erkek nüfusun sürdürülebilir ilgilerine hobilerine göz atacak olusak futbolun ne denli büyük bir boşluğu doldurduğunu ve nasıl bir psikolojik gereksinime karşılık geldiğini görmek hiçde zor olmayacaktır.Erkekler diyorum çünkü bu konuda kadınlarımız daha zengin bir yelpaze ve daha renkli sürdürülebir uğraşılara sahiptir.

Tüm çocukluğunu misket,topaç,top  gibi yuvarlak nesnelerin peşinde koşarak geçirmiş bir  bireyin 40 yaşına geldiğinde futbol dışında  sıkı sıkıya bağlı oldu başka bir yaşam alanın olmaması pektabiki doğaldır.Hele eşitleri ile rekabetin tek sembolü hala futbol ise bu durum neredeyse kaçınılmaz olur.Çünkü rekabet edeceği sosyalleşmenin temal atomu olan rekabetini sürdüreceği başka bir alan yoktur.Düşünün üzeleceği ,sevineceği,kızacağı kızdıracağı,ağlayacağı ,öleceği öldüreceği başka hangi alan vardır.Futbolu popüler kılan eşitler arası rekabeti sürdürülebilir kılmasıdır,

Bu durum birazda bireyin yetiştiği sosyo kültürel iklimde başkaca zihinsel olarak rekabet edeceği eşitlerinin olmamasındandır.Yani başka bir deyişle sanatta bilimde rekabet iklimi  oluşmamıştır.
Futbol çocukluğumuzda cebimize konulan ve hiç bitmeyen kendini her maç yenileyen temel sürdürülebilir yaşamsal bir uğraşı alanıdır.Başarı olsakta olmasakta tuttuğumuz takım yensede yenilsede asla bitmez sürekli harcarız.
Sloganlara baktığımızda bunu açıkça görmek mümkündür,yensende yenilsende taraftarın hepseninle,beşiktaş senbizim herşeyimizsin fenerbahçem benim biricik sevgilim,cimbombomum benim biricik sevgilim,yada çayırda buldumseni,ellere vermemseni,,,
aşkın bitmediği tek aşk futbol.................














