Subscribe:

Ads 468x60px

Güzellikte en fazla ihmal edilen bölge

Yüz estetiğinin tamamlayıcı bir unsuru olan boyun bölgesi, en fazla ihmal edilen alanların başında geliyor.

"Gergin, taze ve canlı bir yüz yapısı her zaman genç bir yüzde gördüğümüz unsurlardır, estetik cerrahi ve medikal uygulamalarla bu tazeliğin devamını sağlayabiliyoruz fakat çoğu insan boynundaki yıpranmayı ihmal ediyor, görmezden geliyor, sadece yüzüne odaklanıyor. Oysaki boyun, yüzün devamıdır, ayrı düşünülemez ve ihmal edildiğinde ise apaçık yaşı ele verir" ifadesinde bulunan Estetik, Plastik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Bülent Cihantimur, boyun estetiğinin önemini vurguladı.

Boyun yüzle eş zamanlı yaşlanır

Yüzdeki yaşlanma belirtileriyle eş zamanlı bir şekilde form kaybına uğrayan boyun bölgesinde karşılaşılan sorunları anlatan Op. Dr. Bülent Cihantimur:" Boyun bölgesinde en fazla karşılaşılan sorun gıdı oluşumudur. Gıdı zaman içinde sarkar, boyun cilt yapısında form kayıpları oluşur. Bazı boyunlarda özellikle genetik alt yapıdan gelen ve hatta daha genç yaşlarda da rastlayabileceğimiz, platysma batlarının aşırı çıkıklığını gözlemleriz. Yukarıdan aşağı doğru inen bu bantlar ve az evvel saydığım boyun deformiteleri, kişi yüzüne ne yaptırırsa yaptırsın, ne kadar gergin ve canlı bir yüze sahip olursa olsun, illaki bu güzelliğe gölge düşüren unsurlardır. İşte bu sebeple, boyun bölgesi mutlaka yüz estetiğine dahil edilmelidir" açıklamasında bulundu.

Boyun estetiğine Cihantimur Yağ Transferi ve Örümcek Ağı Estetiği

" Boyunda beliren bu yaşlılık göstergesi sorunlarını ortadan kaldırmak için kliniklerimizde Örümcek Ağı Estetiğinden ve soyadımla anılan Cihantimur Yağ Transfer sisteminden faydalanıyoruz. Örümcek Ağı Estetiği ile gerginlik, yerçekimine karşı direnç ve cilt yapısına canlılık kazandırırken, Cihantimur Yağ Transferi ile gıdıdaki yağı, kök hücreden zengin hale getirerek, çıkık bantların üzerine ince bir hat şeklinde enjekte ediyoruz. Bu teknikle bantlar gözükmeden, pürüzsüz, gergin ve genç bir boyun yapısı elde etmek mümkün oluyor. Kök hücrenin verdiği çabuk iyileştirme avantajı ise, hastamıza son derece konforlu bir iyileşme süreci yaşatıyor" diyen Cihantimur, işlemin kısa süre içinde gerçekleştirildiğini ve son derece doğal, kesi yapılmadan, mikro girişlerle yapıldığının altını çizdi.

Karıştırılan bitki çayları etkisini kaybediyor!

Kış mevsiminde bağışıklık sistemini güçlendirmek ya da grip ve soğuk algınlığını daha çabuk atlatmak amacıyla içilen bitki çaylarının tüketiminde bazı noktalara dikkat etmek gerekiyor. Diğer bitkilerle karıştırıldığında bitki çaylarının etkisi azalıyor. Uzmanlar çayların sade tüketilmesi gerektiğini belirtiyor.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi'nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Gizem Köse, özellikle kış aylarında tüketimi artan bitki çaylarının karıştırılması halinde etkilerinin azalabileceğine dikkat çekerek bir arada değil, tek tek içilmesini önerdi.

Karışık olmayan bitki çaylarını çocuk, yetişkin ya da yaşlıların günde 2 fincan tüketebileceğini belirten Gizem Köse, "Kantaron, enginar, hindiba, karabaş, civanperçemi gibi çaylar içerdikleri farklı etken maddeleri ile ilaç etkileşimlerine sebep olabilmektedir. Dolayısıyla bu gruplarda özellikle ilaç kullanan bireyler öncesinde doktoruna danışmalı ve bu konuda onay almalıdır" uyarısında bulundu.

Bazı karışık bitki çaylarının karaciğeri yorduğunu böylece bağışıklık sistemini güçlendirmek bir yana daha da zayıflatabildiğini belirten Köse, "Benim önerim her bitki çayının sade olarak tüketilmesi ve boğazda ağrı var ise ılıkken bal eklenmesi yönündedir" dedi.

Hangi bitki çayı neye iyi geliyor?

Her bitki çayının farklı etkileri olduğunu belirten Köse, şu tavsiyelerde bulundu:
"Kış çayı olarak satılan çayların çok karışık olmamasına dikkat edilmelidir. Kuşburnu, adaçayı, karanfil, tarçın, zencefil, papatya gibi karışımlar tüketime uygundur. Ancak mümkün oldukça her çayı tek başına tüketerek bağışıklık sisteminizi daha güçlü hale getirebilirsiniz. Her çay ayrı ayrı tüketildiğinde gün içerisinde birkaç seçeneğiniz de olmuş olur.

Özellikle adaçayı antimikrobiyal etkisi ile mikroplardan ve bakterilerden koruma özelliği vardır. Hafif yorgunluk belirtisi durumunda hastalıklardan korunma amaçlı adaçayı tüketilmesi önerilmektedir.

Kuşburnu kısa sürede demlenmeli

Kuşburnu iyi bir C vitamini kaynağıdır. Bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde en çok kullanılan bitkidir. Ancak demlenmesi sırasında kayba uğrayabilmektedir. Bu yüzden uzun süreli demleme işlemi uygulanmamalı, mümkün oldukça hızlı bir şekilde bitirilmelidir. Çünkü uzun süre beklendiğinde içerisindeki C vitamini okside olarak kaybolmaktadır.

Ateşli hastalıklarda zencefil ve nane kullanılabilir

Nane çayı gribal enfeksiyonlarda ateş durumu da varsa vücudun ısınmasını ve terlemesini sağladığı için kullanılmaktadır. Tüketilen çaya taze olarak da eklenebilir. Aynı şekilde zencefil de ateşli hastalıklarda kullanılabilir ayrıca akciğerlerdeki enfeksiyonun vücuttan çıkarılmasında da yararlıdır.

Kırmızı çay, vücut direncini artırıyor

"Kırmızı çay" olarak da bilinen roibos bitkisinin çayı da vücut direncini arttırmaya yardımcı olur. Ayrıca tarçınla beraber tüketildiğinde iştah kontrolünü de destekler. Günde 1 fincan içilmesi uygundur.

Kasları yasemin ve papatya ile dinlendirin

Yasemin ve papatya çayları yorgunluk ve halsizlik durumlarında kasların dinlenmesini sağlar. Özellikle kış aylarında günde 1 fincan tüketilmesi önerilmektedir. Akşam saatlerinde tüketildiğinde uykunun düzenlenmesine yardımcı olur. Düzenli uyku, vücudun toparlanmasını ve bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlar. Böylece dolaylı yoldan enfeksiyonlara karşı koruyucu olabilmektedir."

Yanlış antibiyotik dirençli süper bakteriler oluşturuyor

Bilim dünyası yanlış antibiyotik kullanma konusunda uyarıda bulunuyor, ancak buna rağmen her yıl daha çok antibiyotik tüketiliyor. 

Üsküdar Üniversitesinden Yrd. Doç. Dr. Kaan Yılancıoğlu da antibiyotik konusunda uyarıda bulunan bilim insanlarından. Antibiyotiklerin her yıl milyonlarca insanın hayatını kurtardığını belirten Yılancıoğlu, antibiyotiğin yanlış ve gereğinden fazla kullanımı halinde iyi bakterileri öldürerek kişiyi daha farklı hastalıklara açık hale getirdiğinin altını çiziyor. Yılancıoğlu "Antibiyotik kullanımı son çere olmalıdır" diyor.

Üsküdar Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dekan Yardımcısı Yrd. Doç. Dr. Kaan Yılancıoğlu, antibiyotiklerin yanlış ve gereğinden fazla kullanımının dirençli süper bakterilerin oluşmasına yol açtığını söyledi. Grip ve benzeri hastalıkların nedeninin virüsler olduğunu kaydeden Yılancıoğlu, "Virüsler antibiyotiklerden etkilenmez, kullanılan gereksiz antibiyotikler yalnızca iyi bakterileri öldürerek kişiyi daha farklı hastalıklara açık hale getirir" uyarısında bulunuyor.

Mikrobiyota ismi verilen mikroskobik canlıların vücutta insan psikolojisini dahi etkileyebilecek kadar önemli görevler üstlendiğini ifade eden Yılancıoğlu, kullanılan antibiyotiklerin bu organizmalara etkisini de şöyle anlatıyor:
"Kullandığımız gereksiz antibiyotikler bu mikroorganizmaları da etkilemekte ve bizleri iyileştirmek yerine hasta etmektedir. Bu sebeple bu problemin çözümünde ilk aşama olarak vücutta hastalığın bir bakteri tarafından oluşturulduğunun kanıtlanması daha sonra bu bakterinin dar spektrumlu, tüm bakterileri değil ama yalnızca hedef bakterileri etkileyen antibiyotikler ile tedavi edilmesi gerekmektedir."

Hasta baskı yapıyor hekim yazıyor!

Yrd. Doç. Dr. Kaan Yılancıoğlu, hekimlere danışan tüm hastalara bakteriyel orijin bulunsun veya bulunmasın antibiyotik verilmesinin nedenlerini ise şu sözlerle açıklıyor:
"Hasta ve yakınlarının hekimlere ilaç yazması baskısı oluşturması ve iyi hekim-kötü hekim ayrımının hastalar tarafından antibiyotik yazılıp yazılmamasına göre yapılması ülkemizde bu problemin ortaya çıkışının en büyük nedenidir."

Hayvancılıkta da antibiyotik kullanımı denetlenmeli

Bilinçlenmenin antibiyotik kullanımını azaltacağını ifade eden Yılancıoğlu, hastalara ise "Hekime danışmadan asla antibiyotik kullanılmamalı. Komşunun komşuya önermesi şeklinde ilaç kullanımı kesinlikle yanlıştır. Hastalık yoktur, hasta vardır, her hasta diğerinden faklıdır, bu nedenle tedavi hastaya özeldir, paylaşılamaz" önerilerinde bulunuyor.

Yalnızca insanlarda değil, hayvancılıkta kullanılan antibiyotiklerin de direncin oluşumunda çok büyük etmen olduğuna dikkat çeken Yrd. Doç. Dr. Kaan Yılancıoğlu, "Tavukçuluk başta olmak üzere, diğer hayvancılık sektörlerinde de antibiyotik kullanımı çok iyi bir şekilde veteriner hekimler tarafından denetlenmelidir" diyor.

Antibiyotik kullanımı son çare olmalı!

Antibiyotik kullanımının son çare olması gerektiğinin altını çizen Yılancıoğlu, yapılması gerekenleri ise şöyle sıralıyor:
"Öncelikle hijyen kurallarına uymak, hijyenik çevre oluşturmak, doğru el yıkama alışkanlığı, aşılar gibi koruyucu önlemler toplumda yaygınlaşmalı. Gelecekte bakteriyofaj denilen, bakteri virüslerinin kullanımı, moleküler yöntemler gibi yeni yaklaşımlar çözüm olarak karşımıza çıkabilir, fakat şu an proaktif adımların atılması, hükümetlerin yeni antibiyotiklerin geliştirilmesi için destekleyici adımlar atması, toplumun bilinçlendirilmesi ve antibiyotik kullanımının sıkı bir şekilde hem sağlık hem de hayvancılıkta denetlenmesi gerekiyor."

Gelişigüzel diyet programlarına itibar etmeyin

Sağlık Bakanlığı Toplum Sağlığı Şube Müdürü Diyetisyen Bilge Yüksel, çocuklukta fast-food türü yiyeceklerle beslenilmesi durumunda yaşamın ileriki dönemlerinde önemli sağlık sorunları ortaya çıktığını belirterek dengeli beslenme ve sportif fiziksel aktivitenin ihmal edilmemesi gerektiğini söyledi. 

Bebeklikten başlayarak gençlik dönemine kadar geçen sürede vücudun kalsiyum ihtiyacının mutlaka karşılanması gerektiğini ifade eden Yüksel, "Ancak bu dönemde kalsiyum toplumda süt içme alışkanlığı olmadığı için yeteri kadar alınamıyor. Bu nedenle de kadın ve erkeklerde yaşlılık döneminde başta osteoporoz olmak üzere çeşitli sağlık sorunlarıyla karşılaşılıyor" dedi.

Fiziksel aktivitenin önemi
Beslenmenin bölge, mevsim, sosyoekonomik düzey, kent ve kırsal yerleşmeye göre önemli değişiklik gösterdiğini anlatan Uzman Diyetisyen Bilge Yüksel, halkın bilgisizliği, hatalı besin seçimi, yanlış hazırlanan yiyecekler ile pişirme ve saklama yöntemlerinin yanlış yapılması nedeniyle çok çeşitli sağlık sorunları görüldüğünü ifade etti.

Kalp damar hastalıkları, şişmanlık, diyabet, meme, kolon, prostat, sindirim sistemi kanseri, osteoporoz, hipertansiyon hastalıklarının yetersiz ve dengesiz beslenmeden ortaya çıkan başlıca hastalıklar olduğunu kaydeden Yüksel, şunları söyledi: "Yaşam kalitesini artırmak için bilinçli beslenme yapılmalı. Diyet ve fiziksel aktiviteye önem verilmeli. Ancak gelişigüzel diyet programlarına itibar edilmemeli. Zayıflayacağım derken başka sağlık sorunları ortaya çıkabilir. Fiziksel aktivite de çok önemli. Haftada 5 gün her defasında en az yarım saat olmak üzere normal tempoda yürüyüş yapmak vücutta aktivite meydana getirecektir. Düzensiz, haftada veya 10 günde bir yapılan sınırlı düzeydeki fiziksel aktivitenin yararı yok."

