Subscribe:

Ads 468x60px

Balayı için hayaller yurtdışı, gerçekler yurtiçi

Online araştırma şirketi DORinsight tarafından yapılan "Düğün Mini Anketi"ne katılan evli ve bekâr katılımcıların yanıtları, düğün öncesi yapılan planların çoğunun gerçekleştirilemediğini ortaya koyuyor.

Hitay Holding firmalarından Türkiye'nin en büyük izinli veritabanına sahip online araştırma şirketi DORinsight tarafından "Düğün Mini Anketi" gerçekleştirildi. Online olarak tamamlanan araştırmaya; Türkiye temsili, ABC1C2DE sosyo-ekonomik segmente mensup 6 bin 180 kişi katıldı.

Araştırma kapsamında, evli katılımcılara kendi düğünlerine dair bilgiler sorulurken bekâr katılımcılara da nasıl bir düğün yapmak istedikleriyle ilgili sorular yöneltildi.

Hayaller yurtdışı, gerçekler ise yurtiçi
Yapılan araştırma sonuçlarına göre yüzde 61 oy oranı ile katılımcıların büyük bölümü düğün hazırlıklarına son 6 ay kala başlıyor. Evli ve bekâr katılımcıların balayına dair yanıtları kıyaslandığında ise hayallerini gerçekleştirmedikleri ortaya çıkan diğer bir önemli sonuç oldu. Bekâr katılımcıların yüzde 95'i balayına gitmeyi planladığını belirtirken evli katılımcıların yüzde 61'i balayına gidebildiklerini söyledi. Bu da evlenme arifesindeki çiftlerin neredeyse tamamına yakınının balayı planı yapsa da gerçekte yarıya yakının balayına gidemediğini gösteriyor. Bunun yanı sıra her 2 bekâr katılımcıdan 1'i balayı için yurtdışına çıkmayı planlıyorken evli katılımcıların sadece yüzde 13'ü balayını yurtdışında yapabildiklerini ortaya koydu.

Ayrılan bütçe 50 bin TL'ye kadar çıkıyor, harcanan ise 10 bin TL'den az
Katılımcılara düğüne ayırdıkları ya da ayırmayı planladıkları bütçe sorulduğunda bekârların yüzde 68'i düğün için 10 bin TL ila 50 bin TL arasında yanıt verirken, buna karşın evli katılımcıların sadece yüzde 50'sinin bu aralıkta harcama yaptığı ortaya çıktı. Diğer sonuçlara göre evli katılımcıların yüzde 42'si düğünleri için 10 bin TL'den az harcama yaparken, bekâr katılımcıların sadece yüzde 17'si bu aralıkta harcama yapmayı düşünüyor. Evli katılımcılar ortalama olarak düğünlerine 24 bin 833 TL harcarken bekâr katılımcılar ortalama 30 bin 135 TL harcamayı planladıklarını belirtiliyor.

Her 2 kişiden 1'i düğünümde asla yapmam dediği şeyi yaptı
Evli katılımcılara düğünlerinde asla yapmam dedikleri şeyler sorulduğunda, verdikleri yanıtlara göre her 2 katılımcıdan 1'inin düğünlerinde asla yapmam dediği şeyden birini yaptığı ortaya çıktı. Herkesi teker teker sarılıp öpmek ve göbek atmak yüzde 17'şer oranla asla yapmam denilip yapılanlardan ilk sırada yer aldı.

Kır düğünü hayalleri süslese de düğünler, salonlarda yapılıyor
Bekâr katılımcılara düğünlerini nerede yapmak istedikleri soruldu. Verilen yanıtlara bakıldığında bekâr katılımcıların yüzde 35'inin kır düğünü yapmak istedikleri tespit edildi. Bunun ardından düğün yapılacak yerler arasında yüzde 26'lık oran ile düğün salonlarının ve yüzde 13'lük oran ile sahil kenarının tercih edildiği ortaya çıktı. Evli katılımcıların düğünlerini nerede yaptıklarına bakıldığında ise katılımcıların yüzde 65 oy oranı ile büyük çoğunluğun düğün salonlarını tercih ettiği görüldü. Yüzde 54 oy oranı ile nikâh sonrası yakınlarıyla bir akşam yemeği planlamak ise düğün yapmak dışında en çok tercih edilen alternatif bir kutlama oldu.

Masraflar için en büyük destek babalardan!
Evli katılımcıların yüzde 72'si yaptıkları harcamalar için ailelerinden destek aldığını yüzde 30'u kredi çektiğini belirtti. Bekâr katılımcıların ise yüzde 75'i ailelerinden destek almaya sıcak bakarken yüzde 61'i kredi çekmeyi planladığını ifade etti. Tüm bu süreçte dünya evine girecek çiftlerin maddi manevi ihtiyaçlarını göz önünde bulundurularak onlara düğünlerinde en çok destek olan veya olacak kişi sorulduğunda yanıtlar babalardan yana oldu. Evli katılımcılar yüzde 45 ile "en büyük destek babam" derken bekâr katılımcılarda da bu oran yüzde 35 oldu. Babaların ardından ise en destekçi ikinci aile bireyi olarak anneler yer aldı.

Bekâr ve evli çiftlerin tercihi: Yazın ve yurtiçinde evlilik
Araştırmaya katılan evli katılımcıların yüzde 46'lık oran ile yaz mevsiminde dünya evine girdikleri tespit edildi. Çiftlerin evlenmeyi tercih ettikleri diğer mevsimlerin tercih edilme oranlarına göre sıralaması ise sonbahar (yüzde 25), ilkbahar (yüzde 18) ve kış (yüzde 11) oldu. Bekâr katılımcılara hangi mevsimde evlenmek istedikleri sorusu yöneltildiğinde ise yüzde 55'lik oran ile yine evlilik için en çok tercih edilen mevsimin yaz olduğu görüldü. Bekâr katılımcıların yüzde 30'u ise ilkbahar mevsiminde evlenmek istediklerini kaydetti. Ayrıca hem evli (yüzde 98) hem de bekâr (yüzde 93) katılımcıların düğün için yurtiçini tercih etmesi de anketten çıkan diğer bir sonuç oldu.

Fazla Kilolarınız Sağlığınızı Tehdit Ediyor

Obezite ve fazla kilo problemi tüm dünyanın en büyük salgınlarından biri olmaya devam ediyor. 

Dünya çapında 300 milyondan fazla obez ve 1 milyardan fazla kilolu insan var. ABD'de, yılda yaklaşık 112.000 ölüm doğrudan obezite ile ilgili. Ülkemizde de giderek artan bir oranla görülmeye başlayan bu sorun, kozmetik bir problem olmanın çok ötesinde, kişinin sağlığına doğrudan ve ciddi anlamda zarar veriyor.

İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Bora Öztürk, pek çok kronik hastalığın da nedeni olan obezite ve fazla kilo sorunu ile mücadele hakkında önemli bilgiler verdi, uyarılarda bulundu.

Sağlık, insan yaşamının sürdürülmesinin, yaşam kalitesinin yükseltilmesinin ve korunmasının en önemli unsuru. Maksimum sağlık için yeterli ve dengeli beslenmek, düzenli fiziksel aktivite yapmak, stresten uzak durmak, sigara içmemek ve düzenli sağlık kontrollerinden geçmek büyük önem taşıyor. Ancak günlük hayatta bilinçsizce yaptığımız pek çok şey kilo almamıza neden olabiliyor ve aldığımız kilolar sağlığımız için ciddi riskler oluşturabiliyor.

Çocuklarınız Da Risk Altında
Düzensiz beslenme, hareketsiz yaşam tarzı ve yanlış diyet uygulamaları gibi pek çok nedenle ortaya çıkabilen obezite ve fazla kilo problemi, insülin direnci ve tip-2 diyet, hipertansiyon, yüksek kolestrol, kalp krizi, inme, kısırlık problemleri, safra taşları, gut ve gut artriti, uyku apnesi gibi pek çok soruna neden olabiliyor. Kişinin yaşadığı tüm psikolojik ve fiziksel süreçlerin yanı sıra fazla kiloların kendisiyle birlikte çocuklarını da tehdit ettiğini önemle vurgulayan Dr. Bora Öztürk, bir ailede anne kilolu ise çocuğunun da kilolu olma ihtimalinin yüzde 50'lere, hem anne hem baba kilolu ise yüzde 70-80'lere ulaşabileceğini belirtiyor ve aileleri obezite ve fazla kilo problemiyle mücadele etmeye davet ediyor.

Yoyo Diyetler Tehlikeli Olabilir
Obezite ve fazla kilo hastalarının en sık yaptığı yanlışların başında her gün bir yenisi çıkan şok (yoyo) diyetlerin uygulanmasının geldiğini belirten Dr. Öztürk, bilinçsizce yapılan çok düşük kalorili sağlıksız zayıflama diyetlerinin; baş ağrısı, konsantrasyon bozukluğu, yorgunluk, kalp ritminde bozukluk, tansiyon düşüklüğü, adet düzensizlikleri, kabızlık, kansızlık, ciltte kuruluk, saç dökülmesi gibi pek çok sağlık sorununa neden olabileceği konusunda uyarıyor ve ayrıca bu diyetlerin bireyin bazal metabolizma hızının düşmesine, diyetin bırakılması sonrasında hızla verilen kiloların geri alınması nedeniyle de bireylerin sürekli zayıflama diyeti uygular hale gelmesine neden olacağını belirtiyor.

Tüm bireylerde obezite ve fazla kilonun farklı nedenlerle ortaya çıktığını ve bu nedenle tedavinin kişiye özel olmasının son derece önemli olduğunu belirten Dr. Öztürk'ün tüm bireylere tavsiyeleri ise şöyle:

• Sağlık profesyonelleri ile çalışın,
• Kısa ve uzun vadeli gerçekçi kilo kayıpları hedefleyin,
• Çok düşük kalorili, sağlığınızı riske atacak diyetlerden uzak durun,
• Beslenme günlüğü tutun,
• Sizin için yüksek riskli durumları belirleyin ve bunlardan kaçının,
• Kilo kaybı ve beden imajınız ile ilgili gerçekçi inançları benimseyin,
• Aile, arkadaşlar ve iş arkadaşları da dahil olmak üzere, bir destek ağı geliştirin ya da hedefe odaklanmak yardımcı olabilecek bir destek grubuna katılın,
• Egzersiz uzun vadeli kilo kaybı şansınızı arttırır, egzersizi günlük hayatınıza sokun, aracınızı park edin ve yürüyün. Yürüyüş en etkili egzersiz biçimlerinden biri olarak kabul edilir. Bisiklete binin, asansör yerine merdiven kullanın,
• Televizyon izlerken harcadığınız zamanı azaltın.

Alternatif Yöntemler De Mevcut
Bazı hastaların tüm bu uygulamalara ve çabalarına rağmen yine de kilo veremediklerini, verseler de geri aldıklarını belirten Dr. Öztürk ' Cerrahi yöntemler ciddi anlamda riskler taşıyabiliyor, hastalar için korkutucu olabiliyor. Ancak alternatif yöntemler de var. Biometrik İntragastrik mide balonu gibi ameliyatsız yöntemlerle de tamamen sağlıklı bir biçimde kilo vermek mümkün' diyor. Birçok hastanın açlık hissini bastırmanın çok küçük porsiyonlar ile mümkün olamadığından yakındığını vurgulayan Dr. Öztürk, Biyometrik Intragastrik balonunun en belirgin etkisinin de hızlı tokluk hissine ulaşma ile uygulanan diyete uyumu kolaylaştırmak olduğunu belirtiyor.

Hastanede yatış gerektirmeyen, günübirlik, 10 dakika gibi kısa bir süre içerisinde gerçekleştirilen uygulamada intragastrik balon endoskopik olarak midenize yerleştiriliyor. Yöntem kalıcı hiçbir değişiklik yaratmıyor, istenildiğinde çıkartılabilir, sağlığınızı riske atmıyor. Size özel düzenlenen beslenme programları ve yaşam tarzı değişiklikleri ile psikolog ve diyetisyenler eşliğinde tedaviniz sağlıklı kilonuza ulaşıncaya kadar sürüyor, güvenle ve sağlıkla kilo kaybı sağlanabiliyor.

Mutlu menopoz dönemi için sihirli ipuçları

Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı öğretim üyesi Doç. Dr. Özgür Öktem menopoz konusunda bilinmeyenlere dikkat çekiyor. Doç. Dr. Özgür Öktem "Menopoz, yumurtalık rezervinin yani barındırdığı yumurta hücrelerinin tükenmesi sonucu oluşur. Yumurtlama işlevi kaybolduğundan artık hasta adet göremez. 

