Subscribe:

Ads 468x60px

İdrar kaçırma sosyallikten uzaklaştırıyor!

Pek çoğu söylemekten kaçınsa da idrar kaçırma yaygın görülen bir durumdur. Her 3 kadından 1'inde bu durum sorun yaratacak, yani yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyecek düzeye ulaşır. 

İdrar kaçırma sorununun aslında yüksek tansiyon, depresyon, şeker hastalığı, astım-bronşit gibi kronik hastalıklardan daha yaygın görüldüğünü söyleyen Liv Hospital Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Muammer Kendirci kadınlarda görülen idrar kaçırmanın tedavisini anlattı.

Yaşam biçimi ve beslenmenin etkisi nedir?

Fazla kilolu ya da obez olmak, kronik kabızlığa yol açan beslenme biçimi, az su içmek, fazla tuz kullanmak, düzenli egzersiz yapmamak, kronik sigara kullanmak idrar kaçırma bozukluğuna yol açabilir veya şiddetini artırabilir. Bu faktörlerin düzeltilmesi idrar kontrolünün sağlanmasına katkıda bulunur.

Nasıl bir tedavi uygulanıyor?

İdrar kaçırma bozukluğunun tipine bağlı olarak ilaç tedavilerinden hastalar yarar görebilir. Özellikle sıkışmaya bağlı idrar kaçırmada ilaç tedavileri etkili seçeneklerden birisidir. Bunlar genellikle hastaların yüzde 50'sinde mesanede idrarın arzu edilen miktarda birikmesini sağlayarak idrara çıkma sıklığını azaltır, sıkışma hissini önemli ölçüde düşürür, idrar kaçırma yakınmalarını azaltabilir. Bu tip ilaçların bazı yan etkileri olabileceği ve başka amaçla kullanılan bazı ilaçlarla olumsuz şekilde etkileşebileceği için mutlaka bir ürolog tarafından kullanımı önerilmelidir.

Cerrahi tedavisi var mı?

İdrar kaçırma bozukluğunun ameliyatla de tedavisi mümkün. Hastanın idrar kaçırma tipi, kaçırma şiddeti, bu duruma yol açan anatomik bozukluklar, hastanın yaşı, eşlik eden hastalıklar yapılacak ameliyatın şekline karar vermede önemlidir. Sıkışma tipi idrar kaçırması olanlarda, artık ağızdan ilaç kullanmak işe yaramaz hale geldiğinde 15 dakikalık bir müdahaleyle mesaneye botoks uygulanarak kaçırma kontrol altına alınabilir. Öksürme-aksırma, gülme, hapşırma gibi durumlarda görülen idrar kaçırmada, uygun hastalarda genellikle vajinadan, kapalı yöntemlerle tedavi tercih edilir. Burada amaç idrar kaçırmayı engelleyecek desteği sağlamaktır. İdrar kesesinde belirgin sarkma olmayan hastalarda genellikle 15-20 dakikalık bir ameliyatla, günübirlik yatışla sorun kalıcı olarak çözülebilir. Hasta genellikle aynı gün taburcu edilir ve ameliyatın etkisini ilk idrarla birlikte hissedilebilir. Bu tür girişimlerin başarı oranları ve hasta tatmini yüksek düzeydedir. İdrar kesesinde ve pelvik organlarda belirgin sarkıklığı olan hastalarda ise ya vajinadan uygulanabilen kapalı yöntemlerle ya da batından endoskopik yöntemlerle sorun giderilebilir.

İDRAR KAÇIRMA YAŞAM KALİTESİNİ CİDDİ ŞEKİLDE BOZAR

Her yaş kadında ortaya çıkabilen idrar kaçırma sosyal hayatı ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiliyor. Hastalar, tüm yaşantısını idrar kaçırabileceği ihtimaline göre belirlemek durumunda kalıyor. İdrar kaçırma korkusuyla evden çıkmamayı tercih ediyor, sosyal ortamlara fazla giremiyor, gideceği yerlerde tuvalet bulamama endişesi taşıyor, toplu taşıma araçlarını kullanmaktan kaçınıyor. İdrar kaçıracağı endişesiyle sıvı tüketimini kısıtladığı için, buna bağlı bazı sağlık sorunlarına da davetiye çıkarıyorlar.