Şişmanlık sorunu
Kanser hastalıklarının 3'te birinin beslenme kaynaklı olduğu tespit edilirken ABD'de diyet ve fiziki aktivite ihmali nedeniyle yılda kalp hastalıklarına 175, osteoporoza 14.1, meme kanserine 16.1, kolon kanserine 8.1, artirite 83.8, diyabete 107, şişmanlığa 100 milyar dolar harcanıyor. Bu tür istatistikler Türkiye'de yapılmadığı için beslenme kaynaklı sağlık sorunları harcamaları bilinmiyor.

Yetersiz ve dengesiz beslenme nedeniyle 0-5 yaş grubu çocukların yüzde 16'sında kısa boyluluk, yüzde 50'sinde demir yetersizliği görülürken, yetişkin erkeklerin yüzde 18'i, kadınların ise yüzde 33'ü şişman sınıfında yer alıyor.

Şişmanlık Hamileliğe Engel Mi?

Çağımı­zın hastalığı olan obezite toplumu her açıdan olumsuz yönde etkilemeye devam etmektedir­­. Atalarımızın deyimi ile artık bir dirhem et, bin ayıp kapatmıyor­. Hat­ta anne olmak isteyen  kadı­nın başına dert olmakta­dır­­.  Nasıl mı? Cevabı burada.

Amerika’da yapılmakta olan bilimsel incelemeler şişmanlığın anne olmak isteyen  kadınlar için tedavi esnasın­da ciddi sorunlara yol açtığını açığa çıkardı­. Acıbadem Sağlık Grubu Tüp Bebek Hizmetleri Koordinatörü Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof­. Dr­. Bülent Tıraş konu ile ilgi­li şu açıklamalar­da bulundu­.

Modern kadın eski kadınlar gibi artık eliyle çamaşır, bulaşık yıkamıyor­. Kadın hemen  hemen  bir düğme basıp, günlük ev işleri­ni yapar duru­ma geldi­. Mesleği gereği görevi­ni masa başın­da yapıyorsa hareket azlığı obezitenin en  çok sevdiği şey olarak kadı­nın kilo almasına sebep olmakta­dır­­.  Beslenme şekli de hazır gıdaya yatkınsa anne olama­mak amacıyla kadın­da hemen  hemen  bütün şartlar hazırdır­­.  Uzmana başvura­rak, başka tedavi yöntemleri denenip daha son­ra tüp bebek tedavisine başlandığı zaman görülmekte olan tablo şudur: yumurtalar daha az döllenir ve östrojen  düzeyleri daha düşük olmakta­dır­­.  Şişmanlık oranı arttıkça gebelik oranları düşer ve canlı doğum oranların­da azalış olmakta­dır­­.  Yani düşük oranı artmakta­dır­­.

Şişmanlık Hangi Sorunlara Neden  Oluyor?

Şişmanlık tüp bebek tedavisinde ciddi sorunlara neden  olmakta­dır­­.  İlk olarak erken  doğum oranını fazlalaştırır­­. Peki kadın için şişmanlık obezite nerede başlar? Kadın­da Vücut Kitle Endeksine göre vücut ağırlığı ve boy ölçüleri­nin oranlanma­sı yirmi* yirmi beş arası ise normal, yirmi beş ila otuz arası hafif kilolu, yirmibeş ila otuz arası şişmanlık, 30’un üstün­de ise obezite söz konusudur. Hafif kilolular­da bile yüzde yetmiş beş erken  doğum rizikosu artmakta­dır­­.  Kilolular­da ise oran 2­.4 katı artar…

Özetlersek; şişmanlık tüp bebek tedavisinde gebelik ve canlı doğum oranlarını düşürür, yumurta ve embriyo üzerine menfi tesirleri bulunur­. Sistemik tesirlerin­den  dola­yı rahim içerisi çevreye yapmış olduğu tesirleri yüzün­den  gebeliğin oluşumu­nu engeller­.

6 Adımda gerçek Türk kahvesi lezzeti nasıl olur?

Türkiye'de üçüncü nesil kahve akımının en önemli temsilcisi Coffee Gutta, bugüne kadar Türk kahvesini pişirme konusunda yanlış bildiklerimize noktayı koyuyor.

Kahve severlere 6 adımda gerçek Türk kahvesi pişirmenin yollarını göstermek için atölye çalışmaları düzenliyor.

Türk kahvesi benzersiz bir ritüeldir. Yanında soğuk su ve lokumla ikram edildiğini çoğumuz biliriz, fakat lezzetli ve bol köpüklü bir kahve pişirmek konusunda bazen sıkıntılar yaşarız.

Coffee Gutta, gerçek Türk kahvesi lezzetini evde, iş yerinde, bulunduğumuz her yerde yakalayabilmemiz için doğru bilinen yanlışlara son veriyor, gerçekleri açıklıyor!

Türkiye cezve ve ibrik şampiyonlarından gerçek kahvenin sırrı
Geleneksel Türk kahvesini yeni yöntemlerle daha üst standartlara çıkarmayı amaçlayan Coffee Gutta'nın bu kapsamda düzenlediği atölye çalışmalarının ilki, 21 Ocak'ta Galata şubesinde gerçekleştirildi.

Atölye çalışmasında gerçek kahve lezzetini hazırlama eğitimini, Cezve ve İbrik Kategorisi 2015 Türkiye Şampiyonu, 2016 Dünya ikincisi Hazal Ateşoğlu ile 2017 yılında yapılacak Dünya Şampiyonasında ülkemizi temsil edecek olan, Cezve ve İbrik Kategorisi 2016 Türkiye Şampiyonu Koray Erdoğdu verdi.

İşte kahve severlere 6 adımda gerçek Türk kahvesi pişirmenin yolları.

1-Kahve çekirdeği kalitesi
Her çekirdekten Türk kahvesi yapılabilir ama her çekirdek Türk kahvesine yakışmayabilir. İstenilen lezzeti almak için Arabica türü kaliteli bir çekirdek seçmemiz gerekir.

2-Kavrulma biçimi
Her çekirdek için farklı kavurma uygulanır. Türk kahvesi için açık kavurmak gerekir. Belirgin asidite, düşük acılık ve kendi aromalarını ortaya çıkarmak önemlidir. Bu tarz kavrulmuş çekirdek tercih edilmelidir.

3- Kullanılan cezve
Her noktada olduğu gibi ısının dağılımında da homojenlik önemlidir. Kalın bakır cezveler ısının bu dağılımı için oldukça başarılıdır.

4-Su ve Su Sıcaklığı
Temiz, berrak ve orta iletkenlikte bir su kullanılmalıdır. Demlenme süresinin kısalması ve aşırı acılığın önlenmesi için soğuk su yerine ılık su kullanılmalıdır.

5- Isı Kaynağı
Demlenme esnasında verilen ısıya müdahale etmek gerekir. Bu sebeple gaz ocak kullanılmadır.

6-Demlenme aşaması
Doğru kahve oranı için tartı kullanılmalıdır. 8gr (3 dolu çay kaşığı) kahve ve 60gr suyu ocağa koymadan önce karıştırmalıyız.

Demlenme esnasında kesinlikle karıştırmamalıyız.
Orta derece ateş ile başlayıp son 10 saniye de ateşi kısarak kaynamadan ocaktan almalıyız.

Açlığınız Ne Kadar Duygusal?

Kabul edelim ki bizi öfke, stres veya bir kutlama anında yemek yemeye iten tek neden fizyolojik açlığımız değil. Yemenin yarattığı hazzı kim inkar edebilir?

Beslenme hayatta kalabilmemiz için gereken en temel ihtiyaçlardan biri. Ancak bizi yemek yemeye iten tek neden bu değil. Herkesin bazen fizyolojik açlık çekmese de bir şeyler yiyip içebileceğini söyleyen Liv Hospital Psikolog Ceren Aydın, "Zihninizi biraz yokladığınızda, öfke ve stres anlarında ya da bir kutlama için elinizin gıdalara nasıl kolayca gittiğini hatırlayacaksınız. Yemenin yarattığı hazzı kim inkar edebilir? Önemli olan bu davranışın sıklığı, şiddeti ve amacı.

Eğer sıklıkla karnınız aç olmadığı halde bir şeyler yiyor, yedikten sonra suçluluk duyuyor ya da yemek yemenin zor zamanlarda en büyük sığınağınız olduğunu düşünüyorsanız aman dikkat" diyor.

Duygusal Yeme Nedir?

Duygusal yeme en basit haliyle kişinin özellikle olumsuz duygularını düzenlemek amacıyla aç olmadığı halde gıda tüketimine yönelmesi halidir. Duygusal yemenin altında baş etme mekanizmalarının yetersiz kalması, öğrenilmiş davranışlar ve gıda yoksunluğu gibi çeşitli ve çok yönlü nedenler yer alabilir. Tedavi edilmediği takdirde ciddi bir yeme bozukluğuna dönüşme riski vardır.

Duygusal Yeme ile Sağlıklı Beslenme Arasındaki Farklar Neler?

Duygusal açılık, fizyolojik açlık gibi kademe kademe değil, genellikle aniden belirir. Duygusal yeme sendromu yaşayan kişiler özellikle öfke, yalnızlık, umutsuzluk, mutsuzluk gibi olumsuz duygular yaşadıklarında besin tüketimine yönelirler. Bu esnada sağlıklı gıdalardan ziyade, kalori değeri yüksek ve hazır tüketime uygun gıdalar tercih edilir. Kişi bazen kontrolünü kaybettiği ve yemeyi durduramadığı hissine kapılır. Fizyolojik bir açlığı gidermek için yediğimizde genelde neyi ne kadar tükettiğimizi ve ne kadar gıdaya ihtiyaç duyduğumuzu fark ederiz. Duygusal yeme sendromunda bu farkındalık körelmiştir. Duygusal yeme ardından suçluluk, utanç ve pişmanlık gibi olumsuz duygular getirebilir.

Duygusal Yeme ile Nasıl Baş Edilir?

Zarar veren bir davranışı değiştirebilmenin ilk koşulu farkındalık sahibi olmaktır. Eğer siz de duygularla baş etmek için yemek yemeye yöneldiğinizi düşünüyorsanız öncelikle bu sorunu başlatan, sürdüren, arttıran etmenleri fark etmeye çalışın.

Duygusal Yemeyle Baş Etmenin Püf Noktaları

Farkına varın: Beni duygusal yemeye iten tetikleyici faktörler neler? Nasıl hissettiğimde, ne gibi durumlarda duygusal yeme ihtiyacım artıyor? Unutmayın, ilk adım farkındalık!

Kendini izleyin: İşe duygu ve yeme günlüğü tutarak başlamaya ne dersiniz? Günlük olarak yaşadığınız duygu değişimleri ve yaşamınıza yansımasını kaydetmek, resmi daha net ve nesnel bir şekilde görmenizde size çok yardımcı olacak! Kayıt formunda duygu, tüketilen gıda ve miktarı ile tüketim sonrası yaşanan hislere mutlaka yer verin. Böylece hangi duygu altında, hangi besinden ne kadar yedim, ardından nasıl hissettim sorularını cevaplamış olacaksınız.

Harekete geçin: Zor duygularla baş etmek için daha etkili ve daha kalıcı alternatifler üretin. Örneğin olumsuz duyguları bastırmak yerine sağlıklı şekilde ifade etmeye, mutfak yerine spora yönelmeye çalışın.

Değiştirin: Çevresel birtakım düzenlemelerle işleri biraz daha kolay hale getirmek sizin elinizde. Örneğin kalorili, hazır gıdaları yanınızda ve yakınınızda bulundurmayın. Sizi cezbeden pastanelerin önünden geçmeyin ya da alışveriş listeniz dışında sepete başka hiçbir gıdayı atmayın.

Yardım alın: Tüm çabalarınıza rağmen kalıcı bir davranış değişikliği sağlamakta zorlanmış olabilirsiniz. Böyle bir durumda kendinize bir iyilik yapın ve alanında uzman bir ruh sağlığı profesyonelinden yardım almakta tereddüt etmeyin.

Olumsuz düşüncelerinizden kurtulmanın 8 yolu

En iyimser bireylerin dahi doğal olarak olumsuz duygulara kapıldığı zaman ve durumlar vardır. Endişe, üzüntü, öfke ve diğer olumsuz duygular normal hayatın birer parçalardır. Ancak kronik olarak bardağın boş tarafını görmek hem fiziksel hem de zihinsel açıdan zararlıdır ve hayatın kaçınılmaz zorlukları karşısında bireyin kendini toparlamasına engel olur.

"Bunun yerine bir birey pozitifliği artıran bazı becerileri uygulayarak daha olumlu olmayı öğrenebilir" diyor Uzman Klinik Psikolog Mehmet Başkak. Pozitif duyguları teşvik eden becerileri öğrenerek ve düzenli olarak uygulayarak, mutlu ve sağlıklı bir kişi olunabileceğini belirten Psikolog Mehmet Başkak, pozitif duyguları kendi kendine üretme becerilerini öğrenmeye zaman ayırmamızı tavsiye ediyor.

Psikolog Başkak, olumlu duyguları beslemek için aşağıdaki yöntemleri öneriyor:

OLUMSUZ DUYGU VE DÜŞÜNCELERİ TESBİT EDİN
Bir klinik psikolog ve hipnoz uzmanı olarak, olumsuz, engel düşünceler yaşayan insanların içlerinde hissettikleri bu sıkıntıları muğlak, belli belirsiz, soyutmuş gibi algıladıklarını gözlemledim. Öncelikle yapılması gereken kafamızın içinde dönüp duran olumsuzlukları somutlaştırmak. Bunları bir kağıda yazın...

İLHAM GELMESİNİ BEKLEME, YAP
Bazıları, içten bir enerjinin gelmesini, pozitif duyguların gökten falan gelmesini bekler, bu oldukça teslimiyetçi miskin bir kabulleniş durumudur. Şair değilseniz oturup ilham gelmesini beklemeyin. Küçük hedefler için adım atmaya başlayın. Adım attıkça, yaptıkça enerjisi bilinçaltından gelecektir.