Doğal menopoz yaşlanmanın doğal bir sonucu olarak gelişir. Doğum yapmış olan kadınlarda yapmamış olanlara ve doğum kontrol hapı kullanmış kadınlarda kullanmamış olanlara oranla menopoz daha geç olur. Ateş basması, hafıza zayıflığı, bilişsel fonksiyonlarda azalma ve cinsel isteksizliği menopoz belirtisi olarak söylemek mümkün. Menopoza geçiş döneminde ve sonrasında bazı metabolik değişimler olmaktadır."

Gelişmiş ülkelerde doğal menopoz yaşının 51 ila 54 olduğunu söyleyen Doç. Dr. Özgür Öktem, az gelişmiş ülkelerde 40'lı yaşlarda kendini gösterdiğini belirtiyor.

Doğal menopozdan farklı olarak 40 yaşından önce kadınların erken menopoza girebildiğine dikkat çeken Doç. Dr. Özgür Öktem "Erken menopoza sebep olan faktörler doğal menopozdan farklı olduğunu belirtti. Bazı genetik hastalıklar (Turner sendromu, galaktozemi hastalığı, FMR-1 gen mutasyonları), kanser hastalarının maruz kaldığı kemoterapi ilaçları ve radyasyon tedavisi de yumurtalık dokusundaki yumurta hücrelerinin erken ve kitlesel ölümüne sebep olarak erken menopoza yol açabilmektedir. Ancak tüm bu sebepler erken menopoz olgularının sadece %5-10'nunu açıklar. Kalan %90-95 olguda sebep belirsizdir.

Aile öyküsü çoğu hastada mevcuttur. Anne ve anneannelerinde erken menopoz hikâyesi vardır. Annesi erken menopoza giren kadınlarda erken menopoz riski daha fazladır. Bu nedenle aile öyküsü bulunan genç kadınların yumurtalık rezervlerinin belirlenmesi amacıyla bu konuda uzman hekimlere başvurmaları önemlidir.

Doğum yapmış olan kadınlarda yapmamış olanlara ve doğum kontrol hapı kullanmış kadınlarda kullanmamış olanlara oranla menopoz daha geç olur. Günde 10 veya daha fazla sigara içen kadınlarda menopoz yaşı 1,5 yıl erkene çekilmektedir. Ayrıca cerrahi müdahale sonucunda yumurtalıklardan birinin kaybı ve endometriosis hastalığı da menopozun daha erken gelmesine neden olan etkenlerdendir" dedi.

Doğal menopozun normal yaşlanmanın bir sonucu olduğuna dikkat çeken Doç. Dr. Özgür Öktem sözlerine şöyle devam etti: "Genel vücut sağlığını olumsuz etkileyebilecek bazı değişimlerle beraberdir. Bunlar içinde kalp damar sisteminde yaşlanma ve buna bağlı kalp krizi riskinde artış ile kemik erimesi olarak bilinen osteoporoz, menopozun getirdiği en önemli sağlık sorunlarıdır. Bunlara ek olarak ateş basmaları, hafızada zayıflama, zihinsel fonksiyonlarda azalma ve cinsel isteksizliğe de sebep olmaktadır.

Menopoza geçiş döneminde ve menopoz sonrası bazı metabolik değişimler olur. Kan yağlarında yükselme, karın bölgesinde yağlanmada artış, gizli şeker ve damar kireçlenmesi olarak bilinen ateroskleroza bağlı olarak kalp damar hastalığı riski artar. Menopoz öncesi kadınlarda kalp krizi ve buna bağlı ölüm erkeklere nazaran çok daha nadir görülürken menopoz sonrası risk artar ve 70 yaşından sonra erkeklerle aynı olur. Menopozun getirdiği bir diğer olumsuzluk kemik erimesidir.

Yoğunluğunu kaybeden kemik dokusu daha kırılgan hale gelir ve küçük bir travma ile kırıklar oluşabilir. Kalça kemiği, el bileği ve omurga kırıkları kolaylıkla oluşabilir ve sağlığı ciddi tehdit eder. Hem kalp hastalığı hem de kemik erimesi erken menopoz olgularında daha şiddetli seyreder ve mutlaka tedavi edilmelidir. Artık görevini yapamayan yumurtalık dokusunun kadınlık hormonu olarak bilinen östrojen hormonunu üretememesi bu olumsuz tabloların ortaya çıkmasında en büyük paya sahiptir. Ancak ne var ki doğal menopozda yani 50'li yaşlarda gelişen menopozda östrojen hormonunun dışarıdan verilmesi kalp hastalığı riskini düşürüp düşürmediği hala tam netliğe kavuşmamıştır.

10 sene ve üzerinde östrojen kullanan hastalarda (hormon replasman tedavisi) yapılan çalışmalar göstermiştir ki kalp hastalığı, damar içi pıhtılaşma, pıhtı atması, inme ve meme kanseri riskinde artış olmaktadır. Kemik erimesi östrojen tedavisine çok iyi yanıt verir ve düzelir. Ancak östrojen tedavisi bırakıldığında tekrar eski düzeyine iner yani tekrar başlar. Tüm bu nedenlerle östrojene alternatif tedaviler geliştirilmeye çalışılmaktadır.

Erken menopoz hastalarında durum farklıdır. Bu hastaların doğal menopoz yaşı olan 50 yaşına kadar hormon replasman tedavisi almaları gerekmektedir. Bu dönemde östrojen tedavisi kalp damar sisteminde erken yaşlanma, kalp krizi riski, ateş basmaları, kemik erimesine karşı koruyucudur."

Günde sadece 1 dakika ayırarak güzel görünebilirsiniz

Klinik Pilates Eğitmeni Ayça Kaşıkçı, plank hareketi ile günde sadece 1 dakika ayırarak nasıl fit olunabileceğinin ipuçlarını veriyor.

Sodexo Avantaj ve Ödüllendirme Hizmetleri'nin yaşam kalitesini yükselten tavsiyeleri paylaşmak için oluşturduğu "İyi Yaşa" platformunda önerilerde bulunan Klinik Pilates Eğitmeni Ayça Kaşıkçı, günde sadece 1 dakika ayırarak fit bir vücuda sahip olmanın yolunu anlatıyor. Kaşıkçı sözlerine şöyle devam ediyor: "Yeni yılla beraber kendimizi daha mutlu, daha huzurlu, daha sevgi dolu, daha anlayışlı ve bir sürü daha'larla görmek istiyoruz. Yeni ümitlerle başlamak istiyoruz yeni yıla! Belki, önce kendimizi sevmekle başlarsak her şeyi daha güzel görebiliriz. İşte size, aynada kendinizi daha güzel görebilmeniz için küçük bir tüyo!

Günde sadece bir dakika 'Plank' (şınav) pozisyonunda durarak kendinizi yeniden değiştirebilirsiniz...

Şaka bir yana, 'Plank' (şınav) pozisyonunda durmanın faydalarını okuyunca fiziksel aktivite olarak günde sadece bir dakika bunu yapsanız bile bambaşka bir vücuda ve duruşa sahip olacağınıza eminim! Doğru ve sağlıklı bir şekilde uygulandığı taktirde...

Öncelikle 'Plank Pozisyonu' nedir ve nasıl yapılmalıdır?

Yüz üstü pozisyonda eller ve ayaklar yerdeyken, pelvis kasları yardımıyla parmak ucuna kalkılır ve bacaklar dümdüz yere paralel konuma gelinir. (Ya avuç içleri üstünde ya da dirseklerin üzerinde durulur). Bel çukurluğu pelvis kasları desteğiyle düzleştirilir, bel kavisi ortadan kalkar. Sırtımız ve belimiz dümdüz konumdadır. Omuzlarımızı aşağı doğru indirerek baş ve omuz arasındaki boyun bölgesi rahatlatılır ve bütün yük pelvis kaslarına aktarılır. Kafa öne doğru eğilir, yere paralel matın ortasına bakılır pozisyondadır.

Bu yukarıdaki pozisyonu elde ettikten sonra vücut kuvvetimize göre, yeni başlayanlar için 15 saniye, 2 dakikaya kadar bu konumda sabit kalınarak tüm vücut kaslarımızın çalışması sağlanır. 15 saniye, 30 saniye, 45 saniye ve 1 dakika olarak çalışma hafta ve aylar içinde arttırılmalıdır. Bu esnada nefes alıp-verimi unutulmamalı, nefese odaklanarak vücudun rahatlatılması sağlanmalıdır.

Peki bu hareketin vücudumuza sağladığı yararlar nelerdir?

Tüm vücut kaslarını kuvvetlendirir:
-Transversus abdominis (tüm karnımızı çevreleyen karın kasları)
-Rectus abdominis (karnımızın ön bölgesindeki paket kasları olarak tabir edilen kaslar, 6 paket kası)
-Obliques (yan karın kasları)
-Gluteus (kaba et kaslarımız)
Sakatlanma riskini azaltır:
Tüm vücut kaslarını izometrik bir şekilde kuvvetlendirdiği için vücudumuzdaki her yöndeki (aksiyal, frontal ve sagital; öne-arkaya, sağa-sola ve rotasyon) hareketleri daha kolay ve kısıtsız yapabiliriz. Ayrıca sırt bölgesinin kuvvetlenmesini sağlayarak buradaki ağrıların azalmasına destek olur.

Metabolizmayı kuvvetlendirir:
Plank (şınav) pozisyonunda tüm vücut kaslarında kontraksiyon gerçekleşir, bu da kalp atışını hızlandırır. Kalp atışının artması da kalori yakımı sağlar. Bu nedenledir ki, plank (şınav) pozisyonunda vücudumuzda hiçbir hareket olmamasına rağmen, mekik hareketinden daha fazla kalori yakılmasına neden olarak metabolizmanın kuvvetlenmesi sağlar.

Daha dik durmanızı sağlar:
Düzenli plank (şınav) pozisyonunu çalışmak sırt, omuz, kol ve boyun kaslarını kuvvetlendirdiğinden sırt bölgesinde daha düz bir görünüm elde edilerek doğru bir vücut duruşuna sahip olunur.

Vücuttaki dengeyi geliştirir:
Karın kasları; pelvis kasları ile sırt kasları arasında köprü görevi görür. Bu da düzgün vücut duruşunun temelini oluşturur. Plank (şınav) pozisyonu da tam olarak bu köprü bölgesini çalıştırıp kuvvetlendirdiği için ve burası da vücudun denge bölgesi olduğu için bu çalışmayla vücudun denge ve dayanıklılık seviyesi yükselir.

Vücudun esnekliğini arttırır:
Doğru bir plank (şınav) pozisyonunda boyun ve omuz bölgeleri, kürek kemikleri, alt ve üst bacaklar, ayak tabanları ve parmak uçları çok güzel bir şekilde esnetilmiş olur. Bu da vücudun genel esnekliğini arttırır.

Kol ve bacak kaslarını geliştirir:
Plank (şınav) pozisyonu düzenli çalışma sonucunda kol ve bacak kaslarında, karın kaslarıyla doğru orantılı bir şekilde kuvvetlenme ve sıkılaşma görülecektir.

NOT: Yeni başlayanlar için küçük bir uyarı niteliğinde, lütfen özellikle bel bölgenizde herhangi bir ağrı hissettiğinizde çalışmayı bırakın. Vücudunuzun yeteri kadar kuvvetlendiğinden emin olmadan saniyeleri arttırmayın. 15 saniyeden 30 saniyeye geçiş süresi daha önce bu hareketi hiç çalışmamışlar için bir aydan önce olmamalıdır!

Kadınlarda depresyonun bir nedeni de obezite

Çağımızın en önemli sağlık sorunlarından biri obeziteyse diğeri depresyon... Aynı zamanda birbirleriyle ilişkili bu iki rahatsızlık, birbirlerine davetiye çıkarıyor. 

Obezitenin birçok psikiyatrik soruna yol açabileceğine değinen Acıbadem Ankara Hastanesi Psikoloğu Bülent Baykal, bir numarada majör depresyon bozukluğunun olduğunu söyleyerek, ağırlıklı olarak kadınların bundan daha fazla etkilendiğini vurguluyor.

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünya nüfusunun üçte birini etkileyen obezite, her geçen gün daha fazla insanın sağlığını tehdit ediyor. Türkiye'de toplumun yüzde 30'undan fazlasını etkilediği ifade edilen obezite, erkeklerin yüzde 7,9'unda görülürken, kadınların yüzde 23,4'ü bu hastalıktan etkileniyor. Obeziteye neden olan faktörler arasında genetik yatkınlık, modern yaşamın getirdiği stres, hızlı ve işlenmiş yiyecekler ve ayaküstü yeme alışkanlıkları, hareketsiz yaşam gibi nedenleri sayan Psikolog Bülent Baykal, obez veya fazla kilolu kadınlara karşı toplumda daha negatif bir algı olduğunu belirtiyor.