YATAKTA HERKES KENDİ TATMİNİNDEN SORUMLUDUR

Beslenmek, su içmek ve nefes almak yaşamın bir gerekliliği, seks yapmakise ilişkinin bir gerekliliğidir. Seks yapmak görev veya bir mecburiyet değildir, zoraki yapılmamalıdır, istekle ve bazen kendiliğinden olmalıdır. Uzun süreli ilişkilerde cinsel tutkuyu sürdürmenin şifresi, duygusal açıdan karşıdaki insanla bütünleşirken kendin olarak kalabilme yeteneğidir. Bunun için kişinin kendini bir şey yapmaya mecbur hissetmemesi veya performansıyla ilgili endişe duymamasıgerekir. “Çift birbirini tatmin etmek zorunda mı?”, “Cinsel hayatın monotonlaşması kader mi?”, “Çiftin başaramama korkusundan kurtulmasının bir yolu var mı?” veyaPasif kalma modeli ile sorumluluk alma modelinin farkı nedir?” İşte bu sorulara yanıt verecek, yetersizlik ve tatmin edememe korkusuyla monotonlaşan ve tutkusunu kaybeden çiftin, birbirini aldatmasını engelleyecek, aşk ve seks hayatını yeniden hareketlendirecek ve ilişkilerindeki tutkuyu canlandıracak altın değerinde tavsiyeler…
ALDATMAYI ÖNLÜYOR!
“Başaramama korkusu”adı verilen performans anksiyetesicinsellikte çok önemlidir. Çiftin ilişkisinde kıvılcım ve cinsel tutkunun yok olmasının en önemli nedenlerinden biri başaramama, tatmin edememe, yetersiz kalma gibi düşünce ve duygulara yol açabilenperformans anksiyetesidir. Birbirini tatmin etmeye çalışan veya yeterince tatmin edemediğini düşünen çift zamanla ilişkisinin sıkıcıolduğunu düşünmeye başlayabilir, cinsellikten soğuyabilir ve zamanla erken boşalma, iktidarsızlık, cinsel isteksizlik, orgazm olamama, uyarılma bozuklukları gibi cinsel işlev bozuklukları yaşamaya başlayabilir. Bunlarıyaşamamanın tek yolu cinselliği görev ve baskı aracı olarak görmemektir. Çünkü cinsellik; rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza odaklanarak, haz alıp haz verebilme, ruhu ve bedeni paylaşabilme, ne olursa olsun bir şekilde boşalabilme bilim ve sanatıdır. Bu nedenle kimse kimseyi yatakta tatmin etmek zorunda değildir. Herkes kendi cinsel tatmininden sorumludur. Buna sorumluluk alma modeli denir, bunun zıttı pasif kalma modelidir. Herkesin cinsel istek, uyarılma ve tatmin olma konusunda kendisine yardımcı olan kendisine özgü bir şartlar zinciri vardır. Herkesin şartlarını talep etme ve isteme hakkı vardır. Ancak çoğu kişi kendisini partnerinin cinsel olarak uyarması gerektiğini ve tatmin olmasının partnerinin elinde olduğunu düşünür ve istediği şekilde uyarılmazsa veya tatmin olmazsa hem kendini hem de partnerini eksiklikle suçlar. Cinsel terapistler olarak kişiyi cinsel olarak harekete geçiren kuvvetin, bilinçli veya değil, kendisi olduğunu vurguluyoruz. Böylece kişi istek ve arzularını ifade etmek ile bunları bastırmak arasında bir seçimde bir tercihte bulunabilir, kendine odaklanıp ortaya koyduğu cinsellikten zevk alabilir, partnerinin ve kendinin bilincine varabilir. Yani kişinin içinde cinsel istek uyandırmak partnerinin değil, onun kendi görevidir, partneri hissetmek istediği cinsel arzuyu hissetmesi için ancak ona destek olabilir, bunu ruhunu ve bedenini bir armağan olarak sunarak ve onun isteklerini gerçekleştirmeyi seçerek yapabilir. İç çamaşırları,mumlar ve hoş sözler güzeldir, ancak ilk aşama bunlar olmamalıdır, öncelik kişinin kendisindedir, bunlar daha sonra gelir. Bu bakış açısı cinsel isteğin sorumluluğunu olması gerektiği yere, yani kişinin kendi omuzlarına yükler ve kontrolünün partnerinin elinde olmadığını anlamasına yardımcıolur. Çünkü kontrolü kaybetme duygusu bilinçdışı düzeyde çok korkutucudur. Pasif kalma modeli kişinin partnerini veya ilişkisini suçlamasına imkân tanır. Sorumluluk alma modeli ise kişinin ilişkisinden zevk almasını ve var olan sorunların üstesinden gelmesini sağlar ve çiftin birbirini aldatmasını engeller.
 
KADININ ZAMANI GELDİĞİNDE KENDİNİ KASMASI GEREKİYOR…
Sorumluluk alma modelinin hayata geçirilmesi, sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşam için gereklidir. Erkek, kadınla sevişirken ruhunu ve bedenini koşulsuz bir armağan olarak ona sunar. Kadın, bu armağanı kabul eder, bundan sonrasıkadının işidir. Kadın reddedilmeyi ve başarısız olmayı göze alarak erkekten kendini cinsel olarak uyaracak şeyleri ister, talep eder. Kadının talep etme, erkeğinde reddetme hakkı vardır ve erkek kadının taleplerini gerçekleştirmek isterse yapar ama zorunlu değildir. Kadın erkeğin bedenini kullanarak, klitorisini sürterek, fantezi kurarak, boşalmasını kolaylaştırmak için zamanıgeldiğinde kendini kasarak kendi boşalmasından, orgazmından ve cinsel tatmininden kendi sorumludur. Erkek kadını boşaltmak, orgazma ulaştırmak veya tatmin etmek zorunda değildir. Kadının boşalması için sadece penise ihtiyacıyoktur, bu değişik şekillerde başarılabilir. Sorumluluk alma modeli, kadına sorumluluk yüklerken erkeği özgürleştirir ve böylece çift olarak tatminkâr bir cinsellik yaşanmış olur.
 