İYİLİK YAPMANIN GÜCÜNÜ ISKALAMA
Başkalarına yardım etmek kendine yardım etmektir aynı zamanda. Özellikle sana benzer sorunlar olumsuzluklar yaşayan insanlara herhangi bir şekilde destek olmaya gayret et, elinden ne geliyorsa onu yapman yeterli. İyilik yapmak ruhu besler. Bu, birinin ağır paketleri taşımasına yardım etmek veya yabancı birine yol tarif etmek kadar basit bir şey de olabilir.

ÇEVRENİZDEKİ DÜNYADAN ZEVK ALIN
Zaten yeterince sorun yaşıyorsan, yapacağın şey çevrende sana iyi hissettiren şeylere odaklanman. Keyif alacağın her şeye dikkat et. Bir hobi, bir etkinlik, iyi bir kahvenin verdiği keyif... Bu bir kuş, bir ağaç, güzel bir gündoğumu veya gün batımı, hatta birisinin giydiği bir elbiseyi güzel bulmak bile olabilir. Keyif aldığınız, zevk aldığınız şeylere odaklanın, deneyimleyin.

İLİŞKİLERİNİZİ GELİŞTİRİN VE GÜÇLENDİRİN
Ailemiz, dostlarımız, sohbetinden hoşlandığımız insanlarla bağlantıları güçlendirmek çok önemli... Size iyi hissettiren insanlarla bağlarınızı sürdürün ve güçlendirin. Arkadaşlar veya aile üyeleri ile güçlü sosyal bağlantılar kurmak, kendine olan inancınızı artırır. Bu konuda yapılan uzun vadeli çalışmalar, iyi ilişkilerin daha iyi sağlık ve daha uzun bir yaşam ile ilişkili olduğunu göstermiştir.

YENİ BİR ŞEY ÖĞRENİN; YENİ BİR ETKİNLİK BULUN
Yeni ortamlar, hobiler, etkinlikler, kurslar... Kendi dünyanızdan çıkın ve zihninizi yeni alanlara açın. Satranç öğrenmek, bir folklor grubuna katılmak, resim kursuna gitmek, bir koronun parçası olmak... Sosyalleşme imkanı artarken, yeni bir şey öğrenmek bilinçaltınızdaki enerjiyi uyandırıp besleyecektir.

SORUNUNUZA KARŞI ESNEKLİĞİ ARTIRIN
Yaşanan sorunlara saplanıp kalmak, sanki ömrümüze işlemiş gibi bir tutum içerisine girmek depresyona ve umutsuzluğa sürükler. Kaybın, stresin, başarısızlığın veya travmanın sizi ezmesine izin vermek yerine bunları öğrenme deneyimleri olarak kullanın. Neleri öğrenmenize yaradı, bedeli büyük olsa da neleri fark etmenizi sağladı, artık o konuda tecrübeli ya da kendinizden emin misiniz, artık neler yapabilirsiniz? Bu bakış açılarına odaklanın ve daha iyi bir geleceğe adım atın. Hayat size bir limon verdiğinde, ekşi bir limondan başka neyim var ki diye düşünmek yerine; limonata yapın.

OTOHİPNOZLA FARKINDALIK EGZERSİZİLERİ YAPIN
Zihninizin imkanlarını keşfedin, sahip olduğunuz en güçlü silah beyninizdir ve onu lehinize nasıl kullanabileceğinizi, insan zihninin sonsuz değişim ve dönüşüm gücünü fark etmeye zaman ayırın. Yıllardır otohipnoz ve meditasyonun insanlara sağladığı olağanüstü öz imkanları gözlemliyorum. Geçmişteki sorunlar ya da gelecekteki zorluklar üzerine düşünmek zihinsel kaynakları güçsüzleştirir ve yaşadığınız andan zevk almanızı engeller. Kontrol edemediğiniz şeyleri bırakın ve şimdiye, olduğunuz ana odaklanın. Bunları kendi kendinize yapabilmeniz için otohipnoz eğitimleri, meditasyon dersleri alın.

Genç kızlara kısırlık uyarısı

Türkiye'de her beş kadından biri, genç kızların yüzde 10-15'inde Polikistik Over Sendromu (PCOS) var. Bu rahatsızlığa sahip hastaların yüzde 8-10'u kısırlık tedavisi görüyor.

Yumurtalıklarda irileşme ve bir çok küçük kist oluşumuna neden olan PCOS, genç kızlarda ve üreme çağındaki kadınlarda sık rastlanan ve üreme dahil pek çok sistemi etkileyebilen bir sendrom.

Günümüzde değişen yaşam ve beslenme tarzının da katkısıyla, genç kızlık döneminde kontrol edilmesi gittikçe zorlaşan bu sendrom, ileriki yıllarda kadına ait ana kısırlık sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ne yazık ki, tedavi açısından ilaç alternatifleri yeterli olmayıp çoğu kez farklı problemler için birden fazla ilaç kullanılması gerekmekte.

Orlando'da 2017 Endokrin Derneği toplantısında sunulan ve İspanya'da yapılan çalışmanın sonuçları, kullanılan yeni tedavi kombinasyonunun, hem PCOS'nun genç kızlarda sebep olduğu karın içi ve karaciğer yağlanmasına hem de ilerde ortaya çıkacak kısırlık soruna çözüm olabileceğini ortaya koydu.

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, Barselona Üniversitesi'nde yapılan ve genç kızları sevindirecek çalışma hakkında şu bilgileri verdi:

"Araştırma ortalama yaşı 16 olan, normal kiloda ve seksüel aktif olmayan 36 genç kız üzerinde yapılmıştır. 34 kişinin tamamlayabildiği çalışmada, katılımcılar rastgele iki ilaçtan birini aldılar. Bazıları klasik kombine OKS, bazıları da SPIOMET (yani 50 mg spiranolakton, 7,5 mg pioglitazone, 850 mg metformin) aldı. Katılımcılara Akdeniz diyeti uygulayarak, egzersiz konusunda teşvik edildiler.

İlaçları 12 ay aldılar ve daha sonra 12 ay daha devam ettiler.

Katılımcıların adetleri kaydedildi ve tükürüklerinde haftalık progersteron ölçümü yapıldı. Araştırmacılar tarafından tedaviden sonra 3-6 ve de 9-12'nci aylar arasındaki ovulasyon (yumurtlama) sayısı hesaplandı.

Aynı zamanda katılımcıların vücut kompozisyonları; abdominal ve karaciğer yağlanması, kolesterol ve insülin seviyeleri, kanda dolaşan androjen miktarları da değerlendirildi.

Tedaviden önce PCOS'lu genç hanımların kandaki insülin, kolesterol, androjen ölçümleri ve iç organ yağlanması, sağlıklı yaşıtlarından daha fazlaydı.

Tedavi sırasında SPIOMET alan grupta tüm bu patolojik değerler olması gereken normal değerlere dönmüş olup, tedavi sonrasında OKS alan gruba göre çok daha uzun süre normal olarak kalmıştır.

Bu yeni tedavi seçeneği özellikle yaşları veya yan etkilerinden dolayı OKS kullanamayacak olan genç kızlar için umut verici olup ilerde gelişebilecek üreme sorunlarına da engel olduğu için önem taşımaktadır."

Yirmilik Diş Çektirilir Mi?

Bu dişlerin ağızda bırakılıp bırakılmama­sı konusu tartışmalıdır­­.  Eğer doğru konumda sürerlerse ve çevre dokulara zarar vermiyorsa bu dişin yerinde kalmasın­da bir sakınca bulun­maz­. Çene kemiğine kaynaşmış; normaldışı pozisyonlu olduğu röntgenle tespit edilmiş bir dişin ileride yol açacağı zararlar göz önüne alınarak çekimine karar verile­bilir­­.’ açıklamasın­da bulundu­.

Yirmilik Dişi Ne Zaman Çektirmek Gerekir?

Çürük: Tükürük, bakteri ve yiyecek parçacıkları yeni çıkmakta olan dişin açtığı yuvada birikerek hem yirmilik dişi hem de yanındaki azı dişi­ni tehdit eder­. Bu tür çürükleri erken­den  fark edip tedavi etmek oldukça zordur­. Ağrıyla enfeksiyona sebep olan ve apseyle sonuçlanan ağır tablolar ortaya çıka­bilir­­.

Diş eti hastalığı (perikoronit): Kısmen  çıkmış bir yirmilik dişin, dişetinde, bakteri ve yiyecek artıkları­nın depolandığı bir enfeksiyon odağı olmakta­dır­­.  Bunlar ağız kokusu, ağrı, ödem ve ağzın tam açılamamasına yol açar­. Enfeksiyon lenfler aracılığı ile yanak ve boyuna yayıla­bilir­­. Yirmilik dişin çevresindeki bu enfeksiyona yatkın zemin her seferinde kolaylık­la enfekte olmaya adaydır­­.

Basınç Ağrısı: Sürme esnasın­da komşu dişlere de basınç uygulanıyorsa sıkışmadan ötürü da ağrı duyula­bilir­­. Bazı haller­de bu basınç aşınmaya yol açar­.

Ortodontik Nedenler: Pek çok genç dişlerindeki çapraşıklıkları düzeltmek amacı ile ortodontik tedavi görmektedir­­. Yirmi yaş dişleri­nin sürme basınçları başka dişlere de yansıyacağın­dan başka dişler­de de bir hareketlilik olur, çapraşıklıklar arta­bilir­­.

Protezle Alakalı Nedenler: Protez planı yapılmakta olan bir ağızda yirmilik dişleri hesaba katmak gerekir­­. Çünkü, yirmilik diş çekilip daha son­ra değişen  ağız yapısına göre yeni bir takma yapmak gerekli olacaktır­­.

Kist Oluşumu: Gömük bir diş kiste; kist ise kemik yıkımı, çene genişlemesi, çevredeki dişlerin yer değiştirme­si veya zarar görmesine yol açar­. Kemik yıkımını engellemek amacı ile diş çekilerek kist temizlenmelidir­­.

Hiçbir Rahatsızlık Vermiyor Fakat Kötü Pozisyonlu Bir Yirmilik Dişim Var.

* Dişin pozisyonunun bozuk olma­sı enfeksiyon için yalnız başına kafi bir neden­dir­­. Böyle bir durumda basınç ağrısı, diş eti sorun­ları ve benzeri sorunlar ansı­zın ve beklenmeyen  bir zaman­da gelişirler­.

* Yirmilik dişler, fırça ve diş ipiyle ulaşılışı zor alanlar­da bulunurlar­. Zamanla çürümeye sebep olan bakteri, asit ve yiyecek artıkları bu alan­da toplanır­­. Eğer diş çürür ve dolguyla onarılmazsa diş kısa zaman­da iltihaplanır­­.

* Bu dişleri temiz tutmak zor olduğu için biriken  bakteri ve yiyecek artıkları kötü ağız kokusuna sebep olmakta­dır­­.

* Dişeti altın­da yatay pozisyondaki gömük bir diş, başka dişlerin hareketi, sıklaşma­sı ve çarpıklaşmasına neden  olacak bir basınç teşkil eder­.

* Gömük dişin üstü­nü kaplayan dişeti­nin altına toplanan bakteriler enfeksiyona neden  o­lur­.

Yirmilik dişlerin çekilmesi için en  uygun zaman hangisidir?
Kötü pozisyonlu bir diş şikayete yol açsın veya açmasın 14 ila 22 yaşları aralığın­da çekilmelidir­­. Genç yaşlardaki operasyonlar teknik manada daha kolaydır ve iyileşme daha çabuk olmakta­dır­­.  40 yaşın üstündeki operasyonlar daha zordur­. Bununla birlik­te yaşın art masıyla bir­likte yan tesirler de artar ve iyileşme süreci uzar­.

Başka diş çekimlerin­den  farklı mıdır?
Yirmilik dişin konum, şekil ve boyutuna bağlı bir şekil­de uygulanacak işlemin zorluk derecesi değişir­­. Basit bir çekimden  sonra hafif bir şişlik, ağrı ve kanama ola­bilir­­. Daha özel işlemler gerektirmiş olan bir­takım kompleks çekimler de uygulana­bilir­­. Diş hekimini­zin alacağı tedbir­ler ve bulunacağı öneriler yan tesirleri minimalize eder­. Bu çekimi müteakip çekim boşluğun­da kan birikmez ve ağrı da gelişebilir­­. Birkaç gün içerisinde durum düzelir­­. Bununla birlik­te diş hekimi­ni tavsiyelerine uyulduğu takdir­de bu olayla hiç de karşılaşılmaya­bilir­­. İleri yaşlar­da kemik yapısı yoğunlaştığı ve esneklik azaldığı için çekim zorlaşır, iyileşme yavaşlar­.

Operasyon­dan sonra bakım
* Yara yeri­ni kurcalamayın­. Yoksa ağrı, enfeksiyon ya da kanama gelişebilir­­.
* İlk 24 saat süresin­ce dişini­zin çekildiği taraf ile çiğneme yapmayın­.
* İlk 24 saat sigara içmeyin­. Zira sigara kanamayı artırıp iyileşmeyi bozar­.
* Tükürmeyin­. Tükürürseniz kanama artar ve pıhtı yerin­den  oynaya­bilir­­.
* Kanamanızı kontrol edin­. Eğer dikiş atılmamışsa mikropsuz gazlı bezle tampon yapılmakta­dır­­.  Pıhtı oluşumu için tamponu yarım saat ağızda tutun­. Tampon alındıktan sonra kanama devam ediyor ise yeni bir tane koyun­.
* Şişkinliği kontrol edin­. Operasyon­dan sonra alana soğuk bir tampon uygulayarak dolaşım yavaşlatılır ve yüzünüzün şişmesi­nin önüne geçilir­­. Uygulama 20 dakika soğuk tampon* 20 dakika ara* tekrar 20 dakika soğuk tampon şeklindeki periyotlarla yapılmakta­dır­­.
* İlk 24 saatten  sonra her 2 saatte bir, 1 bardak ılık su içerisine 1 çay kaşığı tuz koyarak hazırlamış olduğunuz karışımla gargara yapın­.

Emziren Anneler Kafein Tüketebilir Mi?

Emziren  annelere kafein içeren  besinler tüketmek hususun­da uzmanlar dikkatli olmayı öneriyor. Uzmanlar aksi durumun bilhassa bebekte birçok hastalığa yol açabileceği uyarısın­da bulunmakta­dır­­.