Kadınlarda daha ağır etkileri var

Obezitenin depresyonu tetikleme nedenlerinden de bahseden Psikolog Bülent Baykal, "Obezler vücut ağırlığından ve kısıtlı hareket olanaklarından dolayı büyük sıkıntı çekerler. Öz bakımlarını gerçekleştirmede çok zorlandıklarını ya da sürekli bir desteğe ihtiyaç duyduklarını görürüz. Bu da bir zaman sonra kendini toplum dışı ve değersiz hissetmelerine neden olur" diyor. Ayrıca obez ve fazla kilolu kadınlara, erkeklere nazaran daha fazla negatif toplumsal etiketler yapıştırıldığına dikkat çeken Psikolog Bülent Baykal, tembel, kontrolsüz, değersiz gibi olumsuz etiketlere maruz kalan kadınların kendilik değerlendirmeleri, düşmanlık ve depresif semptomları daha ağır yaşadıklarını söylüyor. Ayrıca sosyo-ekonomik açıdan yüksek ve kariyer sahibi obez kadınların depresyonu daha ağır yaşadıkları da araştırmalarda ortaya konan başka bir gerçek.

Negatif duygular obeziteyi besliyor

Öte yandan obeziteye eşlik eden depresyon kadınların bilişsel, davranışsal ve negatif duygu durumlarını daha da kötüleştireceği için obezite daha ağır bir tabloya dönüşebiliyor. Çünkü kendini çaresiz hisseden kişi, bir süre sonra "ne yapsam olmuyor", "başarısızım", "değersizim" gibi kendine yönelik olumsuz atıflarda bulunarak, var olan problemin daha da büyümesine neden oluyor. Psikolog Bülent Baykal, bu şekilde aşırı yemeye yönelen kişide kiloların daha da artacağını ve sendromun daha da kötü yaşanacağına dikkat çekiyor.

Hangisi hangisini etkiliyor?

Bazı araştırmacılar depresyonun obezitenin bir sonucu olduğunu kesin olarak belirtirken, birçoğu da iki taraflı bir ilişki olduğunu savunuyor. Bazı araştırmacıların fikri ise, hangi parametrenin diğerini etkilediğinin hala bilinmediği yönünde... Yani, obezlerin mi depresyona girdiklerini yoksa depresiflerin mi obez olma potansiyellerinin daha çok olduğunun henüz tespit edilemediğini öne sürüyorlar. Öte yandan bir araştırma, insanların obez durumuna geldikten 5 yıl sonra depresif semptomları yoğun yaşamaya başladıkları ortaya koyuyor.

Önce ilaç tedavisi

Klinik olarak obez olan kadınlar, tedavi için başvurdukları zaman ilk aşamada depresif durumları ile ilgili veriler alınması çok önemli bir detay. Psikolog Bülent Baykal, eğer kişide majör depresyon görülürse, tedavide izlenebilecek yolla ilgili de bilgi veriyor: "İlk aşamada diyet, bilişsel davranışçı terapi ve diğer alternatif tedavi yollarını denemeden önce ilaçla tedaviye başlanarak, depresif semptomlarının azaltılması veya yok edilmesi amaçlanmalı." Fakat Psikolog Bülent Baykal, sadece ilaç tedavisinin bu durumlarda yeterli olmayacağını da ekleyerek psikolojik destekle birlikte yürütmenin önemine değiniyor.

Gözleriniz ışık saçacak

Estetik müdahale deyince aklınıza sadece botokslar, silikonlar mı geliyor? O zaman 80'lerde kalmışsınız demektir. Çünkü medikal estetik artık gözlerinizin ışık saçmasını sağlayacak kadar gelişti. Şimdi göz altınızdaki morluklarınızdan, çukurluklardan anında kurtulmak, sağlıkla parlayan gözlere sahip olmak mümkün. Nasıl mı? 

Özel Dermamed Poliklinikleri'nin kurucusu Dr. Levent Türbedar'a bu büyüleyici yöntemle ilgili bilmek istediğimiz her şeyi sorduk, o da kırmayıp anlattı.

Neyin var, iyi misin?
Gözler bizi ele verir. Uyumadığımızı, biraz fazlaca kilo verdiğimizi, çok yorgun olduğumuzu karşımızdakine, istesek de istemesek de söyleyiverir. Hatta bazen genetik özelliklerimiz yüzünden, göz altlarımız mor ya da çukursa, kendimizi gayet iyi hissetsek bile hemen o hiç duymak istemediğimiz soru geliverir: "Neyin var, iyi misin?"

Dr. Levent Türbedar, bunun ismi bile ışıltılı bir yöntemle kolayca çözülebildiğini söylüyor: "Göz altı ışık dolgusu, bakışlarınızı sislendiren, sizi yorgun ve güçsüz gösteren göz altlarınızı canlandırır, ihtiyacınız olan ışıltıyı verir. Üstelik şişme yapmaz, eşit yayılır ve doğal bir dolgunluk verir."

Peki nasıl?
"Özel dolgularla yapılan bir kokteyl, ucu keskin olmayan ve kanama yapmayan özel iğnelerle hedef bölgeye enjekte ediliyor. Göz altı içeriden yükseltilerek hem çukur, hem de çukurun yarattığı gölge yok ediliyor. Dolayısıyla gözleriniz artık olması gerektiği gibi enerjinizi ve ışığınızı yansıtıyor. Uygulamaya bu yüzden 'Göz Altı Işık Dolgusu' diyoruz."

Acı var mı?
Dr. Levent Türbedar, bu sorumuza gülerek yanıt veriyor: "Acı yok. Lokal anestezi uygulanıyor. Bu yüzden de mutlaka deneyimli bir hekim tarafından uygulanması gerekiyor."

Bu kokteylin içinde ne var?
"Cildin doğal yapıtaşlarından biri olan hyaluronik asit var. Bu modern tıbbın getirdiği en önemli yeniliklerden biri. Neredeyse bütün dolgularda kullandığımız hyaluronik asit sayesinde dolgunun etkisi çok daha uzun sürüyor, ayrıca alerjik reaksiyona neden olmuyor. Uygulamayı tekrarladıkça cildin kalitesi artıyor, canlanıyor, nemleniyor."

Bayram tatilinde nereye gidiyoruz?

Uluslararası seyahat arama motoru Skyscanner,  Bayramı tatili için Türkiye'den en fazla aranan ve seyahatseverleri cezbeden destinasyonları araştırdı. 

Çoğunlukla yakın yerlerin tercih edildiğini ortaya koyan araştırma sonuçlarına göre, bayram tatili için Skyscanner'da Türkiye'den en çok aranan uçuş destinasyonu Bodrum oldu. Kıbrıs geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 93'lük bir artışla listede ikinci sırada yer alırken; Atina da bu yıl popülerliğini artırarak tatilseverlerin en çok aradığı destinasyonlar arasına girdi.

Seyahat etmek isteyenlerin hayatını kolaylaştıran ve en hesaplı alternatifleri sıralayan Skyscanner, bu sene 25-27 Haziran tarihlerine denk gelen Ramazan Bayramı tatili için Türkiye'den en fazla aranan destinasyonları araştırarak, tatilseverlerin nabzını tuttu.

En uygun rezervasyon zamanı interaktif çizelgesi ve fiyat alarmı özellikleriyle, rezervasyon ve seyahat için en uygun zaman planlamasını sunan Skyscanner'ın yaptığı bu araştırma, kısa tatiller için çoğunlukla yakın yerlerin tercih edildiğini ortaya koyuyor.

Bayram tatili için Türklerin gözdesi Bodrum!
Geçen bayram tatili için yapılan aramalarda Lviv, Dubrovnik ve Roma üst sıralarda yer alırken, araştırma sonuçları bu sene Türklerin daha farklı destinasyonları tercih ettiğini gösteriyor. Araştırmaya göre, bu yıl Ramazan Bayramı tatili için Türkiye'den en çok aranan destinasyonlar sırasıyla; Bodrum, Kıbrıs, Londra, Atina ve İzmir.

Ayrıca, en çok aranan destinasyonlar arasında listeye bu sene giren Marsilya, Edinburgh, Atina, ve 90 güne kadar Türk vatandaşlarından vize istemeyen Seul dikkat çekiyor. Bu da Türklerin seyahat rotalarını farklı ülkelere veya şehirlere çevirdiklerini gösteriyor.

Aileler Antalya'ya, tek başına seyahat edenler Londra'ya!
Skyscanner'ın araştırmasına göre ailelerin bu yıl en çok aradığı destinasyon Antalya. Çocuklu aileler için çok fazla alternatif sunan ve hem denizi hem konaklama imkanlarıyla ailelerin birinci tercihi olan Antalya'yı, Kıbrıs ve Londra izliyor. Tek başına seyahat edenlerin Ramazan Bayramı tatili için en çok aradıkları destinasyon ise Londra.

Yaz sıcağından ziyade serin bir iklimde kültürel turları tercih edenlere hitap eden Londra'yı, sırasıyla New York ve 30 güne kadar vize istemeyen Bangkok takip ediyor.

Geleceğin protein kaynakları değişiyor mu?

Sabri Ülker Vakfı, "Bilim Bunu Konuşuyor" platformu aracılığı ile sağlık ve beslenme alanlarındaki en güncel bilgileri kamuoyuyla paylaşmaya devam ediyor.

Çevre ve besinlerin sürdürülebilirliği için Avrupa Birliği, kaynakları daha verimli kullanma ve sera gazları oluşumunu azaltma hedefiyle yeni projeler üzerinde çalışıyor. Hayvan yetiştiriciliği sera gazı oluşumuna neden olduğu için temel hayvansal protein kaynaklarının daha sürdürülebilir olan besinlerle ikamesi de bu doğrultuda gündeme geliyor. Baklagiller veya soya gibi bitkisel protein kaynakları bir seçenek olarak değerlendirilirken, böcek ve yosunlar gibi Avrupa için "yeni" diğer protein kaynaklarının tüketimi konusu da tartışılıyor. Sabri Ülker Vakfı, işbirliği yaptığı uluslararası referans kurumların görüşlerine dayanarak bu yeni protein kaynaklarını gündeme taşıyor.

Sabri Ülker Vakfı kurulduğu 2009 yılından bu yana topluma dengeli beslenme ve sağlıklı yaşam alışkanlıkları kazandırmak amacıyla, uluslararası platformdaki güvenilir kurumları takip ediyor ve bu kurumlarla işbirliği içerisinde çalışıyor. Vakıf, "Bilim Bunu Konuşuyor" bültenleriyle de sağlık ve beslenme alanında bu kurumlardan elde ettiği bilimsel ve en güncel bilgileri Türkiye gündemine taşıyor. Vakıf, son olarak çevre ve besinlerin sürdürülebilirliği için kaynakları daha verimli kullanma ve sera gazları oluşumunu azaltma hedefiyle gündeme gelen "yeni" diğer protein kaynaklarını tartışmaya açıyor.

Artan dünya nüfusu ve çevre kirliliği ile buna eşlik eden iklim değişiklikleri birçok tartışmayı da beraberinde getiriyor. Bu doğrultuda, Avrupa Birliği (AB) de çevre ve besinlerin sürdürülebilirliği için kaynakları daha verimli kullanmayı ve sera gazları oluşumunu azaltmayı hedefliyor. Hayvan yetiştiriciliği, önemli miktarda sera gazı oluşumuna yol açtığı için hayvansal yiyeceklerin tüketiminin azaltılarak, tarımsal uygulamaların arttırılması önemli hedefler arasında yer alıyor. Bu doğrultuda et, balık ve diğer deniz ürünleri, süt, yumurta gibi temel hayvansal protein kaynaklarının, daha sürdürülebilir olan besinlerle ikamesi konuşuluyor.

Baklagiller veya soya gibi bitkisel protein kaynaklarının üretim ve tüketimini artırmak bir seçenek olarak değerlendirilirken ek olarak, uzak doğu ülkelerinin çoğunda tüketilen ancak dünyanın diğer coğrafyaları için oldukça "yeni" ve farklı olan diğer protein kaynaklarının özellikle de böcek ve yosunların tüketimi konusu da tartışılıyor. Birçok Uzakdoğu ülkesinde temel besin kaynağı olarak tüketilen böcekler ve yosunların yeni protein kaynağı olarak Avrupalılara nasıl anlatılacağı ve bu yiyeceklere yönelik yasal düzenlemeler ile pazarlama konusundaki potansiyel zorlukların nasıl aşılacağı konusunda tartışmalar gündeme geliyor.