İDRAR KAÇIRMAYI AZALTABİLECEK ALTIN KURALLAR 
Yeterince su içinİhtiyacınız kadar tuz tüketin.İçtiğiniz kahve ve çay miktarına dikkat edin.Sigarayı bırakın.Düzenli egzersiz yapın.Kilonuz fazlaysa ideal kilonuza inmeye çalışın.Kabızlığı engellemek için lifli beslenin.Soğuk havalara dikkat edin.İdrar yakınmalarınızı ciddiye alın, kronikleşmesine izin vermeyin.İdrar alışkanlıklarınızın doğruluğunu sorgulayın, gerekirse bir ürologdan yardım alın.

Diyetinize Ekleyeceğiniz 13 Kolestrol Düşürücü Besin

Dünyadaki en ölümcül hastalıklardan biri olan kalp hastalıklarında, yüksek kolesterol (LDL) ve düşük HDL'nin bu riski daha da artırıyor. 

Yediklerinizin kolesterol üstünde büyük bir etkisi olduğunu söyleyen Diyetisyen Emre Uzun, kolesterolünüzü düşürecek ve diğer hastalıkların da riskini azaltacak 13 besini açıklıyor. Baklagil, avokado, badem, yağlı balık gibi besinler listenin başında yer alıyor.

Bitkisel Protein Kaynağı ''Baklagiller''
Baklagiller fasülye, bezelye ve mercimekgilleri içinde bulunduran büyük bir gruptur. Yüksek miktarlarda lif, mineraller ve iyi oranda protein içerirler. Diyetinizde bulunan işlenmiş et ve tahıl grubunu baklagillerle değiştirmeniz kalp hastalıklarına yakalanma riskini azaltmaya yardımcı olur. Yapılan araştırmalarla baklagil tüketmeyenlere oranla günde yarım kap (118 ml) baklagil tüketiminin LDL kolesterolü düşürücü etkisi bulunduğu ortaya konulmuştur. Ayrıca kolestrolü ortalama olarak 6.6 mg/dl kadar düşürdüğü de belirlenmiştir. Baklagiller (bezelye, fasülye ve mercimekgiller gibi) LDL kolestrolü düşürmede etkili olup ayrıca iyi bir bitkisel protein kaynağıdır.

Kolesterol Düşmanı ''Avokado ''
Avokado besin açısından yoğun meyvelerdir. Tekli doymamış yağ asitleri ve lif açısından zengindir ve LDL'yi düşürüp HDL'yi yükseltir. Klinik çalışmalar da avokadonun kolesterol düşürücü etkisini destekler niteliktedir. LDL kolesterolü yüksek olan obez ve fazla kilolu yetişkinlerle yapılan bir çalışmada, günde 1 adet avokado yiyen bireylerde yemeyenlere göre LDL kolesterolün düştüğü gözlemlenmiştir. Yapılan 10 araştırmada, avokadonun diğer yağlara göre daha düşük oranda total kolesterol, LDL ve trigliserit içerdiği bulunmuştur. Avokado tekli doymamış yağ asitleri ve lif içerdiği için kalp sağlığı açısından önemli bir besin olup kolesterol düşürücü etkisi bulunmaktadır.