Bebeğin beslenmesi­ni de direkt olarak ilgilendirdiği için emziren  annelerin beslenme şekline dikkat etme­si tavsiye ediliyor­. Annelerin doğru olmayan ve sağlıklı olmayan beslen­me tercihleri emzirilen  bebeğin sağlığını ciddi şekil­de tehdit etmektedir­­.

Annenin tükettiği kafein bebekte reflüye neden oluyor
Anne sütü bebekler için en  mükemmel besindir­­. İçerdiği bağışıklık sistemi­ni güçlendirici maddeler hala birçok mamada yüzde yüz oranın­da yer almaz­. Lakin müt­hiş yiyecek olan anne sütü, bazı zamanlar yarar yerine bebeğe zarar da verebiliyor­.

Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Alerji Uzmanı olan Prof­. Dr­. Yonca Tabak, "Süt veren  annelerin aşırı kafein tüketmesi, mucize bir besin olan anne sütünü zararlı bir yiyecek haline getirerek, bebekler­de reflü öncelikli olmak üzere birçok hastalığa davetiye çıkarmaktadır­­." açıklamasın­da bulundu­.

Emziren  annenin kafein tüketme­si bebekte reflüyü tetiklemekte

Anne sütünün bebekler için en  kusursuz yiyecek kaynağı olduğunu söyleyen  Prof­. Dr­. Yonca Tabak, ‘Anne sütünün içermiş olduğu bağışıklık sistemi­ni güçlendirici besinler bugün, hiç bir mamada yüzde yüz oranın­da yok­tur­. Her annenin sütü bebeğine özeldir ve onun gereksinimleri­ni en  iyi şekil­de giderecek özellikte doğa tarafı ile ayarlanmıştır­­. Lakin mucize yiyecek olan anne sütü, bazı zamanlar yarar yerine bebeğe zarar da verebilir, öncelikli olarak de emzirme süreci boyunca anne beslenmesine dikkat etmiyor ve bolca kafeinli gıda tüketiyorsa ‘ diye konuştu­.

Süt veren  annelerin kafein açısın­dan zengin olan çikolataöncelikli olmak üzere kakaolu besinlerden  ve kahveden  uzak durması­nın bebekleri­nin sağlığı yönün­den  çok mü­him olduğuna dikkat çeken  Prof­. Dr­. Yonca Tabak, "Bebekler­de ilk iki yaşta mide başı normalden  daha gevşektir­­. Kafein de genel manada mide başını gevşeten  ve midede asit salgısını artıran bir maddedir­­. Süt veren  anneler, kafein içeren  besinler tüketiyorsa bu direkt bebeği de etkilemektedir­­. Bebek de bolca anne sütü kanalıyla kafein alır­­. Bu da bebeğin reflü olmasına ve ilerleyen  zamanlar­da reflüye bağlı başka hastalıkların ortaya çıkı­şına kaynaklık etmektedir" diye açıklamada bulundu­.

Sütünüzü artırmak amacıyla çikolata ve kakaolu besinler tüketmeyin
Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Alerji Uzmanı Prof­. Dr­. Yonca Tabak şu şekil­de konuştu:

"Anneler sütleri­ni artırmak amacıyla tatlı olarak bol çikolata tüketmeyi tercih edebiliyor­. Oysa bu, bebeğin sağlığı için epey zararlıdır­­.  Bir de çikolatanın yanın­da kahve de tüketiliyorsa, aşırı kafein tüketimin­den  ötürü bebek için durum daha da vahim bir hal alır­­. Bilhassa da bu gıdaları tükettikten  sonra bebeği emzirip ardın­dan uyutmak reflüye en  çok neden  olan durumdur­. Zira bebek yatar pozisyona girdiğinde mideden  yukarıya doğ­ru olan kaçak, daha belir­li duru­ma gelir ve bu da reflü oluşmasını harekete geçirme ktedir­­."

Reflü, zaman içerisinde solunum yolu enfeksiyonlarına sebep ola­bilmektedirReflünün doğum sonrasıki ilk altı ay içinde yüzde altmış oranın­da görüldüğünü belirten  Prof­. Dr­. Yonca Tabak; hastalığın fışkırır şekil­de kusmalar ve kilo alamama biçimin­de seyrettiği­ni söyledi­. Tabak, "İki yaşına doğru bebeğin mide başı güçlendiği zaman aşırı kusmalar birçoğu zaman son bulsa da geriye iz olarak; sessiz reflü olarak isimlendiri­len  ve ilerleyen  yaşlar­da çocukta tekrar edici solunum yolu enfeksiyonlarına sebep olan bir durum ortaya çıkmakta­dır­­.  Sessiz reflü genel olarak ağız kokusu, gece yastığa ağızdan salya akması, hıçkırık, ses kısıklığı, iştahsızlık gibi belli belirsiz bulgularla tanınır­­. Özetle; gıda alerjisi olsun veya olmasın süt veren  annelerin kafein ve çikolatadan uzak durma­sı şarttır­­." dedi­.

Süt arttırmak amaç­lı bol su tüketmeli, uyumalı ve dinlenme etmeli Prof­. Dr­. Yonca Tabak, sütünü arttırmak amaç­lı tatlıya başvuru yapan annelere mü­him tavsiyeler­de bulundu­. Tabak; "Süt veren  annelerin sütünü artırma­sı için tek ihtiya­cı bol su tüketmek, uyumak ve dinlenme etmektir­­. Çikolata ve benzeri kakaolu besinler sütünüzü arttırmaktansa bebeğinizi sağlığınızdan edebilmekte­dir­­." Açıklamasını yaptı­.

Emziren annelere öneriler

– Bilhassa süt yapar diyerek bol çikolata ve türevleri­ni tüketmekten  kaçılar­­.
– Kafein içeren  kahve, kola gibi içeceklerden ve çikolata gibi besinlerden  uzak durmalılar.
– Süt yapar diye şekerli besi­ni çok tüketmekten  kaçınılmalılar.
– Bol su içmeliler.
– Mutlaka gün içerisinde ve gece vakitlerinde bebeği güvenilir birine teslim edip dinlenmeliler­­. Uyku sütü artıran en  iyi yöntemdir­­.

İlgili aramalar: emziren anneler çikolata yiyebilir mi, emziren anneler kola içebilir mi, bebek emziren anneler kahve içebilir mi, emziren anneler kafein tüketebilir mi, süt veren anneler kafein alabilir mi

Hamilelikte Makyaj Yapılır Mı?

Hamilelikte makyaj yapılır mı? Hamilelikte saç boyatmanın zararı var mı? Gebelikte manikür yaptırmanın herhangi bir sakıncası var mı? Hamilelikte ruj sürülür mü, Gebelikte cilt kremi sürülür mü, Hamilelikte oje sürülür mü... İşte anne adayları­nın en  çok merak ettiği soruların yanıtları­.­.­.

Hamilelik bir kadının hayatının en özel günleridir. Her ne kadar bu durumdan şikayet etseler de, bu durumun onlara rahatsızlık verdiği zamanlar olsa da hamilelikte dünya adeta kadınların etrafında dönmektedir. Kendilerine bu dönemde çok hassas yaklaşılır ve kendilerini hiç olmadıkları kadar özel hissederler. Böyle hissetmeleri mantıklıdır çünkü içlerinde mucize taşırlar.

Hamilelikte kafalar karışık ve stresli olunsa da bebeği karnında taşıyarak onunla gezdiği süreçte duygular tavan yapar. Hayata meydan okuyan bir tavır sergiler anneler.

Tüm bu kadına güç veren  duyguların yanın­da insan bir sürü kay­gı da taşıyor tabiki­. Sorularına yanıt arıyor, eşe dosta duygu düşünce soruyor­.

"Saçımı boyatayım mı?" sorusun­dan başlıyor, "Hamilelikte manikür zararlı mı?" sorusuna kadar geliyor­. Peki esasın­da nelere dikkat etmek gerekmekte­dir­­. Bakınız uzmanlar bunları tavsiye ediyor­. Hem sağlıklı bir hamilelik geçirdik­ten  sonra hem de güzel görünmeyi kim istemez öyle değil mi? Çünkü içinizde yeni bir yaşam doğuyor ve bunun ışıltısını dışarıya da yansıtmanız gerekmekte­dir­­.­.­. Lakin önemli olan şu ki, kullandığımız ürünlere her zaman dikkat etmemiz gerekiyor, hamilelik süreci boyunca ise daha fazla bu konuları önemsemek, etiket okumayı alışkanlık haline getirmek şart görünüyor­.­.­.

BUNLARA MUTLAKA DİKKAT!

1­. Paraben: Hamileyken  paraben  içeren  kozmetik ürünlerin­den  katiyyen  uzak durmanız gerekir­­. Nemlendiriciler, makyaj ürünleri, güneş kremi, yaşlanmayı geciktirici ürünlerin yanı sıra, saç bakım ürünlerinde de paraben  oldukça sık kullanılır­­. Paraben, koruyucu madde olarak kullanılır, türlü kanser türleri üstün­de etki­yi vardır ve bedenini­zin hormon sistemi­ni boza­bilir­­.

2­. C Vitamini: Damar sağlığınızı korumanıza yardım eder ve bedenini­zin varis gibi damar hastalıklarıyla savaşmasına destek olmakta­dır­­.

3­. İstenmeyen  tüyler: Gebelik sürecinde, istenmeyen  tüylerden  kurtulmak amacıyla kimyasal kullanmamanızı öneriyoruz­. Jilet kullanmak daha faydalı olacaktır­­. Tüy dökücü kremlerle ilgili dayanık­lı bir kanıt olmamakla beraber, ana maddesi tiyoglikolik asit olduğundan, gebelik boyunca kullanmamanızda fayda olacaktır­­.

4­. Melazma: Aynı zaman­da hamilelik maskesi olarak bilinmekte olan melazma, vücut­ta meydana gelen  renk değişikliğidir ve güneşe maruz kalan bölgeler­de görülmekte­dir­­. Melazmayı engellemek amacı ile yaz kış fark etmez mutlak suretle yüksek faktörlü bir güneş kremi kullanı­nız­. Yüzünüzü korumak amacıyla de geniş kenarlı bir şapka kullanı­nız­.

5­. Oksibenzon: Genel­de güneş koruma ürünlerinde kullanılır ve aşırı kullanımlar­da gelişimsel toksisite ve hormonal bozukluklara yol açar­. Güvenli koruma için zink oksit ya da titanyum diyoksit içeren  ürünler kullanı­nız­.

6­. Retinoid: Gebelik süreci boyunca retinoid içeren  maddelerden  de uzak durmanız gerekir­­. Retinoid, akne tedavisinde kullanılan ürünler­de bulunur ve düşük ve doğum kusurlarıyla bağlantısı bulunur­.

7­. Akne: Kullanacak olduğunuz cilt bakım ürünleri yağsız temizleyiciler ve nemlendiriciler olmalıdır­­.  Aynı zamanda, hamilelikte yaşanmakta olan ekstra yağlanmayı engellemek amacı ile astrenjan içermelidir­­. Hamileyken  cildinize zarar verecek salisilik asit ya da benzoil peroksit yerine çay ağacı yağı veya hamamelis içeren  ürünler kullana­bilirsiniz­.

8­. Saç bakımı: Saç boyası içinde mevcut olan Pfenilendiyamin maddesi hamileyken  epey zararlıdır­­.  Bu madde aynı an­da saç spreyi, şampuan ve kremler­de de bulunmaktadır­­.  Bun­dan dolayı organik, doğal ve kimyasal maddesiz ürünleri tercih edin­.

9­. Formaldehit: Bebeğini­zin sağlığı için, oje ve saç boyası seçerken  formaldehit bulundurmayan ürünler seçmeniz gerekir­­. Bu ürünler kanser, reprodüktif ve gelişimsel zehirlenmelerle yakınen  ilgilidir­­.

10­. Ftalat: Ftalat ojeden  parfüme kadar pek çok üründe bulunmaktadır­­.  Ftalat, ürünlerin daha uzun süre dayanmasına imkan veren  plastikleştirici maddedir ve bu kimyasala uzun süre maruz kalma vücut­ta zehirli atıkların birikimine yol açar­.

11­. Hindistancevizi yağı: Hindistancevizi yağını hem vücudunuz, hem yüzünüz hem de saçınız için kullana­bilirsiniz­. Göğüs ucu kremi olarak da kullanıla­bilir­­.

12­. Depresyon: Hamileyken, hem beslenmenize hem de ruh halinize epey özen  göstermeniz gerekir­­. Stresten  uzak kalmalı, kendinizi bol bol dinlendirmeniz gerekir­­. Unutmayın ne kadar huzurlu bir gebelik geçirirseniz o kadar huzurlu bir bebeğiniz olmakta­dır­­.

13­. Cilt makyajı: Gebelik süreci boyunca ağır makyajdan uzak durmanız gerekir­­. Cildiniz normalden  daha hassaslaşır ve daha fazla özen  ister­. Ağır fondöten  gibi gözeneklerini­zin tıkanmasına neden  olan ürünlerden  uzak durmanız iyi olmakta­dır­­.

14­. Metilbenzen: Metilbenzen  tırnak ürünlerinde bulunur bu sebepten  ötürü oje sürecekseniz de metilbenzen  bulundurmayan ürünler kullanmanız gerekir­­.

15­. Ruj: Bu süreçte kullandığınız ürünler ile ilgi­li mutlak suretle inceleme yapmanız gerekir­­. Rujlar­da yer alan kurşun ile ilgi­li bilginiz var mı? Gün içinde devamlı tazelendiği için, ruj içerisindeki maddeler epey önemlidir­­. Uzun süreli ruj kullanılışı sonra­sı vücut­ta kurşun birikmekte­dir­­.

16­. Diş beyazlatıcı ürünler: Dişlerinizin beyazlığını korumak amacıyla peroksit ve florür bulundurmayan diş macunlarını tercih edin­.

İlgili aramalar: gebelikte makyaj yapılır mı, gebelikte ruj sürülür mü, gebelikte saç boyatılır mı, gebelikte oje sürülür mü

Sigara Hangi Hastalıklara Yol Açar?