Yenilebilir böcekler
Geleneksel hayvan yetiştiriciliğiyle elde edilen protein miktarına ulaşmak için yenilebilir böcek yetiştirilmesi halinde doğaya salınan toplam sera gazı ve doğal kaynak kullanımının daha düşük olacağı belirtiliyor. Yenilebilen yaklaşık 1400 böcek türü olduğu biliniyor. Protein ve buna ek olarak lif yani posa içeren yenilebilir böceklerin, vitamin ve mineral içeriği ise türüne, büyüme evresine ve beslenmesine yani yemlerinin bileşimine göre değişiklik gösterebiliyor. Birçok yenilebilir böcek türü, insan tüketimi için güvenli ve olumsuz sağlık etkileri olmadığı kanaatiyle tüketilebiliniyor. Oysaki yenilebilir böcekler, yetiştirilme koşullarına göre biyolojik veya kimyasal kirleticiler içerebiliyor. Dolayısıyla yenilebilir böceklerin yetiştirilme ve beslenme koşullarının uygunluğunun değerlendirilmesi de büyük önem taşıyor. Örneğin; gıda atıkları yenilebilir böceklerin beslenmesinde kullanılırsa, böceklerin besin öğesi içeriği veya istenmeyen kirletici madde içeriğini nasıl etkileyebileceğine yönelik araştırmalara ihtiyaç duyuluyor.

Yosunlar ve su bitkileri
Algler, geniş ölçüde mikro algler ve makro algler yani "yosun" olarak sınıflandırılmaktadır. Yosunlar, geleneksel bitkilerle karşılaştırıldığında çok daha hızlı çoğalabilen bitkilerdir. Alglerin, kalsiyum, demir ve bakır gibi mineral içerikleri ise toprakta yetişen bitkilere göre daha yüksek olabilmektedir. Japonya ve Kore'de temel besin kaynaklarından biri olan deniz yosunları, denizden elde edilebildiği gibi çiftlikte de yetiştirilebiliyor. Bazı yosun türlerinin diğerlerine göre protein içeriği yüksek, yağ içeriği düşük olsa da yosunların tümü vitamin, mineral ve bazı önemli elzem amino asitler açısından iyi birer kaynak olarak gösterilebilmektedir.

Yosunlar suşilere, makarnalara, püre içeceklere (smoothies) eklenerek veya salatalarda; mikro algler ise genellikle besin destekleri yani gıda takviyesi/besin destekleri üretiminde kullanılabileceği belirtiliyor. Su mercimeği olarak adlandırılan bir diğer deniz bitkisi ise günümüzde çoğunlukla evcil hayvanlar için yem takviyesi şeklinde kullanılırken; Asya'da ise çorba ve salatalara karıştırılarak tüketiliyor.

Yeni Bitkisel Protein Kaynakları
Kanola bitkisi genellikle yemeklik yağ elde etmek için kullanılıyor. Tohumdan yağın ayrılma işlemi sonrasında, yağsız kuru ağırlığının yüzde 40'ı kadar protein içeren bir ürün elde edilebiliyor. Kolza tohumu proteini olarak da adlandırılan bu ürün uzun zamandır hayvan yemlerinde kullanılırken istenmeyen tat, lezzet, koku gibi duyusal özellikleri ile potansiyel besin kirleticileri bulaşanlar nedeniyle insan beslenilmesinde sınırlı olarak kullanıldı. Kolza tohumu proteininin insan beslenmesinde kullanımının yaygınlaşması için duyusal özelliklerinin iyileştirilmesine ve içerebileceği bulaşan/kirletici düzeylerinin kontrol edilebileceği işleme yöntemlerine ihtiyaç duyuluyor.

AB destekli "Protein2Food" projesi, Avrupa'da hâlihazırda tüketilen amarant, karabuğday ve kinoa gibi tahıllar ile bakla, nohut ve yeşil mercimek gibi bitkisel protein kaynaklarının içerdiği proteinin miktarını ve kalitesini arttırmayı amaçlıyor. Avrupa'nın iklim ve topraklarına daha uygun türlerin geliştirilmesi, üretim ve hasat süreçlerinde iyileştirmeler ve teknolojik gelişmelerle protein içeriği ve kalitesi yüksek olan etlere alternatif teşkil edebilecek fırıncılık ürünleri, makarnalar, kahvaltılık tahıllar ve atıştırmalıklar gibi bitkisel besinlerin üretiminin sağlanabilmesi hedefleniyor.

Yeni bitkisel proteinler konusunda engeller nedir, nasıl aşılabilir?
Besin bileşimi açısından değerlendirildiğinde, böcekler ve yosunların, balık veya kırmızı etlerle kıyaslanabilir ölçüde önem taşıdığı belirtilmektedir. Bu yeni yiyeceklerin besin değerine ek olarak, hayvansal besinlerin üretim süreçlerinin çevreye olası zararları konusunda toplumsal farkındalığın sağlanması, toplum için yeni olan bu protein kaynaklarının tüketimi konusunda motivasyon sağlayabileceği bildirilmektedir. Ancak özellikle böcekler söz konusu olduğunda, "iğrenme/uzak durma" etmeni de işin içine girebilir. Avrupalı tüketiciler, böcekleri genellikle haşere ve kötü hijyenle ilişkilendirmekte ve tatlarının da kötü olduğunu düşünebilmektedir.

Böcekler, yosunlar ve yeni diğer besinler konusunda AB üye devletleri arasında yasal düzenlemelerin uyum çalışmaları üzerine tartışmalar da devam ediyor. Örneğin, bütün böceklerin, yukarıda tanımlanan yeni besinler tanımına ve onlara ilişkin düzenlemelere uygun olup olmadığı ve tüketimlerinin yol açabileceği sağlık riskleri konusu tartışmalıdır. AB'de, 1997 ve öncesinde yaygın olarak tüketimi olmayan herhangi bir besin "yeni" olarak değerlendirilmekte ve besin güvenliği açısından sıkı incelemelerden geçmektedir. Dolayısıyla yeni besinlerin Avrupa'da tüketilmesi için yasal düzenlemelerin oluşturulması açısından daha fazla veriye ihtiyaç vardır.

Düzenli egzersiz yapmanın faydaları nelerdir?

Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Klinik Şefi Dr. Önder Çerezci hayatınızdan egzersizi eksik etmemenize neden olacak bilgiler verdi.

Egzersiz, düzenli olarak yapılan fiziksel aktiviteler olarak adlandırılır. Tekrarlı ve düzenli bir şekilde yapılan vücut hareketleridir. Bu fiziksel aktivite genel sağlığın korunması ve devamlılığında en önemli bir unsurdur. VKV Amerikan Hastanesi Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Klinik Şefi Dr. Önder Çerezci düzenli yapmanın faydalarını anlattı.

Egzersizin olumlu etkileri:

  • Kas kuvveti, dayanıklılığı ve esnekliği,
  • Kilo verme ve koruma,
  • Kardiyovasküler ve tromboz riskinde,
  • Kan yağ ve glikoz düzeyinin düşürülmesinde,
  • Psikolojik durum ve uyku kalitesini düzeltmede,
  • Kronik ağrıyı azaltma olarak sıralanabilir.

Ayrıca egzersiz; kişinin kendisine özsaygısını yükselterek stres yönetimi üzerine de etkili olur ve anksiyete, depresyon, zihinsel gerilimi azaltır.

Psikologlar, yürüyüş ve koşu yapan kişiler üzerinde hem depresyon, hem de fiziksel faydalarını ortaya koyan birçok çalışmalar yapmışlardır. Aynı zamanda düzenli egzersizin kronik ağrı üzerinde belirgin olumlu değişiklikler yaptığını gösteren çalışmalar da bulunuyor. Araştırmalara göre; kısa dönemli egzersizler bile ağrı hissini azaltan ve vücut tarafından salgılanan bazı ağrı kesici maddelerin olduğunu (endorfin) tespit edilmiştir.

Güçlü bir bünye güçlü bir ruhsal denge getirir
Beden formunuzu ne kadar güçlendirirseniz, fiziksel olarak kendinizi ne kadar geliştirirseniz, bu sonuç sizin strese girmenizi engelleyecektir. Yani egzersiz yaparak sadece iyi görünmekle kalmayıp iyi düşünmeyi ve daha kapsamlı bakış açıları geliştirmeyi, sorunlara farklı yönlerden yaklaşmayı, hızlı ve doğru düşünmeyi, doğru iletişim kurmayı becerinizi geliştirebilirsiniz. Bu da hem sosyal yaşam ve iş hayatında başarıları destekler.

Egzersizin diğer somut etkilerinden biri de beyin hücrelerimiz olan nöronlara etkisidir. Beynimiz vücut ağırlığımızın sadece yüzde 3'ünü oluşturmasına rağmen, pompalanan kanın yüzde 20'sini, vücut oksijeninin de yüzde 25'ini kullanır. Egzersiz sırasında pompalanan kan miktarı arttıkça, beynin kanlanması ve buna bağlı olarak oksijenizasyonu da artar. Bu sayede nöronların programlanmış ölümü azalır hatta sayıları ve büyüklükleri artar. Bu sayede, düzenli egzersiz yaparak, aralarında Parkinson, Alzheimer da bulunan birçok nörodejeneratif hastalıkların gelişmesi engellenmiş olur.

Haftada 2-4 gün 20-30 dakika düzenli egzersiz şart
Psikolojik sağlığımızın devamlılığı için yapılacak olan egzersizin, aerobik olarak haftada 2-4 gün ve en az 20-30 dakika süreyle, düzenli yapılması gerekmektedir. Genel olarak egzersiz, bireysel farklılıklar da göz önünde bulundurulmak kaydıyla, 8-12 hafta içerisinde etkisini gösterir. Grup çalışmalarıyla da egzersizin yalnızlık duygusunu azaltacağını da unutmamak gerekir.

Fazla kilolarınızdan kısa sürede kurtulun

Bağımlılıklardan kurtulma konusunda dünya çapında tanınan, enerjiye dayalı doğal arınma yöntemi "Abrahamson Metodu" ile gluten ve şeker bağımlılığından arınmak mümkün!

Son dönemde birçok kişi sindirilmesi zor bir tür protein olan gluteni hayatından tamamen çıkarıyor. Hollywood'da birçok ünlü artık glutensiz ürünlerle beslenmeye özen gösteriyor. Gwyneth Paltrow, Victoria Beckham ve Rachel Weisz glutensiz beslenme ile sağlığını koruyan ve bu yöntemle kilo kontrolü sağlayan ünlülerden sadece birkaçı.

İstanbul'da "Be Positive" çatısı altında, "Abrahamson Metodu" terapistleri tarafından verilen hizmet, şeker ve gluten gibi bağımlılıklardan arınma konusunda tek seansta yüzde seksenin üzerinde başarı sağlıyor.

Abrahamson Sistemi ile tek seansta şeker ve glüten yeme isteğini azaltır, tatlı yeme ihtiyacına kayıtsız kalmayı sağlar! Arınma sürecini takip eden kişiler şeker / gluten bağımlılıklarından arındıkları gibi birkaç gün içinde metabolizma üzerindeki olumlu etkileri gözlemlerler. Şeker, gluten bağımlığından arınan kişiler, daha odaklı, daha canlı olduklarını, daha az uykuya ihtiyaç duyduklarını ve genelde kendilerini daha iyi hissettiklerini ve daha neşeli olduklarını bildirirler.

Abrahamson Arınma Programı dünya çapında; sigara, şeker ve glüten gibi kötü alışkanlıkların yanı sıra; alkol, tırnak yeme, saç yolma (trikotillomani), deri yolma (dermatilomanı-CSP), kumar ve daha ağır ve karmaşık bağımlılıklardan kurtulmak için de kullanılıyor.

Aldatmanın 10 Çeşidi

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) verilerine göre Türkiye'de erkeklerin yaklaşık yüzde 58'i, kadınların ise yaklaşık yüzde 40'ı evlilikleri süresince en az bir kere olmak üzere evlilik dışı ilişki yaşıyor. 

CİSED Genel Başkanı Psikoterapist Cem Keçe, aldatma türlerini şöyle sıralıyor:

1) Seks İşçileriyle Paylaşılan Cinsellik
Bu tür sadakatsizlik, çoğunlukla erkeklere özgü olmakla birlikte son yıllarda kadınlarda da sıklıkla görülüyor. Bu aldatma türünün altında cinsel arzuların doyurulmasından başka bir neden yatmıyor. Bu tür ilişkiye; çeşitli sebeplerle eşi ile cinsel ilişkiye giremeyenler ya da cinsel doyuma ulaşamayanlar, fantezilerini eşine açıklamaya çekinenler, fantezileri eşi tarafından kabul edilmeyenler, eşine yüklediği anlamdan dolayı eşini fantezilerine ortak etmek istemeyenler başvuruyor. Bu şekilde sadakatsizlik yapanlar evliliklerini bitirmeyi düşünmezler ve bu ilişkileri bir tür ihtiyaç giderme olarak görürler.