ERKEĞİN AŞK KASLARINI GEVŞEK TUTMASI GEREKİYOR…
Pasif kalma modeli cinsel işlev bozukluklarına yol açabiliyor. Kadın, erkeğe sevişirken ruhunu ve bedenini koşulsuz bir armağan olarak sunar, erkek bunu kabul eder, bundan sonrası erkeğin işidir. Erkek reddedilmeyi ve başarısız olmayı göze alarak kadından kendini uyaracak şeyleri ister, talep eder. Erkeğin talep etme, kadının da reddetme hakkı vardır ve kadın bunları yapmak isterse yapar ama zorunlu değildir. Erkek kadının bedenini kullanarak, penisini sürterek veya vajinaya sokarak, zamanı gelince daha çok haz alabilmek adına boşalması denetleyerek, aşk kaslarını boşalana kadar gevşek tutarak kendi boşalmasından, orgazmından ve cinsel tatmininden kendi sorumludur. Kadın erkeği boşaltmak, orgazma ulaştırmak veya tatmin etmek zorunda değildir. Erkeğin boşalması için sadece vajinaya ihtiyacı yoktur, bu değişik şekillerde başarılabilir. Sorumluluk alma modeli erkeğe sorumluluk yüklerken kadınıözgürleştirir ve böylece çift olarak tatminkâr bir cinsellik yaşamış olur.

KADINLARDA CİNSEL İSTEKSİZLİK

Cinsel isteksizlik, yeterli cinsel uyarıya rağmen cinsel etkinlikte bulunma isteğinin az olması veya hiç olmaması, cinsel arzu duyulmaması durumudur, bu durum halk arasında “frijidite” ya da “cinsel soğukluk” olarak da adlandırılıyor.
Partnerler arasında yanlış anlamalara ve ciddi çatışmalara yol açan en önemli faktörlerden biri, eşlerin cinsel istek düzeylerinin belirgin şekilde farklılık göstermesidir. Türkiye'de kadınlarda en sık rastlanan cinsel işlev bozukluğu cinsel isteksizliktir. Cinsel isteksizlik, kadınların ortalama yüzde 33'ünde görülüyor. Oranlar yaşa bağlı olarak değişebiliyor. Bu nedenle yeterli cinsel uyarılara rağmen kadınlar çoğu zaman yatakta daha isteksiz oluyor.
Cinsel soğukluğun nedenleri fiziksel ve psikolojik faktörler olmak üzere ikiye ayrılıyor. Fiziksel ya da psikolojik nedenleri toparlayacak olursak, bir kısmı erkeklerin sebep olduğu, bir kısmı kadınların kendilerinden gelen ve bir kısmı da çevreyle ilgili nedenlerdir. Kadınların çok azında gerçekten fiziksel bir problem vardır, çoğu kez problem tamamen psikolojiktir ve ilişkiseldir.
Cinsel isteksizlik, kadının kısır olması demek değildir. Kadınların büyük çoğunluğu cinsel isteksizliklerinin gerçek nedenini kocalarının beceriksizliğinde ararlar. Oysa çoğu kez durumdan erkek kadar, kadın da sorumludur. Çünkü cinsel isteksizlik genellikle çiftler arasındaki sorunları yansıtır. Bu nedenle isteksizlik sorunu çiftin ortak sorunu olarak görülmelidir. Uzun süreli ilişkilerde cinsel isteği arttırmanın şifresi, duygusal açıdan karşıdaki insanla bütünleşirken kendin olarak kalabilme yeteneğidir. Bu tür bir kendini geliştirmenin altı ana bileşeni oluyor, bunlar; “açık iletişim kurma, yeniden flört etme, partnere dokunma, suçlamak yerine sorumluluk alma, endişelerin üzerine gitme ve güç savaşlarına son verme” şeklinde sıralanabiliyor.
 
Blogger Templates