Yapılan araştırmalara göre ilerlemekte olan ülkelerde Türkiye de dahil olmak üzere sigaradan her 10 saniyede bir kişi ölüyor. Sigara halk sağlını riske atan bir maddedir. Dünya Sağlık Örgütü araştırmalarına göre dünyada 1,3 milyar kişi sigara içmekte ve her yıl 4,9 milyon kişi de sigaradan kaynaklanan hastalıklardan hayatını kaybetmektedir. Sigaranın meydana getirdiği tehlikeli hastalıklar vardır. Sigara en önce akciğer olmak üzere hemen hemen tüm organlara zarar vermekte ve birçok hastalığın ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Akciğer kanserinin en büyük nedeni olan sigaradır. Ayrıca boğaz, mide, rahim ve prostat kanseri, KOAH, kalp hastalıkları, hipertansiyon (yüksek tansiyon), bağımlılık (nikotin bağımlılığı), kısırlık, kangren, erken menopoz, erken yaşlanma ve diş kaybı gibi birçok hastalığı tetiklemektedir. Akciğer kanseri en çok erkeklerde görülmektedir. Artık günümüzde kadınlar da erkekler kadar çok sigara içmektedir. Bu sebeple kanser vakaları kadınlarda da artış göstermiştir.

Sigarayı Nasıl Bırakabiliriz?

Sigarayı nasıl bırakabiliriz?

Sigaranın içinde bulunan nikotin bağımlılık yapan bir maddedir. Nikotinin ortaya çıkardığı bağımlılık niteliği eroin ve kokainin bağımlılık yapma niteliği ile aynıdır. Bağımlılık vücutta başladıktan sonra nikotin alınmazsa kişide gerginlik olabilir. Sigara müptelalarının çoğu, sigaranın kendilerini rahatlattığını ve sakinleştirdiğini sanır. Oysa ki sigaranın sakinleştirici ya da yatıştırıcı bir özelliği yoktur. Sigarayı bırakmak istiyorsanız ilk olarak sigarayı bırakmak istediğinize gerçekten emin olun. Bu konuda iradeli olduğunu düşünün. Sigarayı bırakmak bir düzenleme yapın. Sizinle birlikte sigarayı bırakmayı düşünecek bir arkadaş bulun. Bu süreçte sigarayı bırakacağınız gün, egzersiz planları, yemek programları, yeni hobiler edinmeye çalışın. Farklı işlerle uğraştığınızda sigara içme fikrini daha az düşünmeye başlayacaksınızdır. Yakınlarınıza sigarayı bırakma kararınızdan bahsedin ve bu konuda size destek vermelerini isteyin. Sigarayı bırakma öncesinde bir doktora danışmanızda fayda var. Sigara içilen oırtamlardan uzak durun. Biri size sigara ikram edebilir. Zayıf anınıza denk gelip ikramı kabul edebilirsiniz. İçeceğiniz bir sigara bile tekrar sigaraya başlamanıza ve bağımlı olmanıza neden olabilir. Ağzınızı meşgul yiyecekler, sakız, leblebi vb. şeyler yemeye başlayın.

Romatizma Nedir?

ROMATİZMA NEDİR?

Vücutta kaslar, kemikler, eklemler ve bu parçaları birleştiren bağlarda ağrı ve hareket sınırlılığı, bazen de şişlik ve şekil bozukluğuna sebep olan hastalıklara genel olarak romatizma adı verilir. Romatizma hastalıkları ikiye ayrılmaktadır. İltihaplı romatizmalar ve iltihaplı olmayanlar vardır. İltihaplı olmayanlar herkes arasında da bilinen kireçlenme denilen hastalıktır. Diğer bir hastalığı da ağrılarla görülen yumuşak doku hastalıklarıdır. İltihaplı romatizma hastalıkları ise eklemlerde ve bazen göz, kalp, akciğer, böbrek gibi organlarımızda da mikrobik olmayan bir iltihaplanmayla ortaya çıkan hastalıklardır. Artrit, iltihabi romatizma hastalıklarının en çok görülen belirtisidir. Artrit, eklemlerde vücut tarafından üretilen bir iltihaptır. Bu iltihap mikrobik değildir, vücut tarafından üretilir. Artrit tek bir hastalık değildir, 100'den fazla farklı hastalık artritle alakalıdır. Artrit, hareket halindeki eklemlerin iltihabıdır. Artrit sebep olduğu eklemde şişlik yapar, hareketleri kısıtlar. Ayrıca kızarıklık ve ağrıda yapabilir.

Ultrason Nedir?

Ultrason Nedir?

Ultrason ses dalgalarından yararlanarak görüntüleme gerçekleştirilen bir metottur. Ultrasonda radyasyon yer almaz. Radyasyon olmadığı için gebelerin ve bebeklerin muayenesinde genellikle ultrason kullanılır. Bu aygıttan gönderilen ses dalgaları, hasta vücudundan yansıdıktan sonra gene aynı aygıt tarafından görülür. Bu yansımalar organlara göre başkalaşma gösterebilir. Bundan dolayı farklı yansımaların olduğu biçimdeki yapılar, farklı görüntüler gösterirler. Bir çok hastalığın ilk teşhisinde kullanılan önemli bir cihazdır. Son zamanlar da hamilelerin muayenesinde çok sık kullanılmaktadır. Ultrasonun çekilebilir bir çok çeşidi vardır. Olağan yapılar içindeki bir ur ya da kist, ses destelerini farklı yansıttığı için farklı yapıda gözlenir ve tanı konulur. Cihazda görüntü oluşturulması sırasında prob adı verilen cihazın parçası hasta vücudunda gezdirilirken, altında kalan bölümün kesit görüntüleri, hareketli organlar gibi görüntüler ekranda oluşur. Bu sırada radyolog doktoru tanısını belirler. Elde edilen görüntülerin tanıda çok fazla bir katkısı yoktur. USG işlemi, ihtisasları süresince yaklaşık 1 yıl eğitimini alan radyologlarca uygulanır.

İlgili aramalar: ultrason nedir, usg nedir

Neden Terleriz?

Neden Terleriz?

Terlemek bütün insanlarda görülen bir olaydır. Bazı kişilerde daha az olur. Terlemeye karşı roll-on ve deodorant kullanarak bir yandan terlemenin önüne geçmeye çalışırız bir yandan ise terlemenin sebep olduğu kötü kokuyu ortadan kaldırırız. Bu kullanılan bakımlar genelde koku gidermek içindir. Tüm önlemlere rağmen yine de ter kokusu olabilir. Her ne kadar rahatsız edici bir durum olsa da terleme tüm sağlıklı insanlarda olması gereken vücudun su, tuz ve ısı dengesini sağlayan doğal bir durumdur. Terleme tamamen istemimiz dışında gelişen, metabolizmamızın doğal bir işlevidir. Ayrıca vücudumuz için iki önemli işlevi daha vardır. Bir tanesi cildi nemlendirir ve vücut ısısını sabitler ve vücudun boşaltım sistemine faydalıdır. Ter salgı halindeyken renksiz ve kokusuzdur. Ama bakteriler koltukaltı gibi sıcak ve nemli ortamlarda hızla artarak bu salgının kötü kokmasına sebep olur. Özellikle sıcak yerlerde terleriz. Hareketlerimizin çoğaldığı spor ve dans gibi aktiviteler yaparken de çok terleriz. Böylece vücut ısımızı dengede tutarız. Bu işlem için dağılan en az 2 milyon ter bezi görev yapmaktadır. Fiziksel aktiviteler yapmadan heyecan, korku, utanma ve sıkılma yaşanan durumlarda, fizyolojik bir sebep olmadığı halde terleriz. Vücutta dış ısılar veya gerilim sebebiyle kan dolaşımı hızlanır. Böylece, ter bezlerinin çalışır durumu alır. vücudun üst kısmına doğru bir sıcaklık akımı başlar. Terlemenin ikinci önemli işlevi ise vücuttaki zehirli maddelerin dışarı atılmasıdır.

Ultrason hangi hastalıklarda çekilir?

Ultrason hangi hastalıklarda çekilir?

Ultrason günümüzde kullanılan radyasyon içermeyen bir işlemdir. Genelde hastalıkların görülmesine yardımcı olur. Ultrason en çok karaciğer, safra kesesi, pankreas, dalak, böbrekler, mesane, yumurtalıklar ve rahim gibi karın içi organların görüntülenmesi için uygulanır ve ultrason doktor değerlendirir tanısını katar. Ultrason çekimine en çok gelen hastalar karın ağrısı şikayeti çeken hastalardır. Karaciğer ve dalak gibi karın içi organların büyümesi, safra kesesi ve böbrek taşları, apandisit, yumurtalık kistleri ve karın içindeki tümörler ultrason ile teşhis edilebilen hastalıklardan bir kısmıdır. Ultrason çekiminde şikayete göre aç veya yok çekilenler vardır. Karın içindeki organların ultrasonu için hastanın aç karnına olması gerekir. Bunun yanında mesane, yumurtalıklar ve rahimin incelenmesi için hasta idrarına sıkışık olmalıdır. Ultrason çekimi için gereken bu kadardır. Çekilme sırasında Hasta sırt üstü yatar. Cilt üzerine jel sürülür. "Prob" adı verilen cihaz ile karın içindeki organlar cilt üzerinden ayrıntılı olarak bakılır. Bugüne kadar gebelikte ve diğer hastalıklarda yan etkisi olmamıştır.

Sinüzit Belirtileri

SİNÜZİTİN BELİRTİLERİ NELERDİR?

Sinüzit burun ve yüzdeki kemiklerin etrafına sarmalayan içi hava ile dolu olan boşluklardır. Yüzün alt ve üst yarısında bulunan dört çeşit sinüs vardır. Sinüs burun içi mukozasının iltihabıdır. Bu hastalık, sinüslerin burun içi ile bağlantısını sağlayan sinüs ağızlarının tıkanması sonucu, sinüslerin havalanmasını bozarak, bakteri ve virüslerin yer edinip üremesi sonucunda oluşur. Bu bakteriler iltihap yapar. Burundaki bu iltihaplanmaya sinüs adı verilir. Sinüslerin işlevleri halen çözümlenememiştir. Fakat sesin rezonansının sağlanması, solunum havasının nemlendirilmesi ve ısıtması ile zararlı partiküllerin tutulması gibi görevleri vardır. sinüsün başka bir işlevi de baş ağrısını azaltmasıdır. Sinüzitin belirtileri vardır. sinüzit yüzde ağrı yapar, burun tıkanıklığı, burundan cerahatli akıntı ve geniz akıntısı en belirgin özelliğidir. Ayrıca koku almada azalma, gece öksürükleri, mide yanması, ağız kokusu ve halsizliğe sebep olur.

C Vitamini Soğuk Algınlığına İyi Gelir Mi?

Dengeli beslenmeyen  ve kafi miktarda Vitamin C almayan insanların soğuk algınlığı geçirme riski ve grip gibi hastalıklara yakalanma riski daha fazla olur.

Diyetisyen  Yaşam Koçu Gizem Şeber­; vitaminlerin ve minerallerin, bağışıklık sistemimiz üstündeki tesirleri yadsınamaz diyor. Neredeyse her biri­nin ayrı bir görevi bulunmakta­. Vitamin ve mineral yetersizliği durumunda vücut direnci­nin azaldığı, hastalıklara daha ba­sit yakalanıldığı ve hastalık süresi­nin daha uzun olabileceği uzun zamandır bilinen  gerçekler­. C vitamini­nin bağışıklık sistemi hari­cinde da bedenimizde mü­him görevleri bulunmakta­. Fakat bağışıklık sistemi için önemi ayrı­.

Doku tamamiyeti­ni sağlayan kollajenlerin sentezinde görev alma­sı ve vücut­ta demir minerali­nin daha iyi kullanı­mı görevleri bile bağışıklık sistemi­ni destekleyen  olgular­. Bun­dan başka antioksidan olma­sı ve vücut­ta meydana gelen  zararlı maddelerin atılmasına yardımcı olma­sı sebebiy­le hem bağışıklık sistemi­nin güçlenmesi­ni sağlıyor hem de kansere karşı koruma sağladığı düşünülüyor­. Vitamin C yetersizliğinde; vücut direnci azalıyor, diş etlerinde kanama oluşabiliyor, damarlar­da kanama kolaylaşabiliyor ve bir­takım vitamin ve minerallerin vücut­ta bulunan yararlı tesirleri azalıyor­.

Bilenin tam tersi portakal, mandalina, limon gibi turunçgiller Vitamin C içerseler de, C vitamini­nin en  zengin kaynağı değiller­. Maydanoz ve asma yaprağı C vitamini­nin en  zengin kaynakları­. Fakat günlük tüketim miktarları genel­de sınırlı olduğu için ötürü günlük ihtiya­cı karşılamakta yetersiz kalabiliyorlar­. Çilek ve kuşburnu da Vitamin C muhteviyatı fazla olan meyvelerden­. Yeşil biber ve kivi başka en  iyi Vitamin C kaynakları­. Aynı oran­da olmasa bile bütün meyve ve seb­zeler­de Vitamin C bulunduğunu da hatırlatmak gerek­. 1 adet kivi, günlük Vitamin C gereksinimi­nin yaklaşık %80’ini, bir tane portakal ise yaklaşık %49’unu karşılar­.

C VİTAMİNİ DESTEĞİNİ KİMLER ALMALI?

Yapılan birçok bilimsel araştırmaya göre, uzun sü­ren  ve yüksek tempolu egzersiz yapanların Vitamin C desteği kullanma­sı gerekebilmekte­dir­­. Zira spor­dan hemen  sonra vücut­ta serbest radikal –zararlı madde miktarın­da art­ma gözleniyor­. Sigara içenlerin Vitamin C ihtiyacı, sigara kullanmayanlara göre daha fazla­. Zira sigara da vücut­ta zararlı maddelerin artışı­na neden  olmakta­dır­­.  Fakat bilinçsiz Vitamin C desteği uzun süreçte böbrek taşı rizikosu yaratabileceğin­den  ötürü, kişiler Vitamin C desteği başlama dan evvel mutlak suretle doktorlarına danışmalılar­.

SOĞUK ALGINLIĞINA C VİTAMİNİ İYİ GELİR Mİ?