2) Seks veya Tutku Bağımlılığı
Seks veya tutku bağımlıları farklı partnerlerle, farklı deneyimler arıyor. İlişkiye girilen partner sayısı, denenen pozisyon sayısı, gerçekleştirilen fantezi sayısı bu kişiler için çok önemlidir. Adeta ellerinde sekse dair yapılacaklar listesi vardır. Mevcut eşlerinin bu sadakatsizlikte hiçbir payı, eksikliği veya hatası yoktur. Toplumun "zampara" olarak bahsettiği bu kişilerin bir kişiye sadık kalmaları mümkün değildir ve bağımlılıklarının mutlaka tedavi edilmesi gerekir.

3) Fırsattan İstifade
Alkol alınan bir ortam, eşin olmadığı bir parti, şehir dışındaki bir iş toplantısı gibi eşin varlığından bedenen uzaklaşılan bir yer ve zamanda aynı kişi ile bir daha olmamak üzere bir kereliğine yaşanan cinsellik içerikli bir aldatma türüdür. Duygusal bağdan yoksun olan bu aldatma türü genellikle "bir kaçamak" olarak görülür ve önemsizleştirilir. Bu şekilde eşine ihanet edenler genellikle evliliklerinden memnundurlar, eşlerini severler ve terk etmeyi kesinlikle düşünmezler. Eşlerine ve evliliklerine çok fazla güvendikleri ve empati kurma yetenekleri olmadığı için her fırsattan istifade ederler.

4) Boşanma Öncesi Hazırlık
Bazen eşlerden biri diğerine olan bağlılığını yitirir ve evliliği bitirmek ister, fakat bunu ne eşine söyleyebilir ne de boşandıktan sonra yalnız kalma fikrine tahammül edebilir. Kişi yeni bir ilişkiye başlayarak başka bir dala tutunmuş olur, böylece kendi psikolojik güvenliğini sağlar ve kendini boşanmaya hazırlar. Eşinden de uzaklaşacağı için eşini de boşanma evresine hazırlamış olur. Bu tür bir aldatma ilişkisinde aldatma partnerinin pek bir önemi olmadığı gibi bu kişiye duyulan duygular da hiç güçlü değildir. Bu kişi daha çok destek kuvvet gibidir.

5) Terazi Tipi İlişki Üçgeni
Bu tür sadakatsizliklerde evlilik eşi ve aldatma partneri ile ilişki eşzamanlı olarak sürdürülür. Cinsel yönü gibi duygusal yönü de çok güçlü olur bu aldatma ilişkisinin. Aldatan kişi eşine ve diğer partnerine karşı farklı sorumluluklar hisseder. Genellikle bu iki kişi farklı özelliklere sahiptir ve birbirlerini tamamlıyor gibidirler. İkisinden alınan mutluluk farklıdır. Bu yüzden aldatan kişi ne eşinden boşanabilir ne de yeni ilişkiyi sonlandırabilir. Bu tarz terazi tipi ilişki üçgenlerinde genellikle eş huzur ve sevgi açlığının giderildiği, aldatma partneri ise aşk ve tutkunun yaşandığı kişidir.

6) Kıssasa Kıssas
Bu tür ilişkiler bir aldatılma hikâyesinin ya hemen ardından ya da uzun zaman sonra yaşanır. İlk aldatılan eş yeniden özgüvenini kazanmak, beğenilen ve çekici biri olduğunu özellikle kendine ispat etmek ve ilk aldatan eşin karşısında kendini iyi hissedebilmek için bu tür bir sadakatsizlik yapar. Kendine yönelik duyguları tedavi etme amacıyla yapılan sadakatsizlikler genellikle çok gizli yapılır ve ortaya çıkmaması için her türlü tedbir alınır. Sadakatsizlik; sadakatsizliği ilk yapan kişiden intikam alma, aldatılmanın dayanılmaz ağırlığını ona da yaşatma amacı taşıyorsa kişi pek ihtiyatlı davranmaz ve bir şekilde eşine yakalanır. Amaç özgüvenini kazanmak ya da acı vermek olduğu için ihanet seks ilişkisini içermeyebilir.

7) Kıskandırma İhaneti
Düzgün yürüyor gibi görünen bir evlilikte eşlerden biri ihmal edildiğini düşünebiliyor. İlişkilerinin ilk yıllarının özlemi içinde olan veya seks ihtiyaçları karşılanmayan kişi, eşi için artık görünmez olduğu inancına kapılabiliyor. Kendini fark ettirmek için türlü girişimlerde bulunan, fakat bir türlü ihmalkâr eşin dikkatini çekemeyen kişi son çare olarak ihanete başvuruyor. Eşinin kendini kıskanmasını sağlamak için uyarı mahiyetinde bir gecelik ilişki yaşayabiliyor. Yaşanan kriz sonrasında evliliklerinin tazeleneceğini düşünüyor. Bu tür sadakatsizliklerde amaç mevcut eşin kendine gelmesini sağlamaktır, aldatma partnerinin hiçbir önemi ve aldatma partnerine beslenen bir duygu yoktur.

8) Geri Püskürtme
Daha çok evlilik dışı sevgililik ilişkilerinde görülen bu tür sadakatsizliklere yakın ilişkiye tahammülü olmayan kişiler başvurur. Duygusal olarak birine bağlanmaktan korkan kişi mevcut ilişki giderek ciddileştiğinde ve iki kişi arasında karşılıklı bir bağ oluşmaya başladığında araya mesafe koyma amacıyla sadakatsizlik yapar. Böylece hem kendi duygularını dizginlemiş hem yakınlaşılan kişiyi kendinden soğutmuş olur. Bu kişiler için ilişkinin sınırları vardır ve o sınırlar aşılmamalıdır. Onlardan daha fazla sevgi istenmemeli, daha fazla ilgi beklenmemeli, daha fazla vakit alınmamalıdır; evlilikten bahsedilmemeli, beraber yaşama fikri sunulmamalıdır. Aksi takdirde herhangi biriyle yaşanan bir aldatma ilişkisi ile mevcut kişi geri püskürtülür.

9) Nefes Almak
Eşiyle arasında çatışmalar olan, evlilik içi sorunlar yaşayan, iş hayatı da iyi geçmeyen, kendini en yakınlarına bile ifade edemeyen, üzerinde sürekli bir baskı olduğunu düşünen bazı kişiler eşlerini seviyor ve beğeniyor olsalar da kendilerine rahat bir aldatma partneri edinebiliyorlar. Belirli aralıklarla görüşülen partnerle hiçbir sorumluluk olmadan yaşanan ilişkinin amacı; tüm gerginliklerden bir an için uzaklaşmak, kafayı rahatlatmak ve hayatta mücadele edebilmek için dolu bir nefes alabilmektir. Bu tür sadakatsizliklerde çoğunlukla eşlerin payı büyüktür. Aldatma partneri genellikle mevcut eşten daha düşük niteliklere sahip olur; daha çirkin, daha fakir, daha başarısızdır; fakat daha iyi dinler ve daha fazla rahatlatır. Kişi eşinden göremediği ilgiyi aldatma eşinden görür; böylece kendini daha iyi ve daha güçlü hisseder.

10) Sadece Aşk
Bazı evli kişiler, hiç beklemediği bir anda ve şekilde bir başkasına âşık olabiliyor. Aşk; hayatın zorluklarından kaçmayı, güzellikleri yeniden görebilmeyi, hayata daha mutlu sarılabilmeyi, daha genç ve dinç hissedilmeyi sağladığı için elin tersiyle itilebilen bir duygu olamıyor. Bu nedenle âşık olan kişi sadakatsizlik yapmaması gerektiğini düşünemiyor. Eşine ihanet etmezse kendine ihanet etmiş gibi hissediyor ve kendini doludizgin aşka bırakıyor. Aldatılan eş ise kendinde olmayıp da aldatma partnerinde var olan şeyin ne olduğunu sorgulamaya başlıyor. Bu tür sadakatsizliklerde eşin görünürde ve hakikatte bir hatası ve payı yoktur. Eşi aldatmaya iten ise çoğunlukla çok düzgün olan evliliğin ya da ilişkinin tekdüze seyridir.

Ev tadilatında 8 gizli tehlike

Evde tadilat ve dekorasyon yaparken hastanelik olmayın. Bu yaz evinizdeki tadilatı kendiniz yapmakta kararlıysanız bu haberi okumadan işe girişmeyin.

Türkiye'de yapı marketlerinin çoğalmasıyla birlikte 'evdeki tadilat ve dekorasyonu kendin yap' fikri kulağa hoş gelmeye başladı. Bu işler gerçekten eğlenceli. Fakat dikkat edilmezse hastanelik olabilir hatta ailenizin de sağlığını riske sokabilirsiniz.

Mimar Funda Varlık ve İç Mimar Oya Çavdar, evinizde tadilat ve dekorasyon sırasında karşılaşabileceğiniz gizli tehlikeleri ve almanız gereken önlemleri sizler için kaleme aldı:

EVİNİZİ BOYARKEN KANSER RİSKİNİ GÖZ ARDI ETMEYİN

Evde kullanılan boyaların içindeki çözücüler ve bir takım uçucu organik bileşikler sağlığa zararlı kimyasallar içerir. Boyalar kururken bu kimyasallar havaya karışır ve tarafımızdan teneffüs edilir.

Konut için günümüzde en çok kullanımda olan boyalar; plastik boyalar, su bazlı boyalar ve yağlı boyadır.

Su bazlı boyalar akrilik esaslı. Alerjik ve koku hassasiyeti olan kişiler için üretilmiştir. Su ile inceltilebilmesi ve solvent salgılamaması önemli bir avantaj.

Yağlı boyalar ise daha çok parlak görünüm için kullanılan boyalar. Boyanın eşit şekilde dağılması ve incelmesini sağlamak için çözücü yani tiner eklemek gerekiyor. Ve kuruması sırasında içerdiği kimyasalları ortama salgılıyorlar.

Boyadan çıkan gazların solunması astım ve sinüs problemlerinin körüklenmesine neden oluyor.

Boya yapılırken boya yapısında barınan kimyasal gazlar ve çözücüler açığa çıkmakta. Bunlar akciğerler tarafından emilip kan dolaşımına karışır. Baş ağrısı ve baş dönmesi yapabilir. Havalandırma olmayan bir odada uzun süre boya yaparsanız bayılmanıza bile neden olabilir.

Bu tür uçucu karışımlar teneffüs edildiğinde, göz, burun ve boğaz rahatsızlıkları ortaya çıkabiliyor. Büyük miktarlara maruz kalındığında, hayvanlarla yapılan deneyler; bu kimyasalları doğuştan sakatlıklarla, kanser ve sinir sisteminde oluşan zararlarla doğrudan ilişkilendirmiştir.

Profesyonel boyacılar ne yazık ki büyük risk altındadır. Dünya Sağlık Örgütü'ne göre boyacıların özellikle akciğer kanseri olma riski normalden %20 daha fazla. Danimarka'da, uzmanlar uzun zaman boya ve çözücülere maruz kalanlarda "boyacı bunaması" dedikleri nörolojik durum tespit ettiler. Sheffield ve Manchester üniversitelerinin çalışmalarında düzenli olarak bu kimyasallara maruz kalan erkeklerin üreme problemlerine daha yatkın oldukları görüldü.

Cilt üzerine bulaşan boya da alerjik döküntü gibi bir reaksiyona neden olabiliyor. Ama bunu ciltten çıkarmak için kullanılan tinerin ciltte yaratabileceği hasar çok daha vahim maalesef..

SU BAZLI BOYALAR, SENTETİK BOYALARDAN DAHA AZ RİSKLİ

ÇÖZÜM: Su bazlı boyalar, çözücü bazlı boyalardan daha az risklidir, kimyasal toksin içermez ve daha az kokarlar. Alternatif olarak uçucu organik karışım içermeyen ve kokusuz doğal boyaların denenmesi gerekmektedir.

Doğal boyalar toksin salınımı yapmazlar. Fırçalar da su ile yıkanabildiği için ayrıca terebentin veya tiner kullanmayı gerektirmez.

Boya yaptığınız odanın sürekli iyi şekilde havalandırılmasını sağlayın ve camları açık tutun. Sık sık temiz hava almak için dışarı çıkın, boya kuruyana kadar odaya girmeyin. Nefes filtreli maske kullanın. Solventler yüksek derecede yanıcıdır, boya tenekelerini ateşten uzak tutun. Yağlı boya bulaşmış bezler de kolaylıkla tutuşabilir. Kullandığınız boyalı bezleri, fırça ve ruloları, boya tenekelerini kimyasal atık olarak uygun şekilde yok edin.

DUVARDAKİ ESKİ BOYAYI KAZIMAYIN, KURŞUN YAYILABİLİR

Günümüzde kullanılmasa da eski evlerdeki boyayı duvardan kazıyarak sökerken kurşun yayılabilir ve bu da teneffüs edilebilir. Eskiden kurşun, boyaya renk katması ve daha çabuk kuruması için kullanılırdı. Kurşun vücutta birikir ve düşük IQ'ya ve çocuklarda davranış bozukluklarına neden olabilir. Duvarları kazırken küflerden çıkacak gazlar da o ortamda solunacaktır. Ardından ciğerlerde birikerek balgam, hırlama, nefes alma zorluğu ve potansiyel astım hastalığına neden olabilir.