Magnezyum Deposu ''Yağlı tohumlar, Badem ve Ceviz''
Yağlı tohumlar da besin açısından yoğun gıdalardandır. Özellikle tekli doymamış yağ asitleri açısından zengindirler. Aynı zamanda çoklu doymamış yağ asitlerinden olan bitkisel kaynaklı omega 3 bakımından da zengindir. Protein içeriği olan yağlı tohumlar, kan basıncını ayarlamaya yardımcı olmaktadır. Yağlı tohumların içeriğinde bulunan fitosterol, kolesterolün düşürülmesinde etkilidir. Mikrobesin ögelerinden olan kalsiyum, magnezyum ve potasyum da yağlı tohumların içinde bulunmaktadır. Bu minerallerin kolesterolü düşürücü ve kan basıncını dengeleyici özellikleri kalp sağlığını korumaya yardımcı olur. Yapılan 25 çalışmada, günde 2-3 porsiyon yağlı tohum yemenin LDL kolesterolünü ortalama 10.2 mg/dl kadar düşürdüğü gözlemlenmiştir. Günde 1 porsiyon yenen yağlı tohum yüzde 28 oranında ölümcül ve ölümcül olmayan kalp hastalıklarını ve LDL kolesterolünü azaltmaktadır. Yağlı tohumlar düşük kolesterollü yağlar, lifler ve minerallerden zengindir ve bu özelliğiyle kalp hastalığı riskini azaltır.

Kalp dostu ''Yağlı balık''
Uskumru, somon ve alabalık gibi yağlı balıklar uzun zincirli yağ asitlerinden yani omega-3'ten zengin en iyi kaynaklardır. Omega-3, HDL kolesterolü arttırır, enfeksiyonu ve felç riskini azaltarak kalp sağlığını korumaya yardımcı olur. Kızarmış balık tüketimi olan kişilerde, metabolik sendrom gelişme riski, kan basıncı yükselmesi ve HDL kolesterol (iyi kolesterol) seviyesinin düşme riski fazladır. Yapılan araştırmalara göre haftada en az bir kere tonbalığı, fırın ya da haşlama balık tüketen kişilerde felç geçirme riski yüzde 27 daha düşüktür. Uzmanlara göre en sağlıklı balık tüketme şekli fırın, ızgara, haşlama ya da çiğ tüketimdir. Kızarmış balık tüketmek ise kalp hastalıkları ve felç riskini arttırır.

Lif zengini "Yulaf ve arpa"
Yapılan araştırmalar, tam tahıllı ürünlerin kalp hastalıkları riskini azalttığını gösterir. Günlük 3 porsiyon tam tahıllı besin tüketildiğinde kalp hastalıkları ve felç riski yüzde 20 oranında azalır. Yulafın içeriğinde bulunan beta-glukan içeriğinden dolayı kolesterolü düşürmede etkilidir. Arpa ise yulaf gibi beta-glukandan zengin olup LDL kolesterolü düşürmede etkilidir.

Lezzetli savunucular "Meyveler"
Sağlıklı bir kalp için meyveler mükemmel kaynaklardır. Birçok meyve çözünür lif içerdiğinden dolayı kolesterolü düşürmede etkilidir. Elma, üzüm, turunçgiller ve çilekte bulunan pektin, kolesterolü düşürmede yüzde 10 oranında etkilidir. Meyveler aynı zamanda biyoaktif özelliklerinden dolayı antioksidan ve antinflamatuar özelliklere sayesinde kalp hastalıklarından ve diğer hastalıklardan korunmaya yardımcı olurlar. Böğürtlen cinsi ve üzüm gibi meyveler tüketmek ise HDL kolesterolü yükseltirken LDL kolesterolü azaltır. İçerdikleri antioksidan ve lifler sayesinde kolesterolü düşürür ve kalp hastalıklarını önlerler.

Hem tatlı hem sağlıkılı "Çikolata"
Kakao, bitter çikolatanın ana içeriğidir. Bitter çikolata ve kakao, LDL kolesterolü düşürmede en etkili besin kaynaklarındandır. Yapılan araştırmalar günde iki defa kakaolu içecek tüketmenin LDL kolesterolünü düşürdüğünü ve HDL kolesterolünü ise artırdığını göstermiştir. Fakat çikolata tüketirken içeriğindeki şeker göz ardı edilmemelidir. Çünkü şeker kalp hastalıkları riskini artırır. Çikolata tüketirken bitter olanı seçmeye dikkat edilmelidir.