Bu konudaki tartışmalar ve bilimsel çalışmalar günümüzde hala devam etmektedir­­. Finlandiya’da yapılmakta olan bir çalışmada, ek Vitamin C almanın soğuk algınlığına yakalanma oranını %80’e kadar azaltabileceği belirlenmiş olsa bile, bu çalışma yoğun egzersiz yapanlar­da gerçekleştiği için, hareketsiz kişiler­de sonuç net olmaz­. Başka çalışmalar da ise, soğuk algınlığı süresi­ni kısaltmaya yardımcı olduğunu fakat hastalığın gidişatını değiştirmediği ortaya çıkmış durumda­. Günde 1 gram Vitamin C alımı­nın olumlu yönde tesirleri ola­bilir­­. Erkeklerin günlük Vitamin C ihtiya­cı 90 mg, kadınların 75 mg’dır­­. 

GÜNLÜK C VİTAMİNİ İHTİYACINIZI KARŞILAYIN

C VİTAMİNİ KÜRÜ
1 porsiyonu günlük Vitamin C gereksinmesi­nin tamamın­dan fazlasını karşılar­.
Karışık Meyve suyu (1 kişilik)
2 adet kivi
2 adet portakal
2 dilim ananas

Hazırlanışı: Bütün meyveleri yıkayın, soyun­. Tüm malzemeleri blender­dan geçirin­. Her seferinde taze hazırlayın, bekleme Vitamin C kaybına neden  o­lur­.

İlgili aramalar: soğuk algınlığına mandalina iyi gelir mi, portakal soğuk algınlığına iyi geliyor mu, c vitamini soluk algınlığına iyi gelir mi

Yüzdeki ağrılar tümör kaynaklı olabilir

Yürümede dengesizlik, yüzde ağrı, kulak çınlaması, burun tıkanıklığı ya da burun akıntısı gibi belirtiler, kafa tabanı tümörlerinden kaynaklanabiliyor. Hissedilen rahatsızlıkların farklı hastalıklarla karıştırılması ve kafa tabanı tümörlerinin erken dönemde belirti vermemesi ise teşhisi geciktirebiliyor. 

Memorial Şişli Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahisi Bölümü'nden Prof. Dr. Gökhan Akdemir, kafa tabanı tümörleri ve tedavileri hakkında bilgi verdi.

Her yaşta ortaya çıkabilir
Kafatasının koruması altında bulunan beyin, kafatasının alt kısmındaki deliklerden, sinirler ve omurilikle dışarıya doğru ilerleyerek, fonksiyonlarını yerine getirmektedir. Kafatası denilince daha çok üst kısım anlaşılmakla birlikte; burun, göz, kulak ve omuriliğe doğru inen bir yapısı da bulunmaktadır. Sinirler, damarlar ve omuriliğin bulunduğu bu bölgede ortaya çıkan rahatsızlıklar, gerek anatomik gerekse bölgesel açıdan karmaşık hastalıklardır. Her yaşta görülebilen kafa tabanı tümörleri, çocukluk çağında kraniofarenjiom, 30-40'lı, bazen de 50'li yaşlarda hipofiz tümörleri, menenjiomlar ve Schwannom şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Bu belirtileri önemseyin
Genellikle iyi huylu olan kafa tabanı tümörleri, gelişim hızı yavaş olduğu için erken dönemde genellikle belirti vermemektedir. İlerleyen dönemde özellikle yüzde şiddetli ağrı ile ortaya çıkan kafa tabanı tümörleri;
*Çift veya bulanık görme
*İşitme kaybı veya kulakta çınlama
*Burunda akıntı veya tıkanıklık
*Yürümede dengesizlik gibi belirtiler verebilmektedir.
*Hissedilen rahatsızlıklar, farklı hastalıklarla karıştırılabilmektedir. Hastalar bu şikayetler ortaya çıktığında ilk olarak göz ya da kulak burun boğaz doktorlarına başvurmaktadır. Kapsamlı bir nörolojik muayenenin ardından Bilgisayarlı Tomografi (BT), beyin tomografisi ve MR gibi radyolojik tetkiklerin ardından teşhis konulabilmektedir.

Leke ve benleri önemseyin
Kafa tabanı tümörleri arasında özellikle Schwannom'a ait nörofibromatozis adlı hastalıkta genetik geçişin etkili olduğu bilinmektedir. Genellikle beyin, kulak ve çevre sinirlerde gelişim gösteren Schwannom tümörleri bulunan hastalarının ciltlerinde et beni gibi yaygın benler ya da sütlü kahve gibi büyük lekelere sık rastlanmaktadır.

İleri teknolojiyle ameliyatlar daha güvenli
Kafatasının alt kısmında ortaya çıkan tümörler, anatomik olarak zor bir bölgede olduğundan uzman ellerde tedavi edilmesi gerekmektedir. Hastalık beynin kabuğunda olduğunda, kafatası kubbesi kaldırılarak bu kısma ulaşılabilmektedir. Ancak sorun kafa tabanında olduğunda yukarıdan aşağıya yol kat etmek beyinde istenmeyen etkilere neden olabilir. Teknolojinin ilerlemesiyle endoskopik olarak kafa tabanı tümörlerine; burundan, gözlerin arasından, kulağın içinden, boyun kısmından ve geniz bölgesinden beyne zarar vermeden girilebilmektedir. Koku alma, görme ve yüz hareketleri gibi sinirlerin cerrahi işlem sırasında hasar görmemesi için ameliyatlarda güvenliği üst seviyeye taşıyan nöromonitörizasyon ve nöronavigasyon gibi ileri teknolojilerden faydalanılmaktadır.

Bazı durumlarda ek tedavi gerekebiliyor
Ameliyatla alınan kafa tabanı tümörleri genellikle iyi huylu olduğundan ek tedaviye fazla ihtiyaç duyulmamaktadır. Ancak kafa tabanının derinliklerinde yer alan bazı oluşumlarda, örneğin ana şahdamarı bölgesinde yer alan tümörlerde Gamma knife, cyber knife ve LINAC tedavisi uygulanabilmektedir.

Anne sütü kadar değerli yiyecek

Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber, yumurtanın birçok açıdan faydalı olduğunu belirterek 'anne sütü kadar değerli olduğunun' altını çizdi.

Sodexo Avantaj ve Ödüllendirme Hizmetleri'nin yaşam kalitesini yükselten tavsiyeleri paylaşmak için oluşturduğu 'İyi Yaşa" platformunda önerilerde bulunan Diyetisyen ve Yaşam Koçu Gizem Şeber, kahvaltıların, yemeklerin, çorbaların, böreklerin yani neredeyse yediğimiz her yemeğin içerisinde yer alan yumurtanın anne sütü kadar değerli bir besin kaynağı olduğunu belirtiyor. Şeber sözlerine şöyle devam etti:

"Yumurta beyazı yüzde 100 protein yapısındadır. Özellikle kas yapmak isteyen sporcular için veya kas kaybı olan hastalıklarda yumurta beyazı tüketimi çok önemlidir. Ayrıca yumurtada bulunan bu proteinler kaliteli yapıdadır, yani vücudumuzda hızlıca ve kayba uğramadan kullanılırlar.

YUMURTA SARISI DEMİR ve PROTEİN KAYNAĞI
Yumurtanın sarısı demir minerali içerir. Fakat vücudun bu demiri kullanabilmesi için C vitaminine ihtiyacı vardır. O nedenle yumurtanın taze sebzeler ile veya taze sıkılmış meyve suları ile tüketilmesi son derece yararlıdır.

SAÇLAR VE BEYİN İÇİN VAZGEÇİLMEZ: BİYOTİN
Yumurta sarısında aynı zamanda biyotin vitamini yer alır. Saç ve tırnak sağlığı ve beyin gelişiminde önemli olan bu vitaminin en iyi kaynağı yumurtadır. Beyazı iyi pişmemiş yumurtalarda, avidin isimli madde biyotinin vücutta kullanılmasını engeller. Bu nedenle yumurtanın beyazının iyice pişmiş olmasına dikkat edilmelidir.

HAŞLANMIŞ YUMURTADA GRİ HALKA: YUMURTA YARARSIZ
Çok haşlanmış yumurtalarda oluşan gri halka artık bu yumurtadan sadece protein alabileceğimizin, vitamin ve minerallerin büyük kısmını kullanamayacağımızın göstergesidir. Bu yumurtalarda özellikle demir minerali kullanılamaz hale gelmiştir.

SADECE 70 KALORİ
Bir yumurta ortalama 70 kaloridir. Düşük kalorisine rağmen içerdiği kaliteli protein sayesinde uzun süre tok tutar.

AVOKADO İLE YUMURTADAN MAKSİMUM FAYDA
Avokado kendisi ile aynı anda tüketilen besinlerin vücutta daha iyi kullanılmasını sağlar. Yumurta gibi kıymetli bir besinden maksimum fayda sağlamak için avokado ile birlikte tüketmeyi deneyebilirsiniz.

Bel fıtığı konusunda doğru bilinen yanlışlar

Toplumda sık görülen bir sağlık sorunu olan bel fıtığı, her 10 kişiden sekizinde görülüyor. 

Her ağrının bel fıtığı olmadığına dikkat çeken Liv Hospital Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Hilal Yıldız, "Bel kaslarının gerginliği, omurga kemiklerini bağlayan bağlardaki zorlanmalar, omurgada kaymalar bel ağrılarına sebep oluyor. Bu nedenle herkes bel fıtığı olma riski taşıyor" dedi. Uzm. Dr. Hilal Yıldız bel fıtığı ile ilgili doğru bilinen yanlışlara dikkat çekiyor.

BEL FITIĞI AĞIR KALDIRANLARDA OLUR: YANLIŞ
Ağır kaldırmak bir risk faktörüdür. Çünkü ağır olan bir cismi kontrolsüz kaldırdığınız zaman bel omurgasının belli yerlerinde basınç artışı olur. Bu da diskin içindeki çekirdeğin yer değiştirmesi ve basınca dayanamayıp dışarı çıkmasına yol açar. Fakat bel fıtığı sürekli oturan bireylerde de görülebilir.

BEL FITIĞI OLANLAR SERT YERDE YATMALIDIR: YANLIŞ
Aslında çok sert zemin, omurga için rahatsız edici olabilir. Yarı sert ortopedik bir yatak bel fıtığı rahatsızlığı olan kişiler için çok daha ideal. Ancak ağrılı dönemde, özellikle yatış pozisyonuna dikkat etmek gerekiyor.

BEL FITIĞI AMELİYATINDAN SONRA SÜREKLİ KORSE TAKILMALIDIR: YANLIŞ
Korse bel kaslarının görevini aldığı için zayıflatıyor. İdeal olansa bel kaslarının güçlü olmasıdır. Ancak kas ağrısının yoğun olduğu dönemlerde, uzun saatler ayakta kalma, yolculuk gibi durumlarda iki haftayı geçmeyecek şekilde korse takılabilir.

TUVALET İHTİYACI DIŞINDA KALKMADAN KESİN YATAK İSTİRAHATİ GEREKİR: YANLIŞ
Hasta neredeyse ameliyattan hemen sonra bile ayağa kaldırılıyor. Ameliyattan sonraki bir ay içinde, aşırı bel hareketi yapmak, öne-arkaya eğilmek, dönmek ve uzun süre oturmak önerilmiyor. Yavaş yavaş hareket ve egzersizler başlar. Hasta kısa sürede günlük yaşama dönebilir.

BEL FITIĞI AMELİYATINDA FELÇ KALMA RİSKİ YÜKSEK: YANLIŞ
Günümüzde değişik ameliyat yöntemleri var artık. Felç kalma gibi durumlara çok az tanık oluyoruz. Ameliyat noktasına gelen kişinin rahatlıkla ameliyat olması öneriliyor. Önemli olan hasta için ameliyat gerekliliğinin titizlikle değerlendirilmesidir.

SPOR BEL FITIĞINI ÖNLÜYOR: YANLIŞ
Bel fıtığının sebeplerinden biri de uzun süre oturmak ve hareketsiz kalmak. Vücut ağırlığı alt kısımdaki sekmenlere biniyor ve disk, olması gerektiğinden daha fazla yük taşıyor. Kasların güçlü olması için hareket şart. Düzenli yapılan yüzme, pilates ve yoga gibi sporlar, bütün kasları eşit çalıştırarak güçlendiriyor. Bu da bel fıtığını büyük ölçüde engelliyor.

Mışıl mışıl bir uyku için 10 öneri

Kaliteli uyku sağlığımız büyük önem taşıyor. Özellikle uyku sırasında salgılanan melatonin hormonu, vücudumuz için oldukça faydalı. 

İyi bir uykunun başlıca ölçüsü ise sabah dinç uyanmak ve gün içinde zinde hissetmek. Liv Hospital Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Ferah Ece kaliteli bir uyku için gece yatmadan önce dikkat edilmesi gerekenleri anlattı.

  • Solunumun ve kalp üstünde basınç oluşmasını azaltmak için yemeğinizi yatmadan en az 3 saat önce yiyin.
  • Akşam yemeklerinde yenilen yağlı, kızartmalı ve baharatlı yiyecekler reflüye de yol açabildiklerinden uykuya dalmayı güçleştirip uyku kalitesini bozacaktır. Yağlı, kızartmalı ve baharatlı yemeklerden kaçının.
  • Yatmadan en az 4 saat önce alkol alımını kesin. Aşırı alkol solunumu baskılar ve uykuda solunum durmalarının sıklığını ve ağırlığını artırır. Alkol ve uyku ilaçları, kas gevşetici, anksiyete önleyici, ağrı kesici gibi ilaçlar, üst solunum yolu kaslarında gevşemeye yol açıp hava yolu tıkanmasına neden olabilirler.
  • Sigaranın neden olduğu tahrişin, horlama ve apne ağırlığını arttırdığı düşünülür. Sigaranın bırakılması uykuda solunumun düzelmesinde çok yardımcıdır. Uyarıcı madde içeren kahve, kola, çikolata gibi gıdalardan özellikle saat 17: 00'den sonra uzak durun.
  • Kitap okumak, gevşeme sağlayacağı için uykunun gelmesine yardımcı olur.
  • Özellikle yaşlılar eklem problemleri olanlar, artrozu bulunanlar kalp ve akciğer hastalığı olanların vücuda destek sağlayan rahat yatak ve yastıklarla yatmaları uyku kalitesini artırır. Kemik, kas ve eklem hastalığı olanların ortopedik yatak ve yastık kullanması gerekir.
  • Pamuklu kumaş hava akımına izin verdiği için çarşaf, nevresim kılıfı ve yastık kılıflarınız pamuklu olsun. Yatmadan 1 saat kadar önce duş alınabilir.
  • Yatmadan önce bir bardak süt içmek fayda sağlayacaktır.
  • Sadece uykulu hissettiğinizde yatağa gidin.
  • Sırt üstü yatma boyun ve boğazdaki yumuşak dokuların arkaya doğru kaymasına ve bunun sonucu olarak hava yolunun daralmasına ya da tam tıkanmasına yol açar. Sırta yerleştirilecek yastıkçıklar ya da pijamanın arkasına dikilecek bir cebe yerleştirilen tenis topu hastanın sırt üstü yatmasını engelleyebilir.