Evinizin yaşı boyada kurşun olup olmadığının ipuçlarını verir. Özellikle 1978 yılından önce inşa edilen binalarda istemeseniz de buna maruz kalırsınız. Kapılarda, çerçevelerde, radyatörlerde ve süpürgeliklerde de bulunabilir.

ÇÖZÜM: Boya yaparken kurşunla baş etmenin en kolay yolu eski boyanızın üstünü modern yeni bir boya ile kaplamaktır. Bu kurşunun size zarar vermesini engelleyecektir. Eğer kurşunlu eski boyayı kaldırmaya ihtiyacınız var ise profesyonel yardım almalısınız. Böylece boya kaldırılırken boya partiküllerinin evinizin başka yerlerine yayılmasını da engellemiş olursunuz.

YERLERİ ZIMPARALARKEN CİĞERLERİNİZ ZARAR GÖREBİLİR

Zımpara işi kolaylıkla teneffüs edebileceğimiz ince tozlar meydana getirdiğinden ciğerlerimize zarar verebilir. Bu ince tozlar deri üzerinde de tahribat yapabilir.

ÇÖZÜM: Bu işlem sırasında toz geçirmez maske ve eldiven kullanılmalı. Ya da ıslak zımpara yapmalı, bunun için de özel bir zımpara kağıdı kullanmalısınız. Bu daha az toz meydana getirecektir ve ciğerleriniz ve derinizin daha az etkilenmesine yardımcı olacaktır.

CİLA YAPARKEN ÇOCUĞUNUZ ASTIM OLABİLİR

Boyada olduğu gibi ahşap üzerinde kullanılan cilalar da uçucu organik maddeler içerir. Teneffüs edildiğinde baş ağrısı, göz, burun ve boğaz rahatsızlıklarına neden olabilir. Bu tür kimyasallara maruz kalmış çocukların astım olma riski diğer çocuklara göre dört kat fazladır. Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda bu maddelerin kanserle bağlantısı bulunmuştur.

ÇÖZÜM: Odada camlar açık bir şekilde çalışın. Daha iyisi açık alanda solvente dirençli koruyucu eldiven kullanarak çalışın. Kimyasala maruz kalma sürenizi sınırlayın ve sık sık ara verin; yarım saatte bir temiz hava almak için dışarı çıkın.

DUVAR KAĞIDI TUTKALI EGZAMAYI TETİKLER

Duvar kağıdı tutkalları küfü önlemek için mantar ilacı içerir, bu da bazı kişilerde deri problemlerini ve egzamayı tetikler. Ve cilt bir kere alerjik reaksiyon gösterirse aynı ortama her maruz kaldığında bunu tekrar edecektir.

ÇÖZÜM: Duvar kağıdı tutkalına temas etmemek için eldiven kullanınız. Daha da iyisi eğer mümkünse mantar ilacı içermeyen yapıştırıcı kullanmaya özen gösteriniz.

CAM YÜNÜ CİĞERLERİNİZE VE BOĞAZINIZA ZARAR VERİR

Yalıtım malzemeleri cam yününden oluşmaktadır, derinizin içine nüfuz edebilir ve zarar verir. Ayrıca teneffüs edildiğinde ciğerleriniz ve boğazınız da tehlike altındadır.

ÇÖZÜM: Elleriniz ve cildiniz eldivenle, yüzünüz maske ve gözlükle korunmalıdır.

YEMEKLERİNİZİN ÜZERİNE ÇÖKEBİLİR, YILLARCA VÜCUDUNUZDA KALABİLİR

Duvardan duvara halılar yanmayı geciktirici madde içerebilir. Ürünleri yanmaz hale getirmek için kullanılan kimyasallar, insanlar ve yaban hayatı üzerindeki etkilerinin kaygılarından dolayı zaman içinde yasaklandı.

Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda meme kanseri ile bağlantılı olabileceği görüldü. Midyelerde ve deniz salyangozlarında kısırlık, farelerde ise düşüğe neden olduğu tespit edildi. Uzmanların insanlarda da aynı sonuçları doğuracağı ile ilgili ciddi kaygıları oluştu. Bromlu alev geciktiriciler bulundukları ortamda insanlar tarafından solunabilir hatta ev tozu ile karışıp yemeklerinizin üzerine çökebilir. Yağda çözülebilir olduklarından vücuttan atılmaları zordur ve yıllarca vücudumuzda kalabilir.

ÇÖZÜM: Düzenli olarak evinizi süpürerek toz birikmesine engel olun. Yün, pamuk, jüt (hint keneviri) ve rattan gibi doğal ürünlerden yapılan halı satın almayı tercih edin.

GÖZLERİNİZ, BURNUNUZ VE BOĞAZINIZ ZARAR GÖREBİLİR

Çoğu ağartıcılar, küf ve kireç sökücüler Sodyum Hipoklorit adında bir kimyasalı içerir. Yüksek derecede yıpratıcıdır. Salgıladığı zehirli gazlar; gözler, burun ve boğaz için zararlı olabilir.

Ağartıcı ve amonyaklı maddeler içeren ürünleri aynı odada kullanmak çok tehlikelidir. Bu karışım boğaza ve akciğerlere saldıran ölümcül bir gaz olan klorun açığa çıkmasına neden olur.

ÇÖZÜM: Mümkün olduğunca çok pencere açarak odanın iyice havalanmasını sağlayın. Bir maske yardımı ile kendinizi açığa çıkan gazları teneffüs etmekten koruyun.

Mimar Funda Varlık ve İç Mimar Oya Çavdar, son olarak dekorasyon ürünlerinin sağlık ve çevre unsurlarının düşünülerek dikkatle seçilmesi, bütün etiket ve açıklamaların okunması ve bir nevi ilaç kullanır gibi kullanılması gerektiği uyarısında bulundu.

'Kadınlar kendini değerli hissediyor mu?'

Türkiye genelinde 12 ilde gerçekleştirdiği araştırmayla kadınları yakından anlamayı, onların hayatlarında, mutlu ve değerli hissettikleri anları tanımlamayı amaçlıyor. Bingo bu çalışma ile "hayata değer katan" kadınların günlük hayatlarını, ailedeki yerlerini, kendilerini değerli hissettikleri anları derinlemesine analiz ediyor.

Hayat Kimya Ev Bakım Kategorisi Global Pazarlama Direktörü Gülhan Eğilmez, kadınların kendi değerlerinin ve potansiyellerinin farkında olmaları için kolları sıvadıklarını aktarırken; "Türkiye genelinde gerçekleştirilen araştırma* gösteriyor ki; kadının evdeki sorumluluğu gerçekten çok fazla. 

Kadın en çok evi temizleme, yemek yapma ve çocuğun bakımı hususunda üzerine sorumluluk alıyor. Bu oran % 77… İster ev hanımı ister çalışan kadın olsun, kadınlar en çok emeği ev işlerine harcıyorlar. Biz Bingo olarak bundan sonraki çalışmalarımızda kadınların kendi farkındalıklarının ve yetkinliklerinin gelişmesine destek olacak projeler hazırlıyoruz. Bu projeleri zaman içinde açıklayacağız" dedi. Ayrıca Eğilmez, "Hayata kattıkları değerlerle kahramanın her zaman kadın olduğuna inanan bir markayız, Bingo markası kahraman kadınlara yardımcı bir marka… Yani kirleri, lekeleri çıkarmak Bingo olarak bizim işimiz, tüm ürünlerimize eklediğimiz artı ürün özellikleri sayesinde kadınların hayatlarını kolaylaştıracağız, böylece kendilerine ve kişisel gelişimlerine ayıracakları çok daha kaliteli vakte sahip olacaklar. Yeni ürünümüz, Bingo Matik Ultra Beyaz Deterjanın özel formülü, çamaşırları koruma altına alacak ve lekeleri kadınların hayatından çıkaracak. Bingo'nun artısı bundan sonra temizlikten çok daha fazlası olacak" dedi.

Çalışan kadın daha mutlu!
Yapılan araştırmada, kadınların kendilerini değerli hissetmeleri konusunda çalışan kadın ve ev hanımın bakış açılarının değişiklik gösterdiği dikkat çekti. Ev hanımlarının % 67'si gündelik yaşantısında kendini değerli hissederken, çalışan kadınlarda bu oran % 75… Ev hanımlarının kendini değerli hissetmesi için eşten, çocuktan takdir görme gibi dışa bağımlı nedenler söz konusuyken, çalışan kadın kattığı değerin iş ortamında farkında olduğu için, ailesinin onayına ve takdirine daha az ihtiyaç duyuyor.

Ev hanımında takdir, "eline sağlık" cümlesini duyma isteği % 79 ile en başlardayken, çalışan kadınlarda önem sırasında ilk 3 maddede bile yer almıyor.

Ailenin Reis'i Kadın!
Bingo'nun araştırmasında "eve değer katma" konusunda kadınlar, erkeklerden daha fedakar olduğunu düşünüyor. Ev hanımları için değer katmak, ev hayatının sürdürülmesi için gerekli günlük işleri çağrıştırıyor. Kadınlar, ev hayatına daha çok emek veriyor ve fedakarlık yapıyor, dolayısıyla hem yaptığı her şeye erkekten daha fazla değer kattığına inanıyor, hem de ailenin ve evin tüm sorumluluğunu üzerinde hissediyor. Çalışan kadınlar için buna ek olarak, iş yükü ekleniyor. Çalışan kadınlar kendilerini en çok ekonomik güçleriyle değerli hissederken, buna evin sorumluluğu da eklenince, bir anlamda kendini "ailenin reis"i olarak konumluyor.

Kadın en çok "çok başarılı bir annesin" övgüsünü duymak istiyor…
Kadının hayatındaki en önemli dönüm noktaları genelde evlilik ve çocuk sahibi olmak… Bu sebeple çevrelerinden en çok "çok başarılı bir annesin" övgüsünü duymak istiyorlar. Değerli hissetmek konusunda bunu "çok güler yüzlüsün", "çok akıllısın" ve "çok başarılısın" iltifatları takip ediyor.

Evlilik teklifi, kadın için en değerli an!
Ev hanımları, bireysel olarak değerlendirebildikleri bir işe sahip olmadıkları için soyut ve manevi boyutta değerli hissetmekte dışarıya bağımlı hale geliyor. Bu sebeple de bu duyguyu sık yaşamıyorlar. Günlük rutinlerinde değerli hissettikleri zamanlar çok az ve somut örnekler hatırlamakta zorlanıyorlar. Bu anlamda kendilerini en değerli hissettikleri anı, "evlilik teklifi" aldıkları zaman olarak açıklıyorlar.

Çalışanların değerli hissettikleri anlar ise daha sık ve fazla. Hem daha geniş bir çevreden ve farklı kaynaklardan takdir alıyorlar hem de kendileri için yaptıkları şeyler değerli olma hissini canlı tutuyor. Özellikle çalışan kadınların eşlerinin daha ilgili oldukları ve hediye almak, yemek hazırlamak gibi somut şeyler yaparak verdikleri değeri daha çok göstermeleri dikkat çekiyor. Öte yandan, çalışan kadınlar daha materyalist ve somut şeyler arıyor. Aslında ailede vazgeçilmez olduğunun farkında. Hem çalışıp, hem de evi yürüttüğü için kendini başarılı ve değerli hissediyor. Çünkü iki kişinin işini tek başına yapıyor.

Gençlerde yükselen trend çevreye ve topluma fayda!
Gençlerin "değerli hissetme" duygusu, oldukça farklı… Gençler için bir sosyal sorumluluk projesinin parçası olmak, "çevreye ve insanlara katkı sağlamak, gönüllülük işleri yapmak", bireysel yaşamından çok, toplumsal hayata katkı sağlamak gibi konular kendini değerli hissetmesini sağlıyor.
*Ipsos Türkiye Barometresi

Kasınız kadar su için

Yaz mevsimi yaklaştıkça kadınlar kadar erkekler de dış görünüşlerine özen göstermeye başlıyorlar ve kaslı bir vücuda sahip olmak için hızlıca spor salonunun yolunu tutuyorlar. 

Yoğun bir egzersiz dönemine giren erkekler, sadece kas yapmaya odaklanınca sağlıklı beslenmeyi ve yeteri kadar su içmeyi unutabiliyorlar. Oysa ki, fit bir vücuda sahip olmak için su, beslenme, uyku ve egzersiz olmazsa olmazlar arasında ilk sıralarda.