Kan basıncına "Sarımsak"
Yüzyıllar boyunca içeriğinde bulunan allicin sayesinde sağlık açısından en etkili besinlerden biri olan sarımsak, yüksek kan basıncını düşürür. Fakat etkisinin görülmesi için çok fazla tüketilmesi gereken sarımsağın supleman olarak takviye edilmesi uzmanlar tarafından tavsiye edilir.

Kalp savunucusu "Soya"
Soya içerikli besinlerin de kalp sağlığı üzerinden yadsınamaz bir etkisi vardır. Yapılan çalışmalar, soya içerikli besinlerin özellikle de soya fasulyesinin yüksek kolesterolü olan hastalarda kalp hastalıkları riskini azalttığını göstermiştir.

Mutfağın baş tacı "Sebzeler"
Sağlıklı bir kalp için sebzeler önemli bir rol oynamaktadır. Sebzeler liften ve antioksidandan zengin kaloriden düşük besinlerdir. Özellikle patlıcan, bamya, havuç ve patates gibi sebzeler pektin bakımından zenginlerdir ve kalp hastalıkları riskini azaltmada önemli rol oynarlar.
Özellikle koyu yeşil yapraklı sebzeler de kalbin dostudur. Karalahana ve ıspanak gibi sebzeler lutein ve diğer karotenoidleri içermektedir. Bu da kalp hastalıkları riskini azaltmaktadır. Aynı zamanda koyu yeşil yapraklı sebzeler safra asitlerine bağlanarak vücudun daha fazla kolesterol atmasını sağlarlar ve kolesterol seviyesini düşürürler.

Çay
Kahvaltının vazgeçilmesi, yemek sonrasının olmazsa olmazı çayın da kolesterolü düşürücü etkisi olduğunu biliyor muydunuz? Sadece yeşil çay değil, siyah ve beyaz çay da içerdikleri kateşinler sayesinde kalp sağlığı üzerinde etkilidir. Kan basıncı için önemli olan nitrik oksidi aktive etmeye yardım eder. Aynı zamanda kolesterol üretimini ve emilimini azaltarak kanın pıhtılaşmasını engeller. İçeriğinde bulunan kuarsetin ise enfeksiyonu azaltarak kan damar fonksiyonunu geliştirir. Çay tüketimi kolesterol seviyelerini düşürürken kalp hastalıkları riskini azaltır.

Felç riskine "Saf zeytinyağı"
Bazen salatanın üzerinde bazen en lezzetli yemeklerin içinde karşımıza çıkan zeytinyağı Akdeniz diyetinin vazgeçilmezi olduğu kadar kalp sağlığının da en önemli koruyucusudur. Yapılan araştırmalar günde 4 yemek kaşığı saf zeytinyağı tüketen kişilerin, diğerlerine göre kalp krizi ve felç geçirme risklerinin yüzde 30 azaldığını ortaya koymuştur. Zeytinyağı tekli doymamış yağ asitlerinden zengin bir kaynaktır ve HDL kolesterolü yükseltici LDL kolesterolü düşürücü etkisi bulunur. Aynı zamanda polifenol kaynağıdır, enfeksiyon azaltıcı etkisiyle kalp hastalıkları riskini düşürür.

Keçiboynuzu
Keçiboynuzu antioksidan özelliği ile kış aylarında hastalıklara karşı immün sistemi destekleyici etkiye sahiptir. Keçiboynuzu karbonhidrat, lif ve mineraller açısından zengindir. Keçiboynuzu içeriğinin LDL seviyesini (kötü kolesterol) azaltıcı ve HDL kolesterol seviyesini normal değerler arasında kalmasını sağlar.