Böbrek sağlığı için protein dengesine dikkat!

Günde yaklaşık 200 litre kanı süzen böbrekler insan sağlığında hayati önem taşıyor. 

Dünya Böbrek Haftası kapsamında böbrek sağlığına dikkat çeken Sodexo Entegre Hizmet Yönetimi Sağlıklı Yaşam Yöneticisi Diyetisyen Sibel Mumcu, böbrekler için yeterli sıvı tüketiminin altını çizdi. Mumcu, böbrek sağlığını korumak için protein içeriği yüksek olan, özellikle hayvansal besinlerin beslenmede dengeli şekilde tüketilmesi gerektiğini söyledi.

Böbreklerin beyin, kalp, karaciğer gibi yaşamsal öneme sahip organlardan biri olduğunu hatırlatan Sodexo Entegre Hizmet Yönetimi Sağlıklı Yaşam Yöneticisi Diyetisyen Sibel Mumcu, "Böbrekler günde yaklaşık 200 litre kanı süzer. Bu sırada hem atıkları uzaklaştırır hem de vücuttaki sıvı ve asit-baz dengesi sağlar. Aynı zamanda ürettiği hormonların kanla vücuttaki hedef organlara taşınmasını da sağlar" dedi.

Böbrek sağlığının korunmasında sağlıklı yaşam tarzının benimsenmesinin önemli olduğunu anlatan Sibel Mumcu "Tükettiğimiz tüm besinlerin vücuttaki işlevleri bittikten sonra açığa çıkan atık ürünleri , kan ile birlikte böbreklere gelerek burada süzülür. Bu işlemin olması için yeterli sıvı tüketimi hayati önem taşır. Vücudumuzun ihtiyacı olan sıvıyı; içtiğimiz su, besinler ya da çeşitli içeceklerdeki su ile alırız. Böbreklerin sağlıklı çalışması için yeterli sıvı alımı önemlidir" dedi.

Protein bazlı diyetler böbrek sağlığını bozabilir
Proteinden zengin besinlerin son ürününün üre, kreatinin ve ürik asit olduğunu, bu atık maddelerin kanda fazla birikmesinin böbrekler için zararlı olduğunu belirten Sibel Mumcu, "Böbreklerde bir sorun olduğunda bu maddeler vücuttan uzaklaştırılamaz ve bu bireylerin beslenmesinde protein içeren besinler kısıtlanır. Genellikle kilo vermek için uygulanan hayvansal proteinden zengin ve düşük karbonhidrat içeren diyetlerin hem proteinlerin son ürünü olan maddeleri kanda artırdığı hem de böbreklerde taş oluşumuna neden olduğu görülmüş. Böbrek sağlığını korumak için protein içeriği yüksek olan özellikle hayvansal besinlerin, beslenmede dengeli şekilde tüketilmesi önemlidir" diye konuştu.

Sibel Mumcu, "Ailesinde şeker, yüksek tansiyon, kalp-damar hastalıkları ve böbrek sorunları olanların yanı sıra fazla kilolu olan bireylerin ve 60 yaşından büyük olanların yılda en az bir kez böbrek muayenesi yaptırması faydalı olacaktır" diye konuştu.

Mumcu böbrek sağlığı için şu önerilerde bulundu;
*Düzenli egzersiz yaparak ideal kilonuzu koruyun
*Tuzu azaltın ve yeterli sıvı tükettiğinizden emin olun
*Sigaradan, aşırı alkol tüketiminden ve gereksiz ilaç kullanımından kaçının
*Kan basıncını ve 40 yaşından sonra kan şekerinizi düzenli olarak takip edin

Düğün hazırlıkları estetikle başlar

Ülkemizde mutlu bir beraberliğin son noktası evlilikler için planlanan düğün merasimleri en fazla yaz mevsiminde gerçekleştiriliyor. İlkbaharla birlikte, düğün öncesi hazırlıkların arasında yer alan estetik operasyonlar ve medikal uygulamalarda ise hareketlilik başladı

Düğün günü en özel ve en önemli günlerden bir tanesi. Düğün hazırlıklarına ise, en az 6 ay evvelinden başlanıyor. Bu özel günde güzel görünmek içinse estetik cerrahiden ve medikal uygulamalardan faydalananların sayısı oldukça fazla. Estetik Plastik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Bülent Cihantimur, evlilik öncesinde yapılacak olan estetik cerrahi ve medikal uygulamaların 6 ay evvelinden başlamasını öneriyor.

Cihantimur: "Bu özel günde 2 tane başrol oyuncusu var. Bayanlar gelinliklerinin içinde, erkeklerse smokinleriyle güzel gözükmek ve anısı kalacak fotoğraflarda düzgün çıkmak istiyorlar. Eşler düğün günü sonrasında da bu konforu yaşamak ve birbirine duydukları saygı neticesiyle her zaman güzel ve bakımlı kalmak istiyorlar" açıklamasında bulundu.

Gelinlerin tercihi, Lazer Epilasyon, Botoks, Örümcek Ağı Estetiği ve Yağ Transferi

Gelinlerin daha çok dekolte ve yüz güzelliğine odaklandığını söyleyen Op. Dr. Bülent Cihantimur, tercih edilen uygulamaları anlattı. " Her zaman bakımlı ve makyajsız dahi güzel görünmeyi arzulayan gelinler, ilk olarak ciltlerine canlılık ve parlaklık kazandıran uygulamalara yöneliyorlar. Örümcek Ağı estetiği bu noktada yardımlarına koşuyor ve Cihantimur Yağ Transferiyle kombine uygulamaları tercih ediyorlar. Dudağa ve elmacık bölgesine yağ transferi, yüz kontürünü her zaman vurgulayan uygulamalardır.

Botoks gelecekte oluşabilecek derin çizgileri önlemeye yardımcı oluyor. Ayrıca düğün öncesinde en fazla rağbet edilen bir başka uygulama ise, lazer epilasyon. İstenmeyen tüylerden kurtulmak için en çağdaş ve en etkili yöntem olarak düşünebileceğimiz lazer epilasyon, sadece evliliğin ilk günlerinde değil, kadınlara yaşam boyu konfor sağlıyor".

Damatların Tercihi, Organik Saç Ekimi

Organik Saç ekiminin ise damatların en fazla tercih ettiği uygulamalar arasında yer aldığını açıklayan, Op. Dr. Bülent Cihantimur, tekniğin ayrıntılarını anlattı. " Organik Saç Ekimi erkeklerin düğün öncesinde yaptırdıkları ve en çok tercih edilen tekniklerden bir tanesi. Saç dökülmesi ve kellik biraz ileri yaşların göstergesi gibi düşünülse de aslında öyle değil. Bize gelen hastalarımız arasında gençler de çok fazla. Damatlar bu etkiden dolayı düğün günlerinde saçsız, kel ve olduklarından daha yaşlı gözükmek istemiyorlar. Organik Saç Ekimi diğer saç ekimi tekniklerinden farklı bir uygulamaya sahip. Hastanın bedeninden aldığımız yağı, kök hücreden zengin hale getiriyoruz ve saçtan yoksun alana enjekte ediyoruz.

Bu uygulama, öncelikle saçın dökülmesine ve kişinin saçsız kalmasına neden olan, sağlıksız cilt altını besliyor ve yeni ekilecek saçlar için maksimum verimli alan oluşturuyor. Organik Saç Ekimi sayesinde hastalar sağlıklı, son derece dolgun ve hacimli saçlara kavuşuyorlar. Damatlara tavsiyem düğün günlerinden en az 7 ay evvel Organik Saç Ekimi yaptırmaları olacaktır. "

Obezite cerrahisi sonrası en çok yapılan 10 hata

Kimisi vitamin almıyor, kimisi su içmiyor, kimisi karbonhidrattan uzak durmuyor, kimisi de hiç çaba göstermiyor. Henüz operasyonun üzerinden iki yıl geçmişken yoldan çıkıyor, düşündükleri kilonun daha azını kaybediyorlar.

2 binden fazla obezite ameliyatı gerçekleştiren BariatrikLab Obezite ve Metabolik Cerrahi Merkezi kurucusu Prof. Dr. Halil Coşkun, obezite cerrahisi sonrası en çok yapılan 10 hatayı sizler için kaleme aldı:

YEMEK YERKEN SU İÇMEYİN
Ağzı doluyken lıkır lıkır meşrubat içmek çoğunluk için normaldir. Ama kilo verme operasyonundan sonra, yemek yerken bir şeyler içmek, yemekleri midenizden alıp götürür. Siz de tekrar yemek yer, yine ameliyatlı torbacığınızı doldurursunuz. Ayrıca küçük mideniz yeterli proteini alamaz ve daha erken acıkmanıza neden olur.

İnsanlar susadıkları için bir şeyler içtikleri bahanesini öne sürüyorlar. Yemekten 20 dakika önce bir bardak su için. İşte sorun çözüldü. Bir kez yemek başladıktan sonra, genzinize bir şey kaçmadıysa, içmek yok. Uzun vadeli başarıda bu son derece önemlidir. Yemeklerle içmek yasak. Nokta. Bitti.

GAZLI İÇECEKLERDEN UZAK DURUN
Bir tane gazlı içecek içmek insanın midesini zarar vermese de çoğu kişiyi günde 3-4 tane veya daha fazla kola içtiği günlere geri döndürecektir. O günlere geri dönmemek lazım. Ameliyat olduktan sonra kişilerin yemeklerde gazlı içecek içme ihtimali daha yüksektir ve işte bu gazlı içecek ile yemek bileşimi sizi sonunda geri kilo almanıza neden olacaktır.

KOLAY VE HAZIR YEMEKLERDEN UZAK DURUN
İyi seçimlerden çok, kötü seçimler yaptığımız ortada; yoksa kilo verme operasyonuna ihtiyacımız olmazdı. Zayıf kişileri genetik yönden Allah tarafından kutsandıklarını zannederek hep kıskanırız ve yiyeceklerini iyi seçtiklerinin, normal egzersiz yaptıklarının farkına varmayız.

Kilo alma ve verme matematiktir. Tüketilen kalorilere karşı yakılan kaloriler. Yaktığımızdan daha fazla tükettiğimiz için 100 kilonun üzerine çıktık. Hatta daha fazla. Operasyondan sonra kilo vermediysek, bu hâlâ yaktığımızdan daha çok kalori alıyoruz demektir. Bir hacim kısıtlamamız var, bu da yanlış yiyecekleri seçtiğimiz anlamına geliyor.

Fast food'dan, kolay ve hazır yemeklerden uzak durun, taze yemek pişirin ve çevrenize daha iyi seçenekler yerleştirin. Hayatınızın geri kalan bölümü için, yapacağınız plan "önce protein, ardından düşük karbonhidratlı sebzeler" olmalıdır. Bunu tekrarlayın. Asla bunlardan vazgeçmeyin. Zararlı yiyecek seçimlerinizi değiştirme gibi bir niyetiniz yoktuysa, neden mide ameliyatı oldunuz?

YANINIZDA GÜVENİLİR BİRİ YOKSA ASLA ALKOL ALMAYIN
Alkolün kalorisi en kalorili besinlerle dahi kıyaslandığında çok yüksektir. Özellikle ilk altı ayınızda alkolün asit ve kalori seviyesinden kaçınmak gerekir. Muazzam kilo kaybı detoksu ile karaciğer ve diğer organlar zaten normal sınırlarının ötesine zorlanmışlardır. Bu tartışmasız böyledir.

Obezite ameliyatı ile işler değiştiği için alkolle daha önceki deneyimleriniz artık geçerli değildir. Sindirim için çanta büyüklüğünde bir mide olmadan, içtiğiniz kokteyl direkt olarak damla damla ince bağırsağa geçer ve neredeyse saf alkol olarak kan dolaşım sisteminize girer. Bir kaç saniye içinde çılgın bir sakar insana ve tehlikeli bir sarhoşa dönüşebilirsiniz. Üstelik mide bypass operasyonundan sonra, özel kokteyllerde örneğin 50 gramdan daha fazla şeker olduğu için fazla şekerden de dumping yaşayabilirsiniz.

Yanınızda güvenilir bir yakınınız yoksa asla alkol almayın. Alkol alınca işler çok kötüye gidebilir, bir de yalnızsanız veya operasyonu anlamayan biriyle beraberseniz bu durum sizi büyük bir tehlikeye sokabilir. Alkol zehirlenmesi sizin hayatınızı tehlikeye sokabilir, asla yalnızken bir kaç tek atmayın veya kendinizi içki içmek zorunda hissetmeyin.

Obezite ameliyatı geçirenlerde kompulsif davranışın iletilmesi sonucunda meydana gelen alkolizm oranında hafif bir artış olduğunu gösteren araştırmalar vardır. Buna dikkat edin. "Arada bir"den daha fazla içtiğinizi veya duramadığınızı fark ederseniz, yardım alın. Ameliyatı yapan ekibinizi arayın, onlar sizi yargılamazlar ve ne yapılması gerektiğini bilirler.

Obezitenin prangalarından kurtulduktan sonra dışarı çıkıp dans etmek ve partilere katılmak için muazzam bir istek duyacaksınız, sosyal içicilik de bu hayatın bir parçası haline gelebilir. Sadece o ilk yudumdan önce bir plan yapın.

VİTAMİN TAKVİYESİ ALMAMAK ÖLÜMLE SONUÇLANABİLİR
Lafı dolandırmadan konuya girelim. Midenizin büyük bir bölümü çıkartıldığı veya bağırsaklarınız yarıdan kesilerek bypass yapıldığı için ciddi kilo vermeniz kaçınılmazdır ve bu durumda vitamin almaya gerek olmadığını düşünmek gülünçtür.

Vitamin alın! Vitamin alın! Vitamin alın! 35 yaşında obezite ameliyatı geçirirseniz 25 yıl vitamin eksikliğinden sonra size neler olacağını hiç düşündünüz mü? Operasyondan sonra küçük bir tökezlemede düşen ve el veya ayak bileklerini kıran kaç kişi olduğunu duysanız çok şaşırırdınız. Çıtır çıtır içi gözenekli bir kemik tıpkı bir kağıt helva gibi kırılır ve iş işten geçtikten sonra yapılacak çok az şey vardır. Operasyondan uzun süre sonra çoğu kişi çene kemiklerinde osteoporoz yüzünden dişlerinin sallandığını fark edince dehşete düşerler. Temel yapıları bir kanal tedavisi veya implantı desteklemeyince, bir çoğu kemik aşılama da dahil karmaşık diş prosedürlerine ihtiyaç duyar.

Sizde vitamin, protein veya mineral eksikliği varsa, size zarar verebilecek çok ciddi hastalıklar da söz konusudur. Geri dönüşü olmayan ve hayati tehlikeyle sonuçlanabilecek, besin takviyelerini almamanın sebep olduğu nörolojik hastalıklar da vardır.

YETERİNCE SU İÇMEZSENİZ HASTANELİK OLURSUNUZ
Susuzluk hastaneye yatma sebeplerinin başında gelir ve çoğunlukla engellenebilir bir komplikasyondur. Cerrahi ekibiniz su içmeye devam etmenizi söylerken şaka yapmıyorlar. Çoğu kişi ameliyattan kendini iyi hissederek çıkmakta ve ilk 10 günden sonra başı dönmekte, midesi bulanmakta, başı ağrımakta, bir şeye odaklanamadan cümlenin ortasında uykuya dalmaktadır. Durum giderek kötüleşir ve ne yazık ki kendilerini kollarına serum takılmış bir halde bir hastane yatağında bulurlar. Bu sorunu yaşamamak için programlı olarak su için.

ABUR CUBURA DİKKAT
Gerçek yemekler planlayın ve yiyin. Üç öğün yemek artı iki küçük protein atıştırmalık. Buna aynı zamanda 'beş küçük yemek' de denir. Abur cubur, karın doyurmadan ara ara atıştırmaktır. Küçük mideniz en güçlü araçtır ve onu doldurmamak da karın doluluğunu kontrol etmenin güçlü bir yoludur.

Tabağınızı alıp sofraya oturun, sonra yavaş yavaş yemeye başlayın; karın tokluğu size ne zaman duracağınızı söyleyecektir. Abur cubur yemek, mideniz dolmadığı için daha uzun sürede daha fazla miktarda yiyecek tüketmenize izin veren bir davranıştır.

Abur cubur yemek dediğimiz olayın, çoğu aç olduğumuzu sandığımız veya sadece yapacak bir şeyler aradığımız zaman meydana gelen "beyindeki açlığın" sonucudur. Bilgisayarda oyun oynayın, okuyun, düşüncelerinizi yiyecekten uzak tutacak herhangi bir şey yapın.

DAHA AZ YİYİN, DAHA ÇOK YAKIN!
Obez kişiler spor salonuna giden kişilerin egzersiz yapmayı sevdiklerini düşünürler. Gerçek şu ki egzersiz yapan kişiler kendilerini iyi hissetmek ve iyi görünmeyi isterler. Egzersiz yapma duygusunu ve sonuçları gerçekten severler.

Kilo vermek matematiksel bir formüldür. Her gün 10 dakikalığına bile olsa kalp atışlarınızı hızlandırmanın getirdiği enerji, daha hızlı kilo vermenizi sağlayacak, daha uzun süre verdiğiniz kiloyu muhafaza edebileceksiniz ve hem daha iyi görünecek hem de kendinizi daha iyi hissedeceksiniz.

Şu anda "yapardım" ama dizlerim kötü, hastalıklarım var, spor salonu üyeliği için param yok gibi sessizce bahaneler üretiyorsanız, evde yapılabilen, hiç alet kullanılmayan, eklemlere hiç yük bindirmeyen ve günde sadece 10 dakikanızı alacak egzersiz planları da var. Kendinize gelin!

ÇOK FAZLA KARBOHİDRATLI YEMEYİN
Operasyon sonrası en büyük sorun açlıktır ve bir çok kişide bunun sebebi karbonhidrat almamaktır.

Önce protein almak, açlığı kontrol eden karbonhidratları dışarı itekler ve kilo kaybını zorlar. Yenecek herhangi bir karbonhidrat sebze/meyve türünden olmalıdır. Küçük bir süslü pasta, bir kase yaban mersini ile aynı miktarda karbonhidrat içerse de, sıfır besin vardır. Küçük bir pasta hiçbir besleyici değeri olmayan işlenmiş veya ölü yiyecektir. Onun yerine daha az kalorisi olan, tonlarca besleyici maddesi bulunan, tadı nefis ve depolanmış yağı yakacak enerjiyi kullanan yaban mersinini tercih edin. Her yönüyle çok daha iyi.

Kraker veya bisküvi gibi karbonhidratlar hızla yanarak sizi daha da aç bırakırlar. Balık kraker yedikçe canınız daha fazla kraker yemek ister. İnsanlar kilo alırken ve birkaç gün bir yiyecek günlüğü tutarken, karbonhidratlar da çaktırmadan mutfağa girivermişlerdir. Bunları mutfaktan atın, almaktan vazgeçin ve besin yönünden zengin taze, daha düşük karbonhidrat olan yiyecekler alın.

BALAYI DÖNEMİNE ALDANMAYIN
Kilo vermeye başladınız ve birden bire dünya daha iyi görünüyor, her şey daha iyi, morbid obezite sorunlarıyla tekrar karşı karşıya geleceğinizi düşünmek aklınızdan bile geçmiyor. Buna 'balayı dönemi' adı vermek doğru bir tariftir.

O muazzam kilo verilen ilk on iki ay süresince, otobüsü kullanan sürücü siz değilsiniz. Ne yaparsanız yapın aynı miktarda kilo vereceksiniz. Bunu kavrayamayan bazıları, her nasılsa sistemi kandırdıklarını ve patates kızartması yerken yine de kilo verdiklerini düşünüyorlar. Uzun vadede bunun sonu hiç iyi olmayacaktır.

Operasyon geçirmiş kişilerde, farklı yiyecekleri seçmez, sağlıklı beslenme sistemini oturtmaz ve bunları benimsemezlerse, hedefledikleri kiloya kadar bütün kiloları verememek veya birkaç yıl içinde tekrar kilo almak sıkça görülüyor. Çok dikkat edenler dahi, tıpkı hiç kilo verme operasyonu olmamış kişiler gibi, tekrar kilo alabilirler. Kilo verme operasyonu çaba gösterilmeden gerçekleşen bir iş değildir, yarattığınız yeni yaşam biçimine ciddi olarak sadık kalmazsanız sonsuza kadar sürmez.

Hamilelikte abur cubur yiyen annenin çocuğu..

Gebelik sırasında abur cubur gıdalara karşı duyulan istekle baş etmek zor olabilir ama araştırmacılar gebelikleri sırasında yağdan zengin diyetle beslenen kadınların çocuklarının (zihinsel) mental sağlıkla ilgili problemlere daha eğilimli olduğunu buldular.

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi'nde maymunlar üzerinde yapılan araştırmanın detayları hakkında şu bilgileri verdi:

ÇOCUK DAHA SONRA SAĞLIKLI BESLENSE BİLE...
"Gebelik boyunca aşırı yağlı beslenmek, çocukta beyin gelişimini olumsuz etkiliyor.

Böylece serotonin (mutluluk hormonu) seviyesi düşüyor ve duygu durum bozuklukları gelişiyor.
Ne yazık ki bu etki çocuk daha sonra sağlıklı beslense bile geri dönmüyor.

Yağdan zengin beslenme sadece anne adayları için sağlık problemi oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda bebeğin beyin gelişimini ve hormonları altüst ediyor. İleriki dönemde çocukta anksiyete ve depresyon gibi bozukluklara yol açıyor.

Birçok zihin sağlığı ile ilgili hastalık genetik ile ilgili olmakla birlikte anne beslenmesi de en az o kadar etkin.

Özellikle obezite ve yağ tüketiminin gelişen ülkelerde gittikçe arttığı düşünülürse, bu sorun gelecek jenerasyonlar için de önemli etkilere sahip.

MAYMUNLARDA KANITLANDI
Oregon Sağlık ve Bilim Üniversitesi'nden bir ekip yüksek yağ içeren diyetin etkilerini, gebe maymunlar üzerinde araştırdı.

Toplam 65 adet gebe makak cinsi maymun iki gruba ayrıldı. Bir gruba yağdan zengin diyet verilirken diğer grup kontrol grubu oldu.

135 adet dişi ve erkek yavru incelendi. Bunlardan anne karnında yüksek yağ içeren diyete maruz kalanlarda kontrol grubuna göre daha fazla anksiyeteye rastlandı.

Araştırmacılar buna beyindeki merkezi serotonin sistemindeki bozulmanın neden olduğunu söylediler.

Düşük serotonin seviyeleri, iştahı, sindirimi, hafızayı, uykuyu ve seksüel arzuyu etkileyen mod bozukluklarına neden olur.

Daha ötesi bu yavrular daha sonra sağlıklı diyet alsalar bile, erken yaştaki bu etkilenme geri dönmez.

BESLENMENİN GELECEK NESİLLERİN DAVRANIŞLARINA BÜYÜK ETKİSİ VAR
Pediatrik psikiyatristler de anksiyete ve depresyon gibi problemlerin ortaya çıkmasında beslenmenin, genetik yatkınlıklar kadar önemli olduğunu belirtiyor.

Beslenmenin gelecek nesillerin davranışlarına büyük etkisi var. Obezitenin kalp hastalığı gibi fiziksel rahatsızlıklarla bağlantısı biliniyordu ama artık beyni de etkilediği açıkça biliniyor.

Ortaya çıkan bu sonuçlarla, gebelikte anne beslenmesi ve bebeğin akıl sağlığı arasındaki bağlantıyı açıkça göstermekteki amacımız, gebeleri kötü beslenmenin etkileriyle ilgili uyarmak ve aileleri gelecekteki akıl ve beden sağlığı için sağlıklı seçimler yapmaya yöneltmek olmalıdır.

Sağlıklı yaşam tarzı ve beslenme gebelik sırasında da bir sağlık politikası olmalıdır. Bu konularda yapılan çalışmalar ve yazılan yazılarla halkın ve kadınlarımızın farkındalığı artırılmalı ve gebelikte sağlıklı beslenmenin önemi sürekli vurgulanmalıdır."

Zehirlenmeye yol açan bakteri sofranızda olabilir!

Son günlerde yaşanan acil vakalarda adı sıkça duyulan ve Salmonella adı verilen bakteri, dikkat edilmemesi durumunda günlük hayatı da tehdit eden ölümcül bir bakteri türü. Peki çeşitli yiyeceklerle sofralarımıza kadar gelen bu tehlikeli bakteri türüne karşı kendimizi nasıl koruyabiliriz? 

Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Güler Delibalta, bu tehlikeli virüse karşı nasıl önlem alınması gerektiğini anlattı

Gıda zehirlenmelerine yol açan bakteriler arasında ön sıralarda bulunan Salmonella, çeşitli yollarla bulaşabiliyor. Son zamanlarda tehlikeli vakalarla adı duyulmaya başlanan bu bakteri türü insanlara, çiğ gıdalar ve ellerinde salmonella bakterisi bulunan kişilerin hazırladığı gıdaların yenilmesi sonucu bulaşıyor.

Emsey Hospital'dan Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Güler Delibalta, bakterinin bulaşmış olduğu su ve yiyeceklerin uygun olmayan ısı koşullarında saklanması sonucu yoğunluğunu artırdığını, bu gıdaların sindirim sistemine ulaşması sonrasında mikroorganizmaya bağlı toksinler aracılığıyla gıda zehirlenmesi tablosunun ortaya çıktığını belirtti.

Çiğ veya iyi pişirilmemiş tavuk, et, yumurta, balık ve pastörize edilmemiş süt salmonella enfeksiyonu için kaynak oluşturabildiğini söyleyen Uzm.Dr. Güler Delibalta, temiz su sistemine yönelik alt yapının yetersiz olduğu durumlarda toplu zehirlenmelerin görülebildiğini söyledi.

Zehirlenmelerin belirtileri
Bakteri vücuda girdikten sonra genellikle 6 – 48 saat içerisinde hastalık belirtisinin ortaya çıkmaya başladığını ifade eden Emsey Hospital Enfeksiyon Hastalıkları ve Mikrobiyoloji Uzmanı Dr. Güler Delibalta, "Karın ağrısı-kramp hissi, bulantı, kusma, ishal, yüksek ateş sık görülen semptomlardır. Yapılan muayenede yüksek ateş ile birlikte karın ve göğüs bölgesinde görülen küçük kırmızı döküntüler Tifo olarak adlandırılan salmonella enfeksiyonunu ağır formunun göstergesidir. İshalin şiddetine bağlı olarak gelişen sıvı kaybı özellikle çocuklarda önemli bir klinik sorundur." dedi.

Salmonella ilişkili gıda zehirlenmelerinin önlenmesi için neler yapılmalı
Usulüne uygun şekilde pişirme veya pastörizasyon ile salmonella bakterisi canlılığını kaybedeceğini belirten Uzm.Dr. Güler Delibalta, salmonella ilişkili gıda zehirlenmelerinin önlenmesi için şunları önerdi;

Gıdalar uygun şekilde pişirilmeli ve saklanmalı,
Yiyeceklerin hazırlandığı alanların temizlikleri uygun şekilde yapılmalı,
El hijyenine dikkat edilmeli,
Yumurta, süt, kaymak vb. besinler çiğ olarak kullanılmamalı,
Gıda sektöründe çalışanların periyodik olarak salmonella taşıyıcılığı yönünden taramalarının yapılaması,

 
Blogger Templates