Egzersizin mevsimi yoktur

Kas yapmak için en etkin çözüm olarak görülen spor ve egzersiz, aslında sadece kilo vermek veya daha iyi görünmek için değil; kas, kemik ve kalp damar sistemini korumak, depresyondan uzaklaşmak, kan yağlarını sağlıklı sınırlarda tutabilmek, diyabet ve kanserden korunmak için de büyük önem taşıyor. Sağlıklı bir vücuda ve yaşama sahip olmak için sürdürülebilir bir şekilde egzersiz yapmayı tavsiye eden Waternet Sağlıklı Beslenme Uzmanı Diyetisyen Canan Aksoy, egzersizin mevsimi olmadığını vurgulayarak, "İster yürüyün ister fitness yapın isterseniz de futbol oynayın ama hayatınızın her döneminde mutlaka egzersize yer verin" diyor.

Kas geliştirmek için bu dört maddeyi unutmayın

Spor yaparken sağlığımızı korumak için düzenli egzersiz, düzenli beslenme, düzenli uyku ve yeterli su tüketiminin önemine işaret eden Diyetisyen Canan Aksoy, bu dörtlüden biri aksadığında spor sürecinin ve vücudumuzun zarar gördüğünü dile getiriyor. "Düzenli spor yaparken düzenli beslenmezseniz, egzersizden istediğiniz performansı alamazsınız. Düzenli egzersiz yaparken ve sağlıklı beslenirken yeterince su içmezseniz, zamanla vücudunuza zarar verirsiniz" diyen Canan Aksoy, özellikle kas geliştirici antrenmanlar yapanlar için bu dört kuralın kilit bir öneme sahip olduğunun altını çiziyor.

"Yakılan her bir kalori için bir mililitre su almak gerekir"

Vücuttaki kas kitlesi arttıkça su ihtiyacının da artacağına dikkat çeken Diyetisyen Canan Aksoy, "Kas hücrelerinin yüzde 80'lik bölümünü, yağ hücrelerinin ise yüzde 25-30'luk kısmını su oluşturur. Kas kitleniz arttıkça, aynı hareketleri yaparken daha fazla enerji harcarsınız, buna bağlı olarak da vücudunuzun yaktığı kalori miktarında artış görülür. Yaktığınız her bir kalori için bir mililitre su almanız gerekir, bu da daha fazla su içmenizi zorunlu kılar. Sağlık için spor yaparken su içmeyi unutmayın" diyor.

Maksimum performans için en iyi egzersiz tüyoları:

*Spora asla aç gitmeyin. Egzersizlerden 1-1.5 saat kadar önce mutlaka karbonhidrat almaya çalışın.
*Kahvaltıdan sonra egzersiz yapacaksanız, kahvaltınızda ekmek bulundurmayı ihmal etmeyin.
*Kahvaltıdan önce veya akşam iş çıkışında spor yapacaksanız, karbonhidrat açısından zengin meyve, kuru meyve, süt ve yulaf hayatınızı kurtarabilir.
*Egzersiz öncesinde asla su içmeyi kısıtlamayın hatta tam aksine bol bol su için.
*Egzersiz sırasında her yarım saatte bir 1 bardak su içmeye çalışın. Bu, performansınızın artmasına yardımcı olabileceği gibi vücudunuzdan toksinlerin atılmasını da sağlayacaktır.
*Egzersiz çıkışı ilk bir saat içinde yağsız et, tavuk, balık gibi yağsız protein kaynaklarına, yanında salata veya meyve gibi antioksidan zengini besinlere ve makarna, ekmek, çorba gibi bir karbonhidrata yer verin.
*Egzersizden sonraki ilk bir saat içinde idrar çıkışınız varsa, bu, egzersiz sırasında yeterli miktarda su içtiğiniz anlamını taşır; idrar çıkışınız yok ise, spor yaparken tükettiğiniz su yetersiz demektir. *Yetersiz su tüketimi, böbrek üzerine aşırı yük binmesine yol açar, vücut sıcaklığı yükselir ve bunlar, sağlıklı bir vücuda sahip olmak için tercih edilen durumlar değildir.

Aşırı kilolardan kurtulmak ve anne olmak isteyenler

Anneler günü, çocuğu olanlar için büyük bir mutluluk! Peki ya, çok istediği halde anne olamayanlar? Çoğu kadın, anne olmayı yaşamın en büyük hediyesi olarak görüyor. Fazla kiloları nedeniyle mutlu bir yuva hayaline ulaşamayan anne adayları açısından ise obezite cerrahisi, adeta yeni bir hayatın anahtarı… Bu nedenle çoğu hasta, obeziteden kurtulmayı yeniden doğmak olarak tanımlıyor. 

Obezite cerrahisi alanındaki başarısıyla tanınan Doç. Dr. Halil Coşkun, aşırı kilolardan kurtulmak ve anne olmak isteyenlerin izlemesi gereken yolu anlattı.

-Her geçen gün şişmanlıyor muyuz? Dünyada ve ülkemizde obezite konusunda durum nedir?
-İşlenmiş gıdaların ucuz ve ulaşılabilir hale gelmesi, dünyada yetersiz beslenme sonucu yaşamını kaybedenlerin sayısını büyük ölçüde azalttı. Öte yandan aşırı beslenme ve buna bağlı gelişen hastalıklar sonucu yaşanan ölümler artmış durumda. Obezite oranları gelişmiş ülkelerin yanı sıra orta ve düşük gelirli ülkelerde de yükseliyor.

Şişmanlık, en az kanser türleri kadar büyük bir tehlike yaratıyor ve ciddi rakamlara ulaşan sağlık harcamalarına neden oluyor. Fazla kilolara eşlik eden sağlık sorunlarını kalp hastalıklarından diyabete, eklem rahatsızlıklarından solunum sistemi problemlerine kadar uzanan bir liste olarak sıralayabiliriz. Ülkemizdeki duruma baktığımızda ise TÜİK'in 2014 yılı verilerine göre her 5 kişiden birinin aşırı kilolu olduğunu görüyoruz. Erkek nüfusunun yüzde 15,3'ü, kadınların ise yüzde 24,5'i obez tanımının içerisinde yer alıyor.

-Aşırı kilolar, anne olmaya engel midir?
-Öncelikle aşırı kilonun tanımını yapmamızda yarar var. Vücut Kitle İndeksi değeri 30'un üzerinde olanlar, tıbbi olarak obez ya da aşırı kilolu olarak kabul edilir. Obeziteye çoğu zaman çeşitli sağlık sorunları eşlik eder. Kişinin diyabet, kalp hastalıkları, tansiyon gibi rahatsızlıklarının olması hem anne adayı hem de bebek için doğumu çok daha riskli bir hale getirecektir. Kilo nedeniyle merdiven çıkmakta zorlanan ya da uyku apnesi yaşayan bir kadın da öncelikle sağlığına kavuşmayı ister. Aşırı kilo sadece estetik bir problem değil, mutlaka tedavi edilmesi gereken bir sağlık sorunudur. Anne olmaya engel olabileceği gibi özgüven ve sosyal izolasyon gibi faktörler düşünüldüğünde baba olmaya da engel olabilir.

Kilolarını bir aile kurmasının önünde engel olarak gören, sağlık sorunları nedeniyle hamileliği erteleyen ya da ilk doğumunda aldığı kilolar nedeniyle ikinciye cesaret edemeyen farklı öykülere sahip hastalarımız var. Tedavinin ardından hayatlarını çoğunlukla yeniden doğmak olarak tarif ediyorlar. Bedenleri, sağlık durumları, hayat tarzları büyük ölçüde değişiyor ve bebek sahibi olmak isteyenler için yaşamlarında yer açılıyor.

-Obezite nasıl tedavi edilir?
-Kilo kaybı sağlamak için diyet, egzersiz, yaşam tarzı değişikliği, ilaç tedavisi gibi çeşitli yöntemler bulunmaktadır. Bu yollar denenmiş ve bir sonuç alınamamışsa endokronoloji uzmanı tarafından yapılacak incelemelerle kilo vermeye engel bir durum olup olmadığı incelenir. Kişinin durumu ve var olan hastalıkları da değerlendirilerek obezite cerrahisi uygulamalarını da içeren bir tedavi planı oluşturulur. Obezite cerrahisini, Vücut Kitle İndeksi 40'ın üzerinde olanlarda ya da Vücut Kitle İndeksi 35-40 arasında olup hipertansiyon, uyku apnesi gibi yan hastalıkları bulunanlarda tercih ediyoruz. Tüp Mide, Gastrik Bypass ve Mide Balonu gibi cerrahi uygulamalarla yüz güldüren sonuçlar alıyoruz. Kilo kaybıyla birlikte Tip 2 Diyabet, Kolesterol, Karaciğer Yağlanması ve Hipertansiyon gibi kiloya bağlı sağlık sorunlarında da iyileşme sağlanıyor.

-Anne olma hayali kuranlar, obezite tedavisinin ardından nasıl bir yol izlemeli?
-Kalıcı bir etki sağlanabilmesi için hastanın ameliyat sonrasında uzman bir ekip tarafından düzenli olarak takip edilmesi gerekir. Hasta, beslenme ve egzersiz açısından yeni bir yaşam tarzına geçmeze kilo almaya başlayabilir. Hamilelik sürecini de kilo alma zamanı diye esnek davranılabilecek bir zaman olarak değerlendirmemek gerekir. Obezite cerrahisinin ardından gebe kalmak isteyen hastalarımıza 18 ay beklemelerini tavsiye ediyoruz. Beslenmede önemli bir değişik olduğu için verilen kilonun sabitlenmesi vücudunun yeni bir dengeye kavuşması için bu süre gereklidir. Ameliyat sonrasında kadınlarda B12, demir, kalsiyum ve D vitamini eksiklikleri görülebilir. Annenin ve bebeğin yeterli besini alabilmesi çok önemli…

Kilo kaybının hızlı olduğu dönemde gebe kalmaktan özellikle kaçınmak gerekir. Gebelik zamanının belirlenmesi için mutlaka doktorunuza danışmanız tavsiye edilir. Gebelik boyunca da doktor ve bariatrik diyetisyen kontrolünde olmak sezeryan ihtiyacını azaltacaktır.

Bebeğinizi kucaklamaktan korkmayın

Ebeveynlerin özellikle ilk çocuk sahibi olduklarında, çevreden yoğun bir öneri ve yönlendirme bombardımanına tutulduklarını belirten KadıköyŞifa Sağlık Grubu Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Nuriye Ayça Gül; içe sinmeyen her hürlü önerinin doktora danışılması gerektiğini vurguluyor.

Bazen bu öneriler, özellikle bebekle olan iletişimle ilgiliyse kafa karıştırıcı olabilir. Savunmasız, başkalarına bağımlı, konuşamayan ve dertlerini ağlayarak ifade etmeye çalışan bu küçük meleklerle geçirilecek uzun bir yolculuğun ilk temellerini sağlam atmak, tüm aile için huzurlu yarınlar sunacaktır. Bu nedenle içinize sinmeyen her türlü öneri ya da uyarıyı bu işin uzmanı bir çocuk doktoruyla paylaşmalısınız.

Bunlardan biri de ; "bebeğini sık kucaklama", "alışırsa başa çıkamazsın" , "bırak ağlasın", "ağlar ağlar susar" gibi sözlerle ifade edilen kucaklama fobisidir. Bu ikazları da, sıklıkla aile büyükleri kendi dönemlerinden kalan bir takım hayat koşullarından esinlenerek yapmaktadır. Eskiden evlerde çamaşır, bulaşık vs... makinalarının olmaması, ziyaretçilerin sık, ev ortamlarının kalabalık olması gibi nedenlerden dolayı, annelere fazlaca sorumluluk düştüğü için, bebeğe ayıracakları zaman kısıtlı olduğundan bebek her istediğinde kucağa alınamıyormuş. Ama günümüzde koşullar değişti. Annelere ev işlerinde, yemek yapımında yardımcı birçok ev aleti var. En basitinden bebek bezleri bile kullanılıp atılan cinsten olduğu için anneyle bebeği birlikte sıkça vakit geçirebilir. Bebeğin istediği kadar; ne çok fazla koruyucu davranarak, ne de çok fazla mesafeli olarak, dozunda olmak kaydıyla kucağa alıp koklamalı, ten temasında bulunmalı, yanında olduğunuzu hissettirmelisiniz.

Yeni doğan bebeğe alışmakta erişkin yaşta olan ebeveynler nasıl bir adaptasyon stresi yaşıyorsa, bu küçük bedenlerde yeni ortama alışmakta bunun kat be kat fazlasını yaşayacaktır. Çünkü anne karnındaki gürültülü, karanlık ve sadece kendine ait olan ortamdan sonra çok farklı bir ortama geçiş vardır. Bu süreçte kendisini anlayacak, yeni yaşam alanında da güvende hissetmesini sağlayacak, gereksinimlerini karşılayacak birilerine ihtiyaç duyar. Çoğu zamanda bunu ağlayarak ifade ederler.
Bebekler sırf acıktıkları, altlarını kirlettikleri, gazları olduğu ya da başka bir sağlık sorunları var diye ağlamazlar. Her zaman bir sorun aramamak gerekir. Kendilerini güvende hissetmek, anne babalarıyla temas etmek için de ağlarlar ve kucaklanma gibi basit bir çözümle rahatlarlar. Özellikle dış dünyaya adaptasyonda ilk aylar başta olmak üzere ilk altı ay çok önemlidir.

İlk bir yıl, bebeği her istediğinde kucağa alıp sarılarak, sevgi dolu bir tonla ninniler söyleyerek; Ona, annen baban olarak biz senin yanındayız, ağlamalarına duyarlıyız ve ihtiyaçlarını önemsiyoruz mesajını verdiğiniz zaman çocuğun özgüveni ve ebeveynleriyle arasındaki iletişim köprüsü çok sağlam kurulacaktır.

Her bebeğin ağlama sıklığı ve kucaklanma isteği farklıdır. Geçirilen hamilelik sürecine, bebekle anne arasındaki diyaloğa, ailenin yapısına göre kimi bebek az, kimi bebek daha çok güven ihtiyacı, kucaklanma isteği gösterebilir. Yine kimi bebekler temastan daha fazla hoşlanır. Zamanla bebeğinizin kişilik yapısını ona duyarlı olduğunuzu göstererek anlayacaksınız. İlk zamanlarda eğer bebeğin sevgi, temas ihtiyacını yeterince kucaklayarak, emzirerek karşılarsanız bir süre sonra özgüveni ve ebeveynlere karşı güveni oluşan bebek artık kendi kendine vakit geçirmeyi de öğrenecektir.
Özellikle oturmaya başladıkları 6-7 aylardan sonra kucaklanma istekleri ve ihtiyaçları azalacaktır. Bazen de 6-7. aylarda yabancıları yadırgama fobisi oluşabilir. Belki bu dönem de geçici bir güven ihtiyacı artabilir. Bu dönemlerinde hakkıyla sevgi ve kucaklanma tatmini yaşayan bebekler, daha sonra kendi kendine vakit geçirebilen çocuklar olacaktır. Çünkü kendi başına oynadığında, bir şeye ihtiyacı olduğunda nasıl olsa birinin ona yardım edeceğini bilir ve güvenir, tedirginlik yaşamaz.

Bebeğini emziren anneler, emzirirken bebeğiyle sıkça temas etmektedir. Emzirmeyen annelerin, bebeğini kucağa alma ve sarılma gibi sevgi gösterilerini daha sık yapması gerekir.
Son zamanlarda uyku eğitimleri sırasında; ağladığında hemen kucağa almayın, ağlar ama bir süre sonra kendi kendine uyumayı öğrenir bakış açısı çerçevesinde olan yaklaşımları sıkça görüyoruz.

Evet, çocuk belki bu şekilde uyumayı öğrenir ama ruhunda, psikolojisinde annem ve babam bana duyarlı değil, yardım çağrılarıma kulak asmıyor kalıcı psikolojik zarar görebilir. İlk iki yıl bu açıdan çok önemlidir. İlk bir yıl anneye güvenli bağlanma dönemidir. İlk yılın 6-8 ayında yabancıları yadırgama döneminde güven duygusu ve sevgi ihtiyacının en iyi şekilde karşılanması, uzun vadeli sonuçlar açısından çok önemlidir. Aile içinde tatmin edilen sevgi ve güven ihtiyacı, bebeğin ruhunu yeterince beslediği zaman, özellikle 2 yaş sonrası ebeveynlere yapışık olmayan, dışa açık çocuklar gelişimini sağlayacaktır. Çocuk etrafına karşı güven ya da tehdit sorunu yaşamayacaktır. Bu sayede dört- beş aralığında tekrar olabilecek psikolojik değişimleri de en yumuşak geçişle atlatmış olurlar.
Sevginin, kucaklamanın, sarılmanın miktarı, ücreti, tükenme sorunu, kısıtlaması olmaz.

Çocuklarımıza sevgiyi sunmaktan kaçınmayalım. Mutlu yarınlar erken sevgi yatırımlarıyla mümkündür.

Bu hastalıklar yaşlanmanızı beklemiyor

Bir zamanlar yaşlı nüfusta daha sık görülen kalp ve damar hastalıkları, artık orta yaş bireyleri de tehdit ediyor. Stres, zorlaşan yaşam koşulları, sigara ve alkol kullanımı, sağlıklı yaşama ayrılan zamanın azalması tansiyon, yüksek kolestrol ve kalp yetmezliğine neden oluyor. 

Medical Park Ankara Hastanesi Kardiyoloji Bölümü'nden Doç. Dr. Bünyamin Yavuz " Bir zamanlar 60 yaş ve üzeri kişilerde görülen kalp ve damar hastalıkları artık yaşlanmayı beklemiyor. 45 yaş üstü herkes risk altında" diyor.

15 DAKİKANIZI AYIRIN, MUAYENE OLUN
Tansiyon, yüksek kolestrol ve kalp yetmezliği hayati risklerle birlikte ortaya çıkıyor. Uzmanlara göre 45 yaş üstü erkekler ve 55 yaş üstü kadınlar risk grubu içinde. Ailede erken kalp hastalığı öyküsü olan herkesin hangi yaş grubunda olursa olsun mutlaka gerekli kontrolleri yaptırması gerekiyor. Doç. Dr. Bünyamin Yavuz yüksek tansiyon ve kalp yetmezliğinin organ hasarı başlamadan belirti vermediğine dikkat çekiyor ve ekliyor " 15 dakikalık bir muayene ile ömrünüze yıllar katabilirsiniz"

TANSİYON DEYİP GEÇMEYİN
Erişkin nüfusta görülen kalp damar hastalıklarının başında yüksek tansiyon geliyor. Yüksek tansiyon 60 yaş üzerindeki yaşlı nüfusun yüzde 70'inde, erişkin nüfusun ise yüzde 30'unda görülüyor. Doç. Dr. Bünyamin Yavuz kalp, böbrek, göz ve beyin damarlarının yüksek kan basıncına uzun yıllar sessizce direnebildiğini, bu nedenle de hastalığın belirti vermeden ilerlediğine dikkat çekiyor. Kontrol altına alınmadığında kalp yetmezliği, kalp büyümesi, damarlarda daralma, felç, böbrek yetmezliği ve körlük gibi ciddi sorunlara neden olan yüksek tansiyonun tekrarlanan ölçümlerle saptanıyor. Tanı kan basıncının bir hafta ara ile yapılan iki ayrı ölçümde 140/90 mmHg ve daha üzerinde çıkması ile konuyor.

YÜKSEK TANSİYONU DÜŞÜRMEK İÇİN:
Sarımsak en çok tanınan tansiyon düşürücüdür, kilo vermek, düzenli spor yapmak ve günde 5gr altında tuz tüketmek tansiyon düşürücü etkisi olan faktörlerdir. Akdeniz tipi dietle beslenmek, alınan alkol miktarını düşürmek kullanılan ilaç dışı tedavi yöntemlerindendir. Bu metotların denenmesine rağmen tansiyon düşmüyorsa mutlaka kalp doktoruna başvurulmalıdır.

KALBİNİZİ NE KADAR YETERLİ?
Kalp hastalıklarından en sık görülenlerinden biri de kalp yetmezliği. Kalp yetmezliği kalbin egzersiz sırasında dokulara kan pompalamada yetersiz kalmasıyla ortaya çıkıyor. İleri safhalarında dinlenme anında bile nefes darlığı, halsizlik, şişlik, gece öksürüğü, düz yatamama gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Kalp yetmezliği her yaş grubunda görülebildiği gibi özellikle 45 yaş üzerinde ölümcül sonuçlar doğurabiliyor. Bu nedenle 45 yaş üzeri herkesin ekokardiyografi çektirmesi gerekiyor.

EGZERSİZ YAPIN, İYİ BESLENİN, MUTLU OLUN
Kalbiniz sizin için günde 100 bin kez atıyor. Peki siz onun için ne yapıyorsunuz? Doç. Dr Yavuz kalp sağlığını korumak için şu tavsiyeleri veriyor :

"Düzenli ve uygun egzersiz, kalbi korumak için şart. Fiziksel ve duygusal olarak kendini iyi hisseden her birey, hastalıklarla mücadelesini daha sağlıklı sürdürür. Bu nedenle 45 yaş üzeri herkesin haftada en az iki kere ve en az 20 dakika sürecek yürüyüşler yapması gerekli. İmkanınız varsa yüzün. Yüzmek en sağlıklı egzersizlerden biridir. Burada sağlıklı beslenme, düzenli uyku da çok önemli. Ayrıca yapılan araştırmalar düzenli seks hayatı olan erişkin ve yaşlıların, kalp ve damar hastalılarından ölme riskinin daha az olduğunu ortaya koydu. Bunu da göz ardı etmemek."

Botoks yerine hipnozla gençleşin

Botoks yaptırmayı mı düşünüyorsunuz? Tekrar düşünün çünkü hipnoz size ilaç tedavilerine, yüz gençleştirme ve kırışıkları gerdirme tedavilerine doğal bir alternatif sunuyor.

Uzman Klinik Psikolog ve Hipnoterapist Mehmet Başkak, hipnozun dermatolojide kullanımına ilişkin şu bilgileri verdi:

CİLT SORUNLARINA HİPNOZ
"Hipnoz, cilt sorunlarının tedavisinde hep başarıyla kullanılagelmiştir. Metobolizmanın, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde de oldukça fazla kullanılan bir yöntem. Bilinçaltı düzeyde gerçekleşen ikna ve oluşturulan güçlü inanç, tüm bünyeyi etkiler. Güzel bir bakış açısı tüm fizyolojide güzel sonuçlar oluşturur. Bu açıdan hipnozun güzelliğinizi olumlu etkileyecek bir çok faydası (yorgun yüz kaslarını canlandırmak, kan akışını artırmak ve cildinizin doğal parlaklığını geri kazandırmak gibi) vardır ve bunların hepsi botoksa doğal bir alternatif sunabilir.

ENDORFİN KOKTEYLİ
Hipnoz etkisi, botoksa benzer fakat farklı bir şekilde çalışır. Temelde, hipnoz altında, kendinizle, hayatla ve bulunduğunuz yaş dönemi ve görünüşünüzle ilgili olumsuz duygular temizlenip, rahatlamaya başladığınız andan itibaren mutlu, olumlu duygulara ve hislere odaklanmaya başlarsınız; sonra beyniniz güçlü bir "endorfin kokteyli" üretmeye başlar.

MUTLU KİMYASALLAR
Hipnozun sağladığı güzel ve huzurlu psikolojik zeminde, mutlu kimyasallar cildin altında dolaşmaya başlar, yüzünüzdeki kan akışını artırarak renk, doku ve nem seviyelerini artırır. Mutlu kimyasallar, yüz kaslarınızı rahatlatan ve gerginliği artıran stres hormonlarını azaltan bir sinyal gönderir. Beş büyük yüz kas grubunun gevşemesine yardımcı olur. Tüm bunlar yüz gerginliğini yumuşatır ve cildinizde anında bir iyileşme, parlaklık ve canlılık sağlar.

Güzellik sisteminin arkasındaki ilke, kendimizle ve yaşamla barışarak, derin ve rahat bir farkındalık durumunda kalırken ve yüzünüzde dolaşımı teşvik ederken beş büyük yüz kas grubunun gevşemesine yardımcı olmak ve iki anti-yaşlanma ya da yaşlanmayı, kırışmayı yavaşlatma süreci oluşturmaktır.

KENDİ KENDİNİZE YAPABİLİRSİNİZ
Özellikle kendi kendine bunu yapabileceğiniz otohipnoz bilgisine sahip olmak ve her gün kendinize 5-10 dakika ayırmak süreç içerisinde sizi çok mutlu edecek sonuçlar oluşturabilecektir. Hipnozu düzenli kullandığınızda, yüz kaslarınızın tekrar tekrar gevşemesinin, kırışıklıkları ve yüz boyunca istenmeyen çizgileri, botoksun yaptığı gibi yumuşattığını bulacaksınız; üstelik yüz ifadenizi bozacak bir risk yaşamadan. Otohipnoz, hem psikolojinizin hem cildinizin güzelleştirilmesinde rahatlıkla kullanabileceğiniz kendi kendine uygulama yöntemidir ve öğrenmesi basittir, sadece günde 5-10 dakika ile bir süre sonra kendinizi daha canlı ve cildinizi daha güzelleşmiş bulabilirsiniz. Bu tekrarı ne kadar çok yaparsanız o kadar çok sonuç alacaksınız.

Bu işlemler aynı zamanda zihninize de harika bir tazelenme imkanı sunar."

 
Blogger Templates