Güzellikte en fazla ihmal edilen bölge

Yüz estetiğinin tamamlayıcı bir unsuru olan boyun bölgesi, en fazla ihmal edilen alanların başında geliyor.

"Gergin, taze ve canlı bir yüz yapısı her zaman genç bir yüzde gördüğümüz unsurlardır, estetik cerrahi ve medikal uygulamalarla bu tazeliğin devamını sağlayabiliyoruz fakat çoğu insan boynundaki yıpranmayı ihmal ediyor, görmezden geliyor, sadece yüzüne odaklanıyor. Oysaki boyun, yüzün devamıdır, ayrı düşünülemez ve ihmal edildiğinde ise apaçık yaşı ele verir" ifadesinde bulunan Estetik, Plastik Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Bülent Cihantimur, boyun estetiğinin önemini vurguladı.

Boyun yüzle eş zamanlı yaşlanır

Yüzdeki yaşlanma belirtileriyle eş zamanlı bir şekilde form kaybına uğrayan boyun bölgesinde karşılaşılan sorunları anlatan Op. Dr. Bülent Cihantimur:" Boyun bölgesinde en fazla karşılaşılan sorun gıdı oluşumudur. Gıdı zaman içinde sarkar, boyun cilt yapısında form kayıpları oluşur. Bazı boyunlarda özellikle genetik alt yapıdan gelen ve hatta daha genç yaşlarda da rastlayabileceğimiz, platysma batlarının aşırı çıkıklığını gözlemleriz. Yukarıdan aşağı doğru inen bu bantlar ve az evvel saydığım boyun deformiteleri, kişi yüzüne ne yaptırırsa yaptırsın, ne kadar gergin ve canlı bir yüze sahip olursa olsun, illaki bu güzelliğe gölge düşüren unsurlardır. İşte bu sebeple, boyun bölgesi mutlaka yüz estetiğine dahil edilmelidir" açıklamasında bulundu.

Boyun estetiğine Cihantimur Yağ Transferi ve Örümcek Ağı Estetiği

" Boyunda beliren bu yaşlılık göstergesi sorunlarını ortadan kaldırmak için kliniklerimizde Örümcek Ağı Estetiğinden ve soyadımla anılan Cihantimur Yağ Transfer sisteminden faydalanıyoruz. Örümcek Ağı Estetiği ile gerginlik, yerçekimine karşı direnç ve cilt yapısına canlılık kazandırırken, Cihantimur Yağ Transferi ile gıdıdaki yağı, kök hücreden zengin hale getirerek, çıkık bantların üzerine ince bir hat şeklinde enjekte ediyoruz. Bu teknikle bantlar gözükmeden, pürüzsüz, gergin ve genç bir boyun yapısı elde etmek mümkün oluyor. Kök hücrenin verdiği çabuk iyileştirme avantajı ise, hastamıza son derece konforlu bir iyileşme süreci yaşatıyor" diyen Cihantimur, işlemin kısa süre içinde gerçekleştirildiğini ve son derece doğal, kesi yapılmadan, mikro girişlerle yapıldığının altını çizdi.

Dayanılmaz uyku ataklarına dikkat!

Gündüz yemekte, toplantıda ya da direksiyon başındayken size de aniden dayanılmaz uyku atağı geliyor mu? Bu ve benzeri ataklar, hastalık habercisi olabilir. Uzmanlar durumu 'Narkolepsi' olarak tanımlıyor. Beyinde "hypocretin" maddesinin eksikliğinden kaynaklanan hastalık, olası kazaların ötesinde kişide konsantrasyon güçlüğü ve bellek sorunlarına da yol açıyor.

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi'nden Nöroloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Önder Kuzu, narkolepsinin kadın ve erkek cinslerde eşit olarak sıklıkla 20'li yaşlarda ortaya çıkan ve ilk olarak gündüz artmış uykululuk ve dayanılmaz uyku atakları ile kendini gösteren bir hastalık olduğunu söyledi.

Gece uykuları da bozuluyor

Yrd. Doç. Dr. Önder Kuzu, hastalığın başlamasından aylar veya yıllar sonra halk arasında "karabasan" denilen uyku paralizisi, uykuya dalarken veya uykudan uyanırken ortaya çıkabilen halüsinasyonlar ve "katapleksi" denilen düşme ataklarının tabloya eklenebildiğine dikkat çekti. Yrd. Doç. Dr. Önder Kuzu, şöyle konuştu:

"Hastaların çoğunda bozulmuş gece uykusu da vardır. Narkolepsinin ortaya çıkmasında genetiğin (ailesel geçiş) rolü çok fazladır. Bu hastalıkta hypocretin denen bir maddenin beynimizde eksik olduğu saptanmıştır. Beynimizde bulunan dopaminin temel olarak uyanıklığın ortaya çıkmasını ve bunun sürdürülmesini sağladığı bilinmektedir."

Gündüz saatlerindeki uyku ataklarına dikkat!

Hastalıkta temel belirtilerin gündüzleri genellikle bir saatten kısa süren uyku atakları olduğunu belirten Önder Kuzu, "Geçici bir tazelenme ve zindelik hissedilir. Bu uyku atakları yemekte, konuşurken veya araç kullanma gibi en uygunsuz koşullarda ortaya çıkabilir. Uyanıklığın yeterli olmaması nedeniyle konsantrasyon güçlüğü ve bellek sorunları oluşur. Narkolepside uykuya dalma ve sürdürme bozukluğuna da sık rastlanmaktadır" şeklinde konuştu.

İlaç tedavisi uygulanıyor

Narkolepsi teşhisinde klinik belirtilerle beraber laboratuvar desteğinden yararlanıldığını belirten Yrd. Doç. Dr. Önder Kuzu, "Polisomnografide sık uyanmalar ve kısalmış REM latansı dikkat çeker. Uyku laboratuvarında gündüz yapılan MSLT Testi narkolepsi tanısında çok değerlidir. Bu testte hastaların uykuya 8 dakikadan önce dalmaları ve iki kez 15 dakika içinde REM evresine geçmeleri narkolepsi tanısını destekler. Hastalığın tedavisinde ilaç tedavisi, eğitim, davranışsal ve destekleyici tedaviler uygulanmaktadır" dedi.

Günde sadece 1 dakika ayırın güzelleşin!

Klinik Pilates Eğitmeni Ayça Kaşıkçı, plank hareketi ile günde sadece 1 dakika ayırarak nasıl fit olunabileceğinin ipuçlarını veriyor.

Sodexo Avantaj ve Ödüllendirme Hizmetleri'nin yaşam kalitesini yükselten tavsiyeleri paylaşmak için oluşturduğu "İyi Yaşa" platformunda önerilerde bulunan Klinik Pilates Eğitmeni Ayça Kaşıkçı, günde sadece 1 dakika ayırarak fit bir vücuda sahip olmanın yolunu anlatıyor. Kaşıkçı sözlerine şöyle devam ediyor: "Yeni yılla beraber kendimizi daha mutlu, daha huzurlu, daha sevgi dolu, daha anlayışlı ve bir sürü daha'larla görmek istiyoruz. Yeni ümitlerle başlamak istiyoruz yeni yıla! Belki, önce kendimizi sevmekle başlarsak her şeyi daha güzel görebiliriz. İşte size, aynada kendinizi daha güzel görebilmeniz için küçük bir tüyo!

Günde sadece bir dakika 'Plank' (şınav) pozisyonunda durarak kendinizi yeniden değiştirebilirsiniz...

Şaka bir yana, 'Plank' (şınav) pozisyonunda durmanın faydalarını okuyunca fiziksel aktivite olarak günde sadece bir dakika bunu yapsanız bile bambaşka bir vücuda ve duruşa sahip olacağınıza eminim! Doğru ve sağlıklı bir şekilde uygulandığı taktirde...

Öncelikle 'Plank Pozisyonu' nedir ve nasıl yapılmalıdır?

Yüz üstü pozisyonda eller ve ayaklar yerdeyken, pelvis kasları yardımıyla parmak ucuna kalkılır ve bacaklar dümdüz yere paralel konuma gelinir. (Ya avuç içleri üstünde ya da dirseklerin üzerinde durulur). Bel çukurluğu pelvis kasları desteğiyle düzleştirilir, bel kavisi ortadan kalkar. Sırtımız ve belimiz dümdüz konumdadır. Omuzlarımızı aşağı doğru indirerek baş ve omuz arasındaki boyun bölgesi rahatlatılır ve bütün yük pelvis kaslarına aktarılır. Kafa öne doğru eğilir, yere paralel matın ortasına bakılır pozisyondadır.

Bu yukarıdaki pozisyonu elde ettikten sonra vücut kuvvetimize göre, yeni başlayanlar için 15 saniye, 2 dakikaya kadar bu konumda sabit kalınarak tüm vücut kaslarımızın çalışması sağlanır. 15 saniye, 30 saniye, 45 saniye ve 1 dakika olarak çalışma hafta ve aylar içinde arttırılmalıdır. Bu esnada nefes alıp-verimi unutulmamalı, nefese odaklanarak vücudun rahatlatılması sağlanmalıdır.

Peki bu hareketin vücudumuza sağladığı yararlar nelerdir?

Tüm vücut kaslarını kuvvetlendirir:
-Transversus abdominis (tüm karnımızı çevreleyen karın kasları)
-Rectus abdominis (karnımızın ön bölgesindeki paket kasları olarak tabir edilen kaslar, 6 paket kası)
-Obliques (yan karın kasları)
-Gluteus (kaba et kaslarımız)
Sakatlanma riskini azaltır:
Tüm vücut kaslarını izometrik bir şekilde kuvvetlendirdiği için vücudumuzdaki her yöndeki (aksiyal, frontal ve sagital; öne-arkaya, sağa-sola ve rotasyon) hareketleri daha kolay ve kısıtsız yapabiliriz. Ayrıca sırt bölgesinin kuvvetlenmesini sağlayarak buradaki ağrıların azalmasına destek olur.

Metabolizmayı kuvvetlendirir:
Plank (şınav) pozisyonunda tüm vücut kaslarında kontraksiyon gerçekleşir, bu da kalp atışını hızlandırır. Kalp atışının artması da kalori yakımı sağlar. Bu nedenledir ki, plank (şınav) pozisyonunda vücudumuzda hiçbir hareket olmamasına rağmen, mekik hareketinden daha fazla kalori yakılmasına neden olarak metabolizmanın kuvvetlenmesi sağlar.

Daha dik durmanızı sağlar:
Düzenli plank (şınav) pozisyonunu çalışmak sırt, omuz, kol ve boyun kaslarını kuvvetlendirdiğinden sırt bölgesinde daha düz bir görünüm elde edilerek doğru bir vücut duruşuna sahip olunur.

Vücuttaki dengeyi geliştirir:
Karın kasları; pelvis kasları ile sırt kasları arasında köprü görevi görür. Bu da düzgün vücut duruşunun temelini oluşturur. Plank (şınav) pozisyonu da tam olarak bu köprü bölgesini çalıştırıp kuvvetlendirdiği için ve burası da vücudun denge bölgesi olduğu için bu çalışmayla vücudun denge ve dayanıklılık seviyesi yükselir.

Vücudun esnekliğini arttırır:
Doğru bir plank (şınav) pozisyonunda boyun ve omuz bölgeleri, kürek kemikleri, alt ve üst bacaklar, ayak tabanları ve parmak uçları çok güzel bir şekilde esnetilmiş olur. Bu da vücudun genel esnekliğini arttırır.

Kol ve bacak kaslarını geliştirir:
Plank (şınav) pozisyonu düzenli çalışma sonucunda kol ve bacak kaslarında, karın kaslarıyla doğru orantılı bir şekilde kuvvetlenme ve sıkılaşma görülecektir.

NOT: Yeni başlayanlar için küçük bir uyarı niteliğinde, lütfen özellikle bel bölgenizde herhangi bir ağrı hissettiğinizde çalışmayı bırakın. Vücudunuzun yeteri kadar kuvvetlendiğinden emin olmadan saniyeleri arttırmayın. 15 saniyeden 30 saniyeye geçiş süresi daha önce bu hareketi hiç çalışmamışlar için bir aydan önce olmamalıdır!

Geniz Eti Tedavisinde Yeni Dönem

Çocuklarda nefes alma zorluğuna neden olan geniz eti büyümesi, gelişme geriliğinden konsantrasyon bozukluğuna kadar önemli sorunlara neden olabiliyor. 

Buna rağmen pek çok ebeveyn, geniz etinin birkaç yıl içinde küçüleceğini düşünerek, çocuklarını ameliyat ettirmek istemeyebiliyor. Geniz etlerinin özel bir teknolojiyle buharlaştırılarak alınmasını sağlayan plasma yöntemi, ailelerin ameliyat korkusunu ortadan kaldırırken, çocuklara da rahat bir nefes aldırıyor.

Memorial Ankara Hastanesi Kulak Burun Boğaz Bölümü'nden Doç. Dr. Mustafa Cem Özbek, geniz eti ameliyatlarında kullanılan plasma yöntemi hakkında bilgi verdi.

Yüz ve çene kemiklerinde deformasyona bile yol açabilir
Geniz eti çocuklarda ve nadiren erişkinlerde burnun arka bölümünde oluşan, nazofarenks olarak adlandırılan geniz bölgesinde yer alan lenfoid bir dokudur. Çocuklarda genellikle 2 yaşından itibaren büyümeye ve nefes almada zorluk yaratmaya başlar. Geniz eti 7-8 yaşlarına kadar büyümeye devam eder, sonra küçülmeye başlar. Ancak erken dönemde 15-24 ay arasında veya geç dönemde 11-12 ve daha büyük yaşlarda da geniz eti büyümesine bağlı sorunlar görülebilmektedir.Geniz etinin burundan arkaya doğru hava geçişini tıkaması nedeniyle; uykuda horlama, solunum sıkıntısı ve hatta nefes durması gibi sorunlara yol açabilmektedir. Yeterli nefes alamayan hastalar, derin uykuya geçemezler. Derin uykuya geçemeyen çocuklarda bir süre sonra kilo ve boy artışında yavaşlama hatta durma, aşırı hareketlilik ve konsantrasyon bozukluğu gibi sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca geniz eti biyofilm denilen, antibiyotiklere dirençli bakterileri barındırdığından bir bakıma bakteri rezervuarı olmaktadır. Bu durum, sık tekrarlayan veya uzun süren sinüzite, yine sık tekrarlayan orta kulak enfeksiyonlarına ve gece öksürüklerine yol açmaktadır. Bunların yanı sıra uzun dönemde ise yüz-çene kemiklerinde deformasyona ve diş bozukluklarına neden olabilmektedir.

En önemli tanı kriteri çocuğun uyku sırasında nefes alma şekli
Geniz etinin tanısı burundan yapılan endoskopi yöntemi ile rahatlıkla konulabilmektedir. Ancak en önemli tanı kriteri, çocuğun uyku sırasında nefes alıp verişine dair anne-babadan alınan bilgidir. Her bireyin yüz yapısı farklı olduğundan, bir çocukta nefesi tıkayacak kadar büyüklükteki geