Subscribe:

Ads 468x60px

Türk kadınları, süresi geçen kozmetik kullanıyor

Araştırmalara göre sadece 4 kadından 1'i makyaj malzemelerinin son kullanma tarihine dikkat ediyor. Hatta süresi geçtikten sonra 6 yıl kullanma devam ediyor. 

Kadınların en uzun süre kullandığı kozmetik malzemelerinin başında göz farı geliyor.

Her şey gibi makyaj malzemelerinin de bir kullanım süresi var. Ancak yapılan araştırmalara göre sadece 4 kadından 1'i makyaj malzemelerinin son kullanma tarihlerine dikkat ediyor. Hatta süresi geçtikten sonra 6 yıl kullanma devam ediyor. Kadınların en uzun süre kullandığı kozmetik malzemelerinin başında göz farı geliyor. Normalde göz farının kullanım süresi 1 yıl, ancak Avrupa'da bu oran 6 yıl uzuyor! 2 yıllık ruju 4 yıl, 1 yıllık fondöteni 3 yıl kullanan kadınlar sağlıklarını riske attıklarını bilmiyor. 6 aylık kullanım süresi olan maskara ise genellikle 2 yıl boyunca makyaj çantasındaki yerini koruyor. 2 yıllık pudralar ise 3 yıl kullanılıyor.

Oysa tarihi geçen kozmetik malzemelerinin yol açtığı bakteriler ve toksinler çok ciddi hastalıklara yol alabiliyor. Örneğin tarihi geçmiş bir göz kalemi ya da fondöten ciddi enfeksiyonlara neden oluyor.

PAO İŞARETİNE BAKIN
100 yıllık İtalyan kozmetik markası Deborah Milano marka müdürü Aylin Öztürk, kadınların makyaj malzemelerini atmaya kıyamadığına dikkat çekiyor. 'Kadınlar gıdada kullanım süresine dikkat ediyor. Örneğin sütün tarihi geçmişse hemen atıyor. Ancak söz konusu kozmetik malzemeler olduğunda genellikle kullanım süresine dikkat edilmiyor. Bir kozmetik malzemesini atarken 2 kere düşünüyor. Oysa kullandığınız kozmetik ürünler de tükettiğiniz gıdalar kadar fresh ve taze olmalı' diyor.

Ürünlerin son kullanım tarihleri ambalajları üzerinde belirtiliyor. Başka önemli bir nokta ise açıldıktan sonra ürünü kullanabileceğiniz süreyi gösteren PAO (Period After Opening yani açıldıktan sonraki raf ömrü) işareti. Bu işaret kapağı açık kavanoz resminin içinde sayı ve "M" harfinden oluşuyor. Kavanoz şeklinin içinde "3M" yazıyorsa bu ürünün açıldıktan sonra 3 ay içinde tüketilmesi gerektiğini gösteriyor.

2 HAFTADA 1 YIKAYIN
Kozmetik ürünlerinin tıpkı kıyafetler gibi düzenli olarak temizlenmesi gerektiğini belirten Aylin Öztürk, kozmetik ürünlerin ömrünün uzatılması için de şu tavsiyelerde bulunuyor:

*Fırçaları 2 haftada bir yıkayın. Süngerleri ise her kullanımdan sonra mutlaka yıkayın.
*Kullandığınız ürünü açık bırakmayın. Kapağını mutlaka sıkı sıkı kapatın.
* Fırçaları nemli havlu gibi yerlerin üzerine bırakmayın.
*Ürünler, aşırı sıcağa maruz kalmamalı. Aynı zamanda kozmetik ürünleri, banyo gibi nem oranının yüksek olduğu yerlerde de bırakılmamalı.
*Göz kalemlerini düzenli olarak kalemtıraş yardımıyla açın. Böylece üzerinde bakterilerin oluşumunu ve olası göz enfeksiyonlarını engellemiş olursunuz.
*Kozmetik malzemelerini kullanmadan önce mutlaka ellerinizi yıkayın.
*Kozmetik malzemelerinizi başkalarıyla paylaşmayın.
*Rengi ve kokusunda değişiklik fark ettiyseniz hemen atın.
*Ürünü en son ne zaman kullandığınız hatırlamıyorsanız, bir daha kullanmayın.

Hangi ürünün ömrü ne kadar?
Oje: 36 ay
Göz farı: 12 ay
Ruj: 24 ay
Maskara: 6 ay
Fondöten: 12 ay
Allık: 18 ay
Eyeliner: 6 ay
Göz kalemi: 24 ay
Kapatıcı: 8 ay
Pudra: 24 ay
Dudak kalemi: 1 yıl

Bozulduğu nasıl anlaşılır?
Fondöten: Kıvamı eskiye oranla daha koyudur, uygularken topakçıklar oluşur, renginde ve kokusunda değişiklikler meydana gelir. Fondöteninizin uzun ömürlü olmasını istiyorsanız her kullanımdan sonra ağzını silin ve sıkıca kapattığınızdan emin olun. Fondöteni ışıklı, sıcak ve nemli ortamlarda bırakmayın.
Rimel: Kurur ve zor sürülür. Kadınlar genellikle kurumuş rimeli sulandırarak kullanmaya devam eder. Göz sağlığınız için kurumuş bir rimeli asla sulandırarak kullanmayın.
Ruj: Renk ve kokuları değişir, yumuşar ve yağlanır. Rujlarınızın daha uzun ömürlü olmasını istiyorsanız aşırı sıcak ve soğuk ortamlardan uzak tutun.
Oje: Akıcılığını yitirip koyulaşır, renk verici madde solüsyondan ayrılıp şişenin dibine çöker, rengi değişir, parlaklığını yitirir. Her kullanımdan sona şişenin ağzını asetonla temizleyin.

Estetik Ameliyat İçin Uygun Dönemdesiniz

Estetik ameliyatlar günümüzde deneyimli ellerde uygulandığında başarılı sonuçların ortaya çıkmasını ve bireyin yaşam kalitesini artırmasını sağlıyor. 

Kişinin bedeniyle ilgili yıllardır yaşadığı kaygılar doğru uygulanmış estetik ameliyatlar sayesinde radikal bir şekilde son buluyor. Estetik ameliyatlar için mevsim olarak en uygun dönem ise kış ayları.

Güneş yüzünü göstermediği ve kapalı alanlarda uzun süre vakit geçildiği için kış ayları estetik yaptırmak için son derece uygun. Liv Hospital Ankara Plastik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Deveci, "Tüm cerrahi işlemler gibi estetik girişimler de bir iyileşme ve normalleşme sürecine gereksinim duyuyor.

Ameliyat sonrası fiziki olarak kısıtlanmak yüzünden evde kalarak vakit geçirmek, korse vs kullanımı hava soğuk olduğu için sıkıntı yaratmıyor. Ayrıca kışın ödem sorunu ile daha az karşılaşıyoruz. Estetik bir ameliyat planlıyorsanız kış mevsimi son derece uygun bir zamandır" diyor.

İyileşme süreci daha kolay geçer
Kış ayları estetik ameliyat olup iyileşmek için çok uygun bir dönemdir. Bu aylarda ameliyat olduğunuzda doktorunuz tarafından önerilen sizi zorlayacak kısıtlamaları yaz aylarında yaşamaktan da kurtulmuş olursunuz. Eğer bir estetik girişim planlıyorsanız ve bu konuda kararlıysanız ameliyatınızı yaptırmak için, iyileşme ve normalleşme sürecinin daha az zahmetli olacağı kış aylarını tercih etmelisiniz.

Fazla kilolardan da kurtulabilirsiniz
Kışın fiziksel aktivitenin azalması, sakin bir yaşam sürülmesi ve kapalı alanlardaki aktiviteler gibi değişik nedenlerle kilo alma sorunları artar. Özellikle fiziki aktivitenin sınırlı olması kişi ideal kilosunda olsa bile vücudunun belirli bölgelerinde yağ fazlalıklarının oluşması ile sonuçlanabilir. Fazlalıklardan kurtulmak estetik cerrah tarafından yapılabilecek ameliyatlarla mümkün olacaktır. Liposuction ve benzeri girişimlerde iyileşmek ve ameliyatla elde edilecek sonucun tam olarak ortaya çıkması için zamana gereksinim vardır. Liposuction ve karın germe ameliyatlarından sonra bir süre korse kullanmak gerekir. Sıcaklarda korse kullanımı çekilmez olabilir. Liposuction, karın germe gibi ameliyatlardan sonra bir süre fiziki aktiviteniz kısıtlanabilir. Egzersiz ve spordan uzak kalmak kış aylarında daha tolore edilebilir.

Sıcaklar ameliyat sonrası ödemi artırır
Bazı estetik ameliyatlardan sonra uygulanmak zorunda olan pansuman, alçı ya da flaster tespiti gibi önlemler sıcak mevsimlerde terlemeye neden olabilir. Bu da sizi rahatsız edebilir. Sıcak mevsimlerin bir diğer sakıncası da ameliyat sonrası kaçınılmaz olarak gelişen ödemdir. Sıcağın ödemi artırdığı herkes tarafından bilinen bir gerçektir.

Gençlerin hareket süresi birkaç dakikaya düştü

Gençler teknolojinin dayattığı hareketsiz yaşam tarzı yüzünden erken yaşta büyük sağlık sorunlarıyla karşılaşıyor. 

Yapılan araştırmalara göre uzun saatler ofiste oturarak çalışan gençlerin arka bacak adaleleri kısalıyor, bu sorun ileride kronik bel ağrılarına sebep olabiliyor. Hareketsiz yaşayan gençlerde kalp damar hastalıklarına daha sık rastlanırken kanser ve depresyona yakalanma riski de artıyor.

Son 50 yılda tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de teknolojik gelişmeler, eğitim ve boş zamanda yapılan aktivitelerle ilgili araç gereçlerde ciddi bir değişim meydana getirdi. Türkiye'de hizmet sektörünün istihdam içindeki payı yüzde 50'ye yükseldi, büroda tüm gün oturarak çalışan kişilerin sayısı hızla arttı. Üretimde olduğu gibi eğitim ve eğlence sektöründe de ciddi bir 'mekanizasyon' ve 'bilgisayarlaşma' süreci yaşandı. Tüm bu gelişmelerin doğal sonucu olarak genç nüfus da bu dönüşümün ve değişimin sağladığı olanaklardan yararlanırken ciddi sağlık tehditlerine açık hale geldi. Teknolojinin olanaklarını her alanda kullanan gençler, yerlerinden kalkmadan bir tıkla market alışverişlerini yapmaya, cep telefonlarıyla banka şubesine gitmeden faturalarını yatırmaya başladı.

Daha az efor ve hareketle daha fazla ihtiyacın karşılanması, eğlence anlayışındaki hızlı dönüşüm, spor ve efora ayrılan zamanın azalması, bireyleri tehlikeli bir yaşam tarzı ile tanıştırdı: Sedanter (hareketsiz) yaşam tarzı. Gençler arasındaki ortalama hareket, yürüme, koşma gibi aktiviteleringünde birkaç dakikaya düştüğüne dikkat çeken Medical Park Bahçelievler Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Ümit Dinçer, hareketsiz yaşayan gençleri bekleyen tehditleri anlattı:

KAS İSKELET SORUNLARINA YOL AÇIYOR
Genç yaştaki eğitim süreci devam eden insanlar önemli risklerle karşı karşıyadır. Kısa vadede hareketsiz yaşamın en önemli sonucu kas iskelet sorunlarıdır. Günde 8-10 saat bir masada oturarak çalışmak, yazmak, araştırma yapmak zihinsel aktifliği sağlasa da, bedensel olarak 'sedanter' olmayı gerektirir. Genç nüfusun uzayan eğitim süreleri göz önüne alındığında ciddi bir sedanter yaşama maruz kaldığı görülecektir. Öte yandan boş zaman faaliyetlerinden alışverişe, haberleşmeden yemek siparişine dek her türlü ihtiyacın hareket etmeksizin karşılanabildiği, ulaşım alışkanlıklarının kapıdan-kapıya anlayışına dönüştüğü günümüz şartlarında arka plandaki tehlikeyi göz ardı etmemek gerekir.

GENÇLERİN ORTALAMA HAREKET SÜRESİ BİRKAÇ DAKİKA
Gençler arasında ortalama hareket, yürüme, koşma gibi aktiviteler "birkaç dakika" ile sınırlı hale gelmiştir. Uzun süre oturarak vakit geçiren, sportif aktivitelere katılmayan ve bir erişkin genç için gereken asgari hareketi yapmayan birey hızla kas, tendon ve kemik sorunları ile karşılaşmaktadır. Zira bahsi geçen dokuların hepsi bir yük ile yüklenme sonucunda güçlenir, tamir süreçleri hızlanır ve vücut dizilimini fizyolojik şekilde tutarlar.

AŞIRI BİLGİSAYAR KULLANIMI KAMBURLAŞMA RİSKİNİ ARTIRIYOR
Uzun saatler oturma sonucunda kısalan 'hamstring kasları' (arka bacak adalesi), gençlerde zor tedavi edilen kronik bel ağrılarına sebep olurlar. Benzer şekilde uzun süreler baş önde pozisyonda bir bilgisayar ekranına bakmak boyun ve sırt ağrılarına sebep olurken, kişiyi başı önde bir duruşa ve kamburlaşmaya yatkın bir hale sürükler. Az hareket, masa başı iş ve günlük streslerin yol açtığı omurga ağrıları, başa çıkılması en zor kas iskelet sistemi sorunları arasındadır.

DİYABET VE KALP DAMAR HASTALIKLARINI TETİKLİYOR
Obezite, hipertansiyon, şeker hastalığı, inme, yaygın ateroskleroz (damar sertleşmesinin bir türü) gibi metabolikzeminde gelişen pek çok problemin başlangıcı, gençlik ve çocukluktaki beslenme ve hareket alışkanlıklarıdır. Hareketsiz yaşam sonucunda gençlerde kalp damar hastalıklarına daha sık rastlanmaya başlanmıştır. Bir toplum sorunu haline gelen insülin direnci, diyabet, 'metaboliksendrom' gibi tanılar giderek genç nüfus arasında sık görülür hale gelmiştir. Öyle ki,genellikle 50 yaş ve üzerinde rastlanan Tip 2 diyabet, 25-35 yaş grubunda da görülmeye başlanmıştır.

KANSERE DAHA KOLAY YAKALANABİLİYORLAR
Hareketsiz yaşam ve beraberinde getirdiği aşırı ve tek yönlü beslenme,daha fazla sigara ve alkol tüketimine de yol açarak hastalıklara yakalanma riskini artırır. Sedanter kişiler, belli periyotta yeterli aerobik egzersiz yapanlara oranla dejeneratif sinir hastalıkları (Alzheimer, demansvs.), kanser, depresyonve immun yetmezliğe bağlı hastalıklara daha kolay yakalanırlar. Egzersiz yapmanın mutluluk hormonları olarak bilinen endorfinlerin salınımını artırdığı kesin olarak bilinmektedir. Bu nedenle fiziksel olarak aktif olmayan gençler depresyona daha yatkın olup, dikkat düzeyleri daha düşük, konsantrasyon süreleri ise daha kısadır.

EGZERSİZ YOKSUNLUĞU ÇOCUKLUKTA BAŞLIYOR
Günümüzde toplum ve bireyi tehdit eden hemen hemen bütün hastalık ve rahatsızlıkların az ya da çok fiziksel aktivite ile ilişkisi vardır. Egzersiz yoksunluğu veya yetersizliği sadece ileri yaş sorunu olarak değerlendirilmemeli, sorunun gençlik, hatta çocukluk çağlarından başladığı unutulmamalıdır.

OFİSTE 2-3 DAKİKA EGZERSİZ KASILMALARI ENGELLER
Hareket veya egzersiz için her zaman geniş alanlar, sofistike cihazlar şart değildir. Bir masa başında veya iş istasyonunda çalışırken de yapılabilecek baş-boyun, omuz, kol ve bacakları germe, esnetme egzersizleri ile kısa süreli ofis içi hareketleri bile tahmin edilemeyecek kadar çok fayda sağlayabilir. Zaman zaman çalışma temposuna ara verip 2-3 dakikalığına bu egzersizleri yapmak hem omurga sağlığına katkı sunar hem de kol ve bacaklardaki kısalmaları belirgin şekilde engeller.

Kalbinizle dost egzersizler yapın

Düzenli egzersizin sayısız yararı olduğunu belirten uzmanlar, bazı önemli noktalara dikkat çekiyor. 

Egzersiz günleri arasında birer gün vücuda toparlanma için fırsat verilmesi gerektiğini belirten uzmanlar, "Doğru ve kalp dostu egzersiz reçetesi hayat kurtarıcıdır. Haftanın 3 ya da 4 günü en az 30 dakikalık orta seviyeli aerobik egzersizler kalbinizle dosttur" uyarısında bulundu.

Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Doç. Dr. Defne Kaya, egzersiz sırasında yapılan hatalı davranışlara dikkat çekerek önemli hatırlatmalarda bulundu:

"Düzenli egzersiz nabzı ve tansiyonu düzenler, kasların fonksiyonunu geliştirerek alınan oksijenin hücrelere daha fazla taşımasını sağlar yani kişinin aerobik kapasitesini geliştirir. Artmış aerobik kapasite kalp problemi yaşayan kişilerin, obezite ve diyabet gibi sistemik hastalığı olanların, kronik hastalığa sahip bireylerin günlük yaşam aktivitelerini ve iş performanslarını yorulmadan ve kolaylıkla yapmasını sağlar.

Aerobik egzersizler vücut ağırlığını ve yağ kütlesini azaltır, kolesterol ve trigliserid seviyesini, kan basıncını düşürür ve düzenler. Aerobik egzersizler kalp problemlerinden ölümleri yüzde 25 azaltır. Yani egzersiz yapmak kalbimizi, kaslarımızı, bağışıklık sistemimizi kısaca sağlığımızı korur, geliştirir ve güçlendirir. İnsan sağlığı üzerine çok sayıda yararı olmakla birlikte egzersizin bir de karanlık yüzü vardır.

Egzersiz kalbinizi incitebilir... 50 yaş üstü sporcular incelendiğinde uzun süre aerobik egzersiz yapan kişilerin kalp dokusunda skarlaşma olduğu gösterilmiştir. Uzun süre yoğun (ağırlık kaldırma) antrenman ve aerobik egzersiz yapan kişilerde kalp kası zayıflamaktadır. Yoğun ve uzun süre yapılan egzersizler, kalp atım hızımızı ve ritmimizi düzenleyen kalbin sağ odacığının zarar görmesine neden olur. Egzersiz/spor öncesi ısınmak, sonrasında soğumak ve egzersiz/spor günlerinin arasında bir gün toparlanma için ara vermek bu sorunları azaltacaktır.

Egzersiz inflamasyona (yangıya) neden olabilir... Aerobik egzersiz yaptığımızda vücudun harcadığı enerjiyi yerine koyması için 20 kat daha fazla oksijene ihtiyacı olur. Bu ihtiyacı karşılamak için üretilen bazı serbest radikaller kas ve damar gibi dokularda oksidatif zedelenmeye neden olur. Düzenli fiziksel aktivite koruyucu özellikte olan antioksidan serbest radikaller üretse de yoğun egzersizlerle oluşan oksidatif zedelenme antioksidanların koruyucu etkisini baskılamaktadır. Bu serbest radikaller nedeniyle oluşan oksidatif stres, kronik ve sistemik inflamasyona yol açarak hücre yapısındaki proteinleri, zarları ve genleri bozmaktadır. Yoğun ve uzun süre aerobik egzersiz yapıyorsanız, kronik ve sistemik inflamasyonla karşı karşıyasınız demektir. Kronik inflamasyon kanser, kalp hastalıkları, felç, Alzheimer ve Parkinson gibi birçok hastalığın gelişmesine zemin hazırlamaktadır. Uzun süre ve yoğun egzersiz yapan kişilerin böğürtlen, dut, frambuaz gibi küçük taneli meyveler, fındık ve koyu yeşil yapraklı sebzeler gibi antioksidanları tüketmesi, egzersizle oluşan zararlı oksidatif etkinin üzerini yara bandı gibi kapatacaktır. Egzersiz günleri arasında birer gün vücuda toparlanma için fırsat vermek ve egzersiz tiplerini değiştirmek (bir gün yüzme, bir gün ara, ertesi gün bisiklet, bir gün ara, sonraki gün koşu gibi) egzersizin vücuda zarar veren inflamasyon etkisini azaltacaktır.

Egzersiz vücut için oldukça stresli bir iştir... Böbreküstü bezlerimiz fiziksel veya duygusal stres altında kaldığımızda, bedenimizin bu streslere uyum sağlaması için kortizol, norepinefrin ve DHEA gibi hormonları üretir. Yoğun ve sık strese maruz kalındığımızda (uzun süre ve yoğun egzersiz yapmak gibi) böbreküstü bezlerimiz çalışmaktan bitap düşer ve vücudumuzda ciddi hormon dengesizlikleri oluşur. Bu durum sonunda kronik yorgun, düzensiz uykuya sahip, düşük libidolu, anlamsız ve yorgun bakışlı, sürekli çene eklemini sıkan ve ne kadar egzersiz yapılırsa yapılsın "zayıf ama yağlı" bir insana dönüşülecektir. Uzun süre yoğun egzersiz yapan kişilerin yüzde 90'ında bu belirtilerin görüldüğü bilinmektedir.

Stresten, yoğun egzersizden, sinir sistemini uyaracak ve metabolizmayı sürekli aktif tutacak kafein gibi alışkanlıklardan uzak durmak, kortizol seviyesini artıran yoğun egzersizler arasında "toparlanma günleri" bırakmak, çok geç ve erken saatte yoğun egzersiz yapmamak, yıkıcı özelliği olan kortizolin seviyesini düşüren maca kökü tozunu (elbette ki doktor kontrolünde) kullanmak egzersizin vücut üzerinde stres oluşturan etkisini azaltmaya yardımcı olacaktır.

Sağlık problemi olanlar doktor kontrolünde egzersiz yapmalı
40 yaşını geçen tüm bireylerin ve sağlık problemi olan kişilerin egzersiz/spor reçetesinin hekim ve fizyoterapist kontrolünde oluşturulması gerekmektedir. Doğru ve kalp dostu egzersiz/spordan oluşan egzersiz reçetesi hayat kurtarıcıdır. Haftanın 3 ya da 4 günü en az 30 dakikalık orta seviyeli aerobik egzersizler kalbinizle dosttur. Bu egzersizleri günde 10-15 dakikalık antrenmanlara bölebilir ve süreyi yavaş yavaş artırabilirsiniz. Yaptığınız aktivite, nabzınızı maksimal kalp hızının yüzde 50 ila 85 arasında bir seviyeye ulaştırıyorsa aerobik egzersiz yapıyorsunuz demektir. Maksimal kalp hızınızı 220'den yaşınızı çıkararak hesaplayın. 40 yaşında bir kişinin maksimal kalp hızı 180 atım/dk, kalp sağlığı için ideal aerobik seviyesi ise nabzını dakikada 90 ila 150 atıma çıkaran egzersizler olacaktır.

Kalp dostu egzersizler
1) Yürümek: Eğlenceli, güvenli, ucuz ve yoğun iş temposunda bile gerçekleştirilebilecek bir egzersizdir. Yürümek, büyük kas gruplarınızı düzenli ve ritmik olarak çalıştıran harika bir aerobik egzersizdir.
2) Bisiklete binmek. Büyük kas gruplarını çalıştıran harika bir aerobik egzersizdir. Diz ağrınız varsa seleyi yükseltebilirsiniz.
3) Yüzmek. Haftada 2-3 saat yüzmek ideal bir öneridir. Kemik ve eklemlere az yük bindirdiği için obez ve eklem problemi olan kişiler için harika bir aerobik egzersiz seçeneğidir. Su içinde yapılan aerobik egzersizler de size yüzmeyi ve egzersizi sevdirebilir.
4) Eliptik bisiklet kullanmak. Hem kolları hem de bacakları çalıştırır. Eliptik bacak hareketi koşmayı taklit ettiği için koşuya hazırlayıcı güzel bir aerobik egzersiz önerisidir. Aynı zamanda ritmik kol hareketleri gövde ve omuzlara kan akımını da sağlayacaktır.
5) Dans etmek. Motive edici müzik, iyi bir ayakkabı sağlandığında ritmik hareketleri içeren dans ile kalp atım hızınızı dakikada 120 ila 135 atıma kadar çıkarabilirsiniz. Zumbayı hâlâ denemediniz mi?
6) Tai Chi. Sadece uzak doğuluların değil artık tüm dünyanın gözdesi olan bu hem derin nefes teknikleri ve yavaş ritmik özellikleri nedeniyle hareketli meditasyon sağlayan hem de aerobik özellikleri içeren harika egzersiz aynı zamanda iyi bir denge artırıcıdır."

Bu Hastalık Bel Fıtığı ile Karışıyor

"Ne onunla ne onsuz…" Kadınların topuklu ayakkabıyla ilişkisini tek nefeste anlatan en iyi söz şüphesiz budur. Yüzyıllardan bu güne kadının artarak devam eden topuklu ayakkabı sevdası, estetik avantajların yanı sıra pek çok sağlık sorununu da beraberinde getiriyor. 

Bu sorunlardan biri ayak bileği kilitlenmesi. Uzun süre giyilen topuklu ayakkabıların ayak bileği sıkışmasına neden olduğunu söyleyen ve hastalığın çoğu zaman bel fıtığıyla karıştırıldığını söyleyen Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Ruhsan Cihan, tıpta Tarsal Tunel Sendromu diye bilinen ayak bileği sıkışması sorunuyla ilgili şu bilgileri veriyor:

Ayak bileğimizin iç kısmındaki kemiğin arkasında aynen el bileğinde olduğu gibi sinir ve ayak başparmağının bükülmesini sağlayan tendonların geçtiği tunel bulunur. Bu tunelin içinden geçen sinir çeşitli nedenlerden dolayı sıkışabilir. Tunelin içinden geçen sinirlerde oluşabilen herhangi bir iletim bozukluğu Tarsal Tunel Sendromuna yol açar, kişi ayağını hareket ettiremez. Uzun süre yüksek topuklu ayakkabı giyen kadınlarda bu hastalığa sık rastlamak mümkün.

Şikayetler Bel Fıtığı ile Aynı

Hastalık verdiği belirtiler nedeniyle en çok bel fıtığı ile karıştırılıyor. Şikayetler belde oluşan sinir kökü basılarının oluşturduğu belirtiler ile neredeyse aynı. Hastalar çoğunlukla ayak parmaklarında, topukta, ayak tabanında, ayak bileğinde ağrı, yanma ve baldıra yayılan ağrı şikayetiyle geliyor. Yaşanan ağrı kişileri gece uykudan uyandırabilecek kadar şiddetli olabiliyor.

Hastalarımız genellikle bize belinde bir sorun olduğunu düşündüğü için geliyor. Ayrıca, topuk dikeni, plantar fasciitis gibi hastalıklarla da karıştırılabiliniyor. Bu nedenle bu belirtilerde doğru teşhisi koyabilmek için iyi bir fizik muayene ve EMG tetkiki gerekiyor.

Şeker Hastalarında Sık Görülüyor

Tarsal tünel sendromu 40-70 yaş arasındaki kişilerde daha sık görülüyor. Diyabet (şeker) hastalarında görülme sıklığı ise daha fazladır. Çünkü diyabet, sinir iletiminde bozulmaya yol açan bir hastalıktır. Ayak bileğinde oluşan burkulmalara ve diğer travmalara bağlı tendon üzerinde oluşan ödem veya enflamasyon hastalığın tetiklenmesine neden olabiliyor.

Ayak bilek kırıkları sonucu oluşan kemik deformiteleri de Tarsal Tuneli tetikleyebilir. Düz taban olan, ayak bileğini fazla kullanan, fazla ayakta duran kişilerde risk altındadır. Uzun yol şoförlerinde, garsonlarda, ev işi yapan kişilerde de daha sık görülmektedir. Tabi kilo fazlalığı da hastalığı tetiklemektedir.

Kesin Tanı İçin EMG Şart

Biz hastalığı ortaya sevideyken yakaladığımızda ilaç tedavisi ve Fizik Tedavi öneriyoruz. İstirahat bandajları, ayağın yukarıda tutulması, sinir iletimini düzenleyen ilaçlar tedavimizi kolaylaştırmaktadır. Genellikle hastalarımız başka tanılar ile ilaç kullanmaya başlamış oluyorlar. Bu nedenle hastanın fizik muayenesinin detaylı bir şekilde yapılıp, diğer hastalıklardan ayırımın iyi bir şekilde yapılması gerekmektedir. Tarsal tünel sendromu göz ardı edilmemelidir. Kesin tanı için EMG çekilmesi önemli.

Sadece '60 Dakikada' yaza hazır olun!

Yaz aylarının yaklaşıyor olmasıyla birlikte birçoğumuzun ortak derdi olan fazlalıkları, aylarca uğraşmaya gerek kalmadan yok etmek mümkün! 

Derma Clean Polikliniği sahibi Uzman Estetisyen Arzu İnal, yağ hücresinin yoğunluğuna göre tek seansta ortalama 4-12 cm arasında incelme sağlayan Soğuk Lipoliz uygulamasının detaylarını paylaştı. İşte o seanstan ilk ipuçları…

Yaşam şeklimizdeki yoğun iş temposu, hareketsizlik, düzensiz beslenme, hormonal faktörler, ilaç kullanımları, stres ve genetik faktörler sonucunda oluşan istenmeyen kilolar çoğu kişinin en büyük problemleri arasında yer alıyor. Yağ hücrelerinin hacminde oluşan artış, kişiyi hem görsel hem de sağlık yönünden olumsuz etkiliyor. İncelmek için her yolu deneyen ama bir türlü istediği etkiyi yakalayamayanlar için Soğuk Lipoliz uygulaması tam bir kurtarıcı!

Tek seansta müthiş sonuç!

Merkezi Bakırköy'de olan Derma Clean Polikliniği sahibi Uzman Estetisyen Arzu İnal, 60 dakikalık seansla mucize sonuçlar veren "Soğuk Lipoliz" hakkında ipuçları verdi. "Güzellik Aşılıyoruz"sloganıyla tanınan ve 9 yıldır sektöre yön veren İnal, uygulama süreci hakkında şu bilgileri paylaştı:

"Vücutta problemli noktaları belirledikten sonra -alt-üst karın, basen, kollar, sırt, baldır, bel- tespit edilen bölgenin kilo ve ölçüm analizini yapıyoruz. Bölgeye özel hazırlanmış epidermisi -derinin dış yüzeyi - koruyan mendillerden koyup vakum özellikli led başlığı bölgeye yerleştiriyoruz. Cryoterapi sayesinde de yaklaşık 60 dakika, ortalama -5/-10 derecede dondurarak yağ hücre yıkımını gerçekleştiriyoruz. Kristalleşen yağlar, işlem sonrası vücuttan ter ve idrar yoluyla kristalleşerek atılıyor. Uygulama esnasında herhangi bir acı hissi yaşanmıyor, aksine incelmenin yanı sıra ciltte sıkılaşma ve selülitli bölgede iyileşme sağlanıyor."

Genellikle danışanlarımızda tek seansta müthiş sonuçlar alıyoruz. Soğuk Lipoliz, hem acısız hem de kolay bir uygulama olması nedeniyle yüksek talep alan bir uygulama. Danışan kişinin, işlem sonrası beslenmesine, su tüketimine ve yaşam şekline dikkat ettiği sürece kalıcı bir yöntem olan Soğuk Lipoliz, 60 dakikada bikiniye hazır hale gelmenizi sağlıyor."

Strese Karşı En İyi Çözüm Toprak

Hızla gelişen teknolojinin yarattığı elektromanyetik kirlilik, unutkanlık, algılama bozuklukları, stres, depresyon, panik atak gibi hastalıkların artmasına neden oluyor. Özellikle çarpık kentleşme ve plansız yapılaşmanın engellenemediği metropollerde yaşayanları bekleyen tehlike ciddi boyutta.

Gelişen teknoloji hayatı bir yandan kolaylaştırırken diğer yandan önemli fiziksel ve psikolojik hastalıklara davetiye çıkarıyor. Yeşil alanların tahrip edilmesi ve eski ahşap binaların yerini betonarme yapıların almasını büyük tehlike… Toprağa temas etmeden yaşayan günümüz insanı modern çağ hastalıklarıyla mücadele etmeye mecbur kalıyor.

Elektronik Cihazların Yarattığı Tehlikeye Dikkat!

Reem Nöropsikiyatri Merkezi kurucusu Uzman Dr. Mehmet Yavuz'un verdiği bilgilere göre, iş hayatı ve sosyal yaşamda kullanılan kablosuz iletişim araçlarının yaydığı elektromanyetik dalgalar tüm vücudumuzu özellikle de beynimizi olumsuz etkiliyor. 'Dumansız Hava Sahası' ile beraber dalgasız bir hava sahasına da ciddi şekilde ihtiyacımız var. İnsanların elektronik cihazların yarattığı tehlike konusunda bilinçlendirilmelidir.

Kablolu İletişim Ağına Dönmek Şart!

Eskiden kablolu kullanılan TV, radyo, telefon ve internet günümüzde 'wireless' dediğimiz kablosuz sistemle kullanılıyor. Uydu aracılığıyla havadan yeryüzüne ulaşan sinyaller hayatımızı kolaylaştırırken yarattığı tehlikeyle de vücudumuzu sarıyor. Bu elektromanyetik dalgaları kontrol etmek ve minimuma indirmek için iletişim araçlarında kablolu sisteme dönmemiz gerekiyor. Cep telefonu, uzaktan kumanda ve bilgisayarın hayatımızdaki rolünü azaltmak gerekir. Dalga kirliliğinin vücudumuzun elektromanyetik dengesini bozuyor ve bu durum birçok fiziksel ve psikolojik hastalığı tetikliyor.

Çıplak Ayakla Toprağa Basmak En İyi Yöntem!

Elektromanyetik dalgaların zararını en aza indirgemek için özellikle toprakla uğraşmak gerekiyor. Haftada en az 2 defa çıplak ayakla toprak üzerinde yürümek sağlık için çok önemli. Bu imkânı yaratamayanlar için de saksı çiçekleriyle uğraşmak bir diğer yöntem. Böylece vücudumuzdaki elektromanyetik yükü ayaklarımız veya ellerimiz vasıtasıyla boşaltmış oluyoruz. Bir diğer önemli noktanın evin elektrik tesisatındaki toprak hattı… Toprak hat dışındaki tesisatlar elektronik cihazların ömrünü kısaltıyor ve elektromanyetik dalgaları daha fazla açığa çıkarıyor.

Elektromanyetik Dalgalar Çakraları Olumsuz Etkiliyor…

Toprak üzerinde ayakkabı veya çorap ile değil çıplak ayakla dolaşmak gerekiyor. Vücudun enerji dolaşımında büyük rolü olan çakra noktaları da bu dalgalardan olumsuz etkileniyor. Çakraların elektromanyetik dalgalar nedeniyle kesintiye uğrayarak enerji kanallarının da normal işleyişini kaybediyor.

Erken Boşalan Erkekler ve Eşleri


Erken boşalma sorunu yaşayan (erken boşalan) erkekler ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. Çünkü kişi erkini yani gücünü kontrol edememekte ve kaybetmektedir. Süreç erken bittiği için de kişi kendini iyi hissetmemektedir. Erken bittiği zaman erkek bir daha ki ilişkisine "acaba gene mi boşalmamı kontrol edemeyeceğim, kontrolsüzlük yaşayacağım, eşimi mutlu edemeyeceğim" kaygısı ile başladığı zaman döngünün içerisine girmektedir. O zaman kişi kaygı ile başladığı cinsel ilişkide boşalmasını kontrol edemeyerek cinsellikten bir parça uzaklaşmaktadır. Bununla birlikte bir daha ki ilişkiyi normal sıklığından daha seyrek zamanda yaşamaya başlamaktadır.


Tabii bu duygusal ve fiziksel olarak kişinin açlığını oluşturduğu için bir daha ki ilişkide daha da erken boşalır hale gelmektedir. Bu duruma kadın tarafından bakarsak; bir paylaşım sürecinde gerekeni alamayan kadın (o süreci yaşayamayan) belli bir hazda yükselip bunu doyumla sonuçlandıramayan kadın bir daha ilişkiyi istemekten kaçınır hale gelmektedir. Ve hem kadın hem de erkek güzel bir paylaşım sürecinden mutlu olarak çıkabileceklerine her ikisinde de gerginlik, kırgınlık, bir daha cinselliğe yaklaşmakta zorlanma duyguları ile bu süreci yaşamaktadırlar.

Yaşanan bu süreç, maalesef yalnızca yatak odasında sınırlı kalmamaktadır. Hem mutlu olamamış rahatlayamamış bir kadın, hem de eşini mutlu edememiş bir erkek bunu sosyal ilişkilerine de yansıtmaktadır. Daha kırılgan, agresif ve hassas olmaktadırlar. Ve bu döngü giderek devam etmektedir. Kişilerin iş hayatlarına diğer, arkadaş, dost ve aile ilişkilerine de yansıdığı zaman artık beraberlik çatırdamaya başlamaktadır.

Evlilik, aile problemlerinin içine baktığımız zaman kişiler arasındaki iletişim bozuklukları cinsel yaşantıyı, cinsel yaşamdaki bozukluklarında o aileyi ve evliliği etkilediği görülmektedir. Sonuçta mutsuzluk, huzursuzluk meydana gelmekte ve kişiler maalesef doğal bir süreç olan cinselliği hayatın bir parçası, bir paylaşım, hem fiziksel hem de bedensel rahatlamaya olan ihtiyaçlarını giderememiş olmaktadırlar.

ANNE BABA TUTUMLARI - SİZ NASIL BİR ANNE BABASINIZ?

Çocuk Yetiştirmede Ana-Baba Tutumları

Anne baba olduktan sonra çiftleri büyük ve zorlu görevler beklemektedir. Bunların en önemlisi çocuk yetiştirmektir. Çocuk doğumdan itibaren sürekli ilgi ve bakıma muhtaç bir varlıktır.  Başka hiçbir canlının yavrusu bu kadar uzun süre bakıma ve ilgiye muhtaç değildir.

Çocuk yetiştirme sırasında anne babalar bazen çıkmaza girebiliyorlar. Çocuklar büyüme ve gelişme esnasında aileyi zorlayabiliyor. Peki bir çocuk bilerek anne babasını zorlar mı? Çocuklar anne babalarının tutumlarına göre kendi davranışlarını çok iyi ayarlayabilmektedir. Anne babalar birlikte karar alamadıklarında, aile kurallarına birlikte riayet etmediklerinde, anne evet baba hayır derse çocuk kullanacağı kişiye göre davranışlarını düzenlemektedir. Burada tek sorumlu anne babadır. Çocuğuna zıt mesajlar verip aklını karıştıran, kimi kullanması gerektiğini öğreten anne babadır.

Çocuğun kişilik gelişimi ilk altı yıl içerinde oluşur. Bu ilk altı yıl içerisinde anne baba ne ekerse ileride onu biçecektir. İlk altı yıl çocuğun kişilik gelişimiyle beraber sosyal gelişimini de içermektedir. Bu yüzden anne babalar çocuk gelişimini çok iyi bilmek zorundadırlar. Hangi dönemde çocuğun hangi ihtiyaçları olduğunu, sorumluluklarını bilmelidirler.  Çocuğun kişilik gelişiminin sağlam olması anne babaya bağlıdır.

Çocuğun aile içerisindeki ilişkileri, anne babanın iletişimi, aile kuralları, çocuğun arkadaşlık ilişkileri, okul işbirliği gibi birçok konu çocuğun davranışlarının gelişmesinde önemlidir. İnsan psikolojik, sosyal ve biyolojik bir varlıktır. Sosyal yanımızı hiçbir şekilde dışlayamayız. Anne babaların çocuklarının sağlıklı bir kişilik gelişimi için arkadaş ilişkilerini desteklemeleri gerekmektedir.

Anne babanın çocuğa karşı ilk görevi gerekli bakım ve ilgiyi vermektir. Yenidoğan bebeğin en önemli ihtiyacıdır bakım ve ilgi. Aile üyeleri arasında güven duygusunu iyi oluşturmalıdır. Güven duygusunun temeli de yeni doğan bebek ile ilişkide yatmaktadır. Bu dönemde anne baba ne kadar samimi ve ilgili olursa bebeklerinde güven duygusunu oluşturacaklardır.  Çocuğun yaşı ilerledikçe aile çocuğunu bir birey olarak kabul etmeli, onun fikirlerini ve seçimlerini sormalıdır. Çocuk önemsendiğini, kendisine değer verildiğini hissetmelidir. Ayrıca iki yaşından itibaren çocuğun sosyalleşmesine, anneden kopup arkadaş edinme sürecine ailenin destek vermesi gerekmektedir. Çocuğun sosyalleşme ortamını hazırlayacak kişi anne babadır. Çocuğun sosyalleşmesi, iletişim kurması içinde gerekli rol modeli anne baba oluşturmalıdır. Anne baba iletişim tarzıyla, oyun oynamasıyla, kurallarıyla çocuğa örnek olmalıdır.  Anne baba çocuğun zorluklarla karşılaştığında sorunu hemen çözmeye kalkmamalıdır. Çocuğu yönlendirmeli, çocuğun sorunu kendi çözmesine yardım etmelidir. Bu durum çocuğun okul yaşamında sorun çözme becerisini geliştirecektir. Örneğin; iki buçuk yaşında bir çocuk koltuğa tutunup koltuğun üstüne çıkmak için yüksek bir yerde tırmanmaya çalışıyor, bu durumda anne baba onun bu çıkma serüvenini desteklemeli ve çıktığında başarı duygusunu tatmin etmelidir. Ayrıca anne babanın aile içerisindeki iletişimini çocuklar örnek alır. Çocuklar anne babaları gibi davranır, onlar gibi konuşur, sinirlendiklerinde onlar gibi hareket eder, bir sorunu onlar gibi çözmeye çalışır. Çocuklar ailelerinin aynasıdır, çocuk aileyi yansıtır.

Anne babaların çocuklarına yönelik olumsuz tutumları:

-          Anne Baba Arasındaki Tutarsızlık:  Bu tutumda, çocuğa annenin ayrı babanın ayrı tutum izlemesi söz konusudur. Anne evet derken baba hayır diyebilmekte ya da tam tersi olmaktadır. Anne baba arasındaki tutarsızlık çocuk için karmaşaya neden olmaktadır. Kimi zaman aynı şeye anne baba farklı tepki vererek de tutarsızlık göstermektedir. Çocuğun algıladığı mesajlardaki tutarsızlık kişilik gelişimini sekteye uğratacak ve çocuk yalanlara, kimi nasıl kullanacağına alışacaktır.

-          Aile İçindeki Kardeşlere Farklı Tutumlar:Burada anne baba çocuklar arasında ayrımcılık yapmaktadır ya da aynı davranışı gösteren kardeşlerden birisine çok yüklenmekteyken diğerine hiç bir şey dememektedir. Anne babanın kardeşlerin davranışları arasında tutarsız tepki göstermesi kardeşler arasında öfke tohumlarının ekilmesine neden olur. Aynı davranışı yapan kardeşe hiçbir şey söylenmemesi diğer çocukta sevilmediği, istenmediği düşüncesine itebilir. Aileye aidiyet duygusu gelişmez.


-          Aile İçi Kutuplaşmalar: Bazen aile içerisinde kutuplaşmalar görülebilir. Anne baba çocuğa karşı, çocuklar anne babaya karşı, baba çocukla anneye karşı, anne çocukla babaya karşı gruplar oluşturabilir. Bu durum anne baba çocuk arasındaki iletişimi olumsuz etkilemekte, gruplaşan üyeler diğer aile bireyine karşı öfke ve kızgınlıkla yaklaşabilmektedir.

Tüm bu tutumlar ailenin sağlıklı işleyişini olumsuz etkileyen davranışlardır. Çocuk yetiştirmede ailelerin benimsediği modele göre anne baba tutumları farklılaşmaktadır. En çok karşımıza çıkan anne baba tutumları şöyledir:

  1. Aşırı Koruyucu ve Kaygılı Anne Baba Tutumu: Koruma duygusu anne baba için vazgeçilmez bir duygudur. Her anne baba çocuğunu tehlikelere karşı korur. Buradaki tutumda anne baba çocuğunun bireysel gelişimine saygı göstermeden her şeye müdahalede bulunur. Çocuk kendini gerçekleştirecek ortam bulamaz. Anne baba çocuk korunmaya muhtaçmış her an başına bir şey gelecekmiş gibi davranır. Aile sürekli çocuğa yaşından küçükmüş gibi davranır. Çocuk hiçbir engelle karşılaşmadığı için yetenekleri tam gelişmez. Bu tarzla yetiştirilen çocukların özellikleri;  bağımlı kişilik yapısı vardır, kendi başına karar vermede zorlanır, kendine güveni yoktur, dünyayı düşman bir çevre olarak algılar, ileriki yaşlarda hep koruyucu bir kişi ararlar, bir işe başlayıp sürdüremezler.

  1. Aşırı Baskıcı ve Otoriter Anne Baba Tutumu: Ailede katı bir disiplin anlayışı ve baskı vardır. Çocuktan ailenin kurallarına koşulsuz uyması beklenir. Aile içinde korku hakimdir ve çocuk korkuyla büyür. Çocukla iletişim sınırlıdır. Çocuğun iletişime katılması beklenmez, çocuğa söz hakkı verilmez,  yeterli sevgi gösterilmez, anne babanın istemediği kişilerle çocuğun arkadaşlık kurması istenmez, çocuğa fiziksel ceza sıklıkla uygulanır, azarlama ve negatif eleştiriler sıklıkla kullanılır. Bu tutumla yetişen çocuklarda; saldırganlık davranışları sık görülür, evde karşılaştığı durumları arkadaş ortamında sergiler, sürekli fiziksel ceza ve eleştiriye maruz kaldıkları için kendilerine güvenemezler, benlik saygıları gelişmemiştir.


  1. Sınırsız Özgürlükçü Anne Baba Tutumu: Bu tutumu gösteren ailelerde çocuğa aşırı düşkünlük ve hoşgörü vardır. Aile çocuk ilişkisinde sınırlar ve kurallar belli değildir. Çocuğun her istediği, istediği anda yapılır. Bu tutumla yetişen çocuklarda; bencillik, doyumsuzluk, her istediğini yaptırma davranışları vardır. Kuralsızlığa alıştığı için okul ortamına uyum sağlamada zorlanır.

  1. Mükemmeliyetçi Anne Baba Tutumu:  Bu tür aileler çocuklarından akademik, sosyal, sanatsal her türlü alanda kusursuz olmasını beklerler. Ailenin beklentilerinin karşılanması için çocuk sürekli bir eğitime tabi tutulur. Çocuktan beklentiler yaşının ve kapasitesinin üzerindedir. Bu tutumla yetişen çocuklar; kendi doğal içgüdüleri ve kurallar arasına sıkışıp kalmıştır. Sürekli bir iç çatışma halindedir. Fikirleri genellikle çok katıdır. Her işte üstün olmak ister başaramadığında yoğun öfke duyguları hisseder.


  1. Demokratik Anne Baba Tutumu: Bu tür aileler çocuklarını ayrı bir birey olarak görüp kişiliklerini destekler. Çocuk aileden baskı görmeden anne baba ile iletişim kurabilir. Aile kuralları hakkında konuşulur, çocuğunda fikri alınır. Çocuğun kabul edilmeyen davranışları hakkında konuşulur. Anne baba çocuğa sevgiyle yaklaşır ve çocukla ilgilenir. Anne baba çocuğa model olur, sorunlarında rehberlik eder ancak karar verme çocuğa aittir. Bu tutumla yetişen çocuklar; sosyalleşmiş, iş birliğine hazır, kolay uyum sağlar, duygusal ve sosyal açıdan dengelidir. Çocuk nerede ne yapması gerektiğini bilir. Sorumluluklarını bilen, çevresiyle iyi geçinen bireylerdir.

HAMİLELİKTE CİNSEL YAŞAMIN KADIN ÜZERİNDE ETKİLERİ


Hamilelik döneminde kadının cinsel yaşamı 3 dönem olarak ele alınabilir. Unutulmamalıdır ki doktorunuzun yasaklarına mutlaka uymalısınız. Doktorunuz cinsel yaşamın tehlike oluşturabileceğini söylemişse bu yasağa lütfen uyunuz.

Birinci trimester (ilk üç aylık hamilelik dönemi)
Gebeliğin bu ilk dönemi özellikle ilk gebeliğini yaşayan anne adaylarında gebeliğe bağlı bulantı-kusma, yorgunluk, uykuya eğilim, meme hassasiyeti gibi belirtilerin sıkça yaşandığı bir dönemdir. Bazı anne adaylarında "tiksinme" eşinin normal vücut ve nefes kokularına bile tahammül edemeyecek kadar ileri boyutlarda olabilir.
İlk gebeliğini yaşayan anne adayları bu dönemde gebelikte kendilerini nelerin beklediği konusunda endişelere kapılabilirler. Özellikle plansız oluşan gebeliklerde doğum sonrası artacak olan sorumluluklar, anne rolünü üstlenmede yaşanacak zorluklar, doğumun ve aileye katılacak yeni bireyin getireceği maddi yük ve diğer sosyal özellikler anne adayında kaygı ortaya çıkmasına neden olabilir. Duygusal dalgalanmalar, bedenin gebeliğin ilerlemesiyle alacağı görüntü ile ilgili olumsuz düşünceler yine erken gebelik döneminin sık rastlanan ruhsal değişiklikleri arasındadır. Bazı anne adayları bu dönemde cinsel ilişkinin kendilerine ya da bebeklerine zarar vereceği, düşüğe neden olacağı korkusunu yaşayabilirler.
Tüm bu bedensel ve ruhsal değişiklikler libido azalmasına ve çoğu durumda anne adayının cinsel ilişki ihtiyacını ikinci plana atmasıyla sonuçlanır ve cinsel ilişki sıklığı azalır. İlişki esnasında memelere dokunulduğunda cinsel nitelikli uyarandan çok ağrı oluşması, genital bölgenin kanlanmasının artmasıyla bölgenin nispeten daha ödemli hale gelmesi ve penisin girişi esnasında ağrı ortaya çıkması gibi nedenler de libido azalmasına katkıda bulunur.
Tüm bunlarla birlikte gebelikte genital bölge kan akımının fizyolojik olarak artması anne adayının orgazmı daha yoğun yaşamasına neden olur. Kanlanma artışı genital bölgedeki salgı bezlerini de güçlendirdiğinden ilişki öncesi genital bölgede nemlenme daha kolay hale gelir.

İkinci trimester (3-6 ay arası hamilelik dönemi)
İkinci trimester anne adayının hamileliğin fiziksel değişikliklerine uyum sağlamaya başladığı bir dönemdir. İlk hamilelik aylarında görülen belirtiler yavaş yavaş ortadan kalkar ve anne adayı bedensel olarak kendini daha iyi hisseder.
Bu trimester gebeliğe ruhsal uyumun da başladığı dönemdir. Anne adayı artık gebe olduğu gerçeğini ve hayatına getireceği değişiklikleri kabul etmiştir. Anne olma fikri birçok anne adayına heyecan verir.
Bedendeki değişiklikler de kabul edilmiştir. Karnın büyümesi ve bebeğin hareketlerinin hissedilmesi anne ve baba adayı için bir mutluluk kaynağıdır.
Böylece ikinci trimesterde fiziksel yakınmalarından kurtulan ve psikolojik olarak gebeliğe daha çok uyum sağlayan anne adayında cinsel ilişkiye karşı ilginin arttığı gözlenir.
Birinci trimesterde başlayan genital bölge ve memelerdeki kanlanma artışı bu trimesterde de devam eder. Kanlanmanın artması anne adayının orgazmı çok daha yoğun yaşamasını sağlar.
Rahim kasılmaları:
Normal bir cinsel ilişki esnasında ve özellikle orgazm oluştuğunda rahimde kısa süreli kasılmalar meydana gelir. Bu kasılmalar hamile olmayan ya da gebeliğin ilk aylarında olan kadın tarafından hissedilmezler. Ancak rahimin büyümesiyle özellikle ikinci trimesterden itibaren bu kasılmalar anne adayı tarafından belirgin bir şekilde hissedilir. Bu rahim kasılmaları esnasında bebeğin hareketleri geçici olarak azalır. Normal seyreden bir gebelikte bu kasılmaların bebeğe herhangi bir zararı sözkonusu değildir. Kasılmalar bittikten kısa bir süre sonra genellikle bebek hareketleri artmış bir şekilde yeniden başlar. Bu konuda tecrübesi ya da bilgisi olmayan anne adayında kasılmalar ve bebek hareketlerinin azalması endişe kaynağı olabilir.

Üçüncü trimester (hamilelikte 6. aydan doğuma kadar olan dönem)
İkinci trimesterde azalan fiziksel şikayetler bu dönemde rahimin büyümesine paralel olarak farklı bir şekilde tekrar ortaya çıkabilir. Yorgunluk, uykusuzluk, mide problemleri (yanma), rahimde belli zamanlarda oluşan hazırlayıcı kasılmalar (Braxton-Hicks kasılmaları), bacaklarda kasılmalar, memelerden süt gelmesi gibi belirtiler, cinsel ilişki ve orgazm esnasında ortaya çıkan güçlü rahim kasılmaları libidonun azalmasına ve anne adayının cinselliği yeniden ikinci plana atmasına neden olabilir.
Yaklaşan doğumun verdiği ağrı duyma korkusu, doğumda normaldışı bir durum oluşacağı korkusu gebeliğin bu dönemine damgasını vurabilir.
Rahimin büyümüş olması nedeniyle ilişki esnasında belli pozisyonlar daha ağrılı ve rahatsızlık verici olmaya başlar. Çiftlerin bu dönemde değişik pozisyonlar arasından kendilerine uygun olanını kendileri belirlemeleri gerekir.
Pelvis bölgesindeki fizyolojik kanlanma artışı ve yoğun rahim kasılmaları cinsel ilişkiden alınan hazzı ve orgazmın yoğunluğunu genellikle artırır

Baba adaylarının dikkat etmesi gereken hususlar
Baba adaylarının bu dönem boyunca dikkat etmesi gereken noktalar, aşağıda ki gibidir;
  • İlişki süresi boyunca, kadına hassas davranılmalıdır
  • Ani hareketlerden kaçınılmalıdır
  • Bebeğe baskı yapacak durum ve hareketlerden uzak durulmalıdır


KADINLARDA ORGAZM OLAMAMA SORUNU


Orgazm Olma Nedir?

Orgazm olma, kadında cinsel hazzın doruk noktasına ulaşarak vajina ve rahimde oluşan ritmik kasılmaların olması ile karakterize bir işlev durumudur. Cinsel ilişkide hazzın doruk noktasına çıkılmasını ve cinsel doyumu tanımlar.

Orgazm olma sırasında kadınlarda vajina, rahim ve tüpler istemsiz bir şekilde 3-5 saniye kadar kasılmaktadır. Haz doruk noktasına çıktıktan sonra ise vücutta tam bir gevşeme ve rahatlama süreci başlamaktadır. 

Orgazm olmayı kadınlar nasıl tarif eder?
Orgazm olma her kadın için ayrı bir his oluşturabilir. Bazı kadınlar orgazm sırasında ayaklarının yerden kesildiğini ve sanki havada uçtuklarını, bazı kadınlar ise vücutlarından sanki bir elektrik akımının geçtiğini, bazı kadınlar da anlık olarak tamamen kendilerinden geçtiklerini söylemektedirler.

Hatta bir kadında klitoral orgazm ile vajinal orgazm arasında da farklı hisler uyanabilir. Bu durum aslında tamamen kişinin bu heyecan verici anı değişik şekilde algılaması ile açıklanabilir.

Anorgazmi nedir?

Anorgazmi, ise cinsel ilişki ile veya masturbasyon yolu ile boşalamama, ruhsal olarak tam olarak rahatlayamama durumudur.

Orgazm her bayanın ruhsal ve bedensel bütünlüğün sağlıklı devamı için yaşanılması gereken bir süreçtir.

Kadınlarda orgazm olamama nasıl sonuçlara yol açar?

Orgazmın olamaması bayanlarda çok ciddi psikolojik sorunlara, cinsellikten uzaklaşmalara ve özgüven eksikliklerine yol açmaktadır.

Anorgazmi kadının kendisini kötü hissetmesine ve psikolojik bir takım problemlere zemin hazırlayabilir. Kişi zamanla eşten uzaklaşabilir, eşine ve kendisine karşı gizli öfke duyabilir; bu durum hem sosyal hayatını hem de iş hayatını etkileyen bir sürecin başlamasına neden olabilir. 

Anorgazmi türleri

Klitoral anorgazmi: Hiç bir şekilde orgazm olamama. Klitorise baskı (masturbasyon) veya cinsel ilişki sırasında orgazma ulaşamama durumudur.

Koital anorgazmi: Vajinal anorgazmi olarak da bilinir. Bu kişiler masturbasyonla boşalmasına rağmen ilişki sırasında eşleriyle birlikte olurken orgazm olamama sorunları ile karşı karşıyadır. 

Özetle ilişki sırasında penisin vajinaya girmesine rağmen orgazm olamamaya “koital anorgazmi” (vajinal anorgazmi), elle klitorisin uyarılmasına rağmen orgazm olamamaya “klitoral anorgazmi” adı verilmektedir.

Bazı bayanlar hayatlarının bir bölümünde orgazmı yaşamışlardır. Rüyada orgazm olmak, ergenlik döneminde orgazm olmak veya hamilelik döneminde orgazm olmak gibi. daha sonrasında orgazm olamama sorunu ile karşı karşıya kalmışlardır.

Bazı bayanlar her cinsel ilişkide orgazm olamamaktan veya son derece zor olmaktan yakınırlar.

Bazı bayanlar da daha önceden orgazm olmalarına rağmen artık zaman içerisinde hiç bir şekilde orgazm olamamaktan şikayet ederler.

Çok nadiren de çok hızlı orgazm olmak ve çok sayıda orgazm olmak kişilerde rahatsızlık verebilir. Çok çok nadiren de gün içinde istemsiz bir şekilde orgazm olmak kişilerin hayatlarını son derece olumsuz şekilde etkileyebilir ve tedavi gerektirebilir. 

Orgazm olamama (anorgazmi) nedenleri nelerdir?

Cinsel ilişki sırasında orgazm olamamanın (anorgazmi) en sık sebebi ise kadında kontrolü kaybetme ile ilgili duyulan endişelerdir. Özellikle mükemmeliyetçi ve idealist kişiler, kontrolü başkalarına bırakma ile ilgili güven sorunu yaşayabilirler. Otokontrolün azaltılması tedavide önemlidir.

Anorgazminin diğer nedenleri:
Ergenlikte yaşanmış cinsel veya fiziksel travmalar, 
Baskıcı anne-babanın olması, 
Aile hayatının düzensiz olması, 
Partnerini veya eşini sevmeme, 
Ten uyuşmazlığı
Bazı ilaçların kullanımı (Doğum kontrol hapları, antidepresanlar gibi)
Madde kullanımı diğer nedenler arasındadır. 

Kadının orgazm olmasının sağlanması için ilişkide ne tür değişiklikler yapılabilir ?

Öncelikle şunun vurgulanması gerekir. İlişkide aynı anda orgazm olunması diye bir gereklilik yoktur. Esas olan fizyolojik ve anatomik gerçekler nedeniyle kadının ya eşiyle beraber ya da eşinden önce orgazm olmasıdır. Erkek orgazm olduğu andan itibaren refrakter periyod adı verdiğimiz döneme girer. Bu dönemde ereksiyon etkinliğini kaybetmeye başlar ve belli bir süre erkeğin yeni bir ilişkiye fizyolojik ve ruhsal olarak hazır olması belli bir süre gerektirir. Bu süre erkekten erkeğe değişmekle beraber birkaç dakikadan birkaç saate kadar uzayabilir. Arka arkaya bulunulan ilişki sayısı arttıkça refrakter periyodun süresi de uzar. Bu erkeklerin bir gerçeğidir. Kadınlarda ise bu refrakter periyod ya çok kısadır ya da yoktur. Kadınlar arka arkaya defalarca orgazm olabilirler ve hatta aynı ilişki içerisinde bile çok sayıda orgazm olabilirler.

Buradan çıkan sonuç, erkeğin kadının orgazm olabilmesi için gerekli koşulları sağlamak için çaba göstermesi gerektiğidir.

Kadının orgazmı yaşayabilmesi için çiftlere düşen görevler:

-Erkeğin kendisinin orgazma ulaşmak için geçen süreyi mümkün olduğunca uzatması: erkekler çok kısa sürelerde orgazm olabilirlerken kadınlar için orgazm olabilme süresi çok daha uzundur. Bu süre bir yandan kadının ilişkiye ruhsal ve fiziksel olarak ne kadar hazır olduğuyla, öte yandan ilişkide kadının duyarlı bölgelerinin ne kadar uyarıldığıyla ilgilidir.
-Çoğu kadında orgazm için direkt klitoris uyarısı gerekir. Her kadının anatomik yapısı farklı olduğundan çiftlerin, kadının klitoral olarak en iyi uyarılabildiği ilişki pozisyonunu seçmeleri gerekir. Klitorisin en iyi uyarıldığı ve çiftin yüzyüze bakması nedeniyle emosyonel özellikleri en güçlü pozisyonlar denenmelidir . Ancak bu her kadın için geçerli olmayabilir. Bu yüzden kadın eşine en çok hangi pozisyonda uyarıldığını hissettirmeli ya da direkt söylemelidir.
-“Önsevişme döneminin” uzun tutulması: kadınlar için “önsevişme dönemi” çok önemlidir. Kadınların ilişkiye hazır olmaları erkeklerdeki kadar kolay değildir. Yeterince hazır olunmadan ilişkiye başlandığında genital bölgenin gevşemesi ve kayganlaşması yetersiz olduğundan ilişki kadın için tatsız bir deneyime dönüşebilmekte ve doğal olarak böyle bir ilişkide orgazm söz konusu bile olmamaktadır. Kadın hazır olduğu mesajını eşine verebilmeli, erkekte bu mesajı alabilmelidir.

Burada unutulmaması gereken diğer bir önemli nokta ise önsevişme döneminin gereğinden fazla uzun tutulmasının da hem erkeğin hem de kadının orgazm olma süresini ve orgazm şiddetini olumsuz etkilediğidir


 
Blogger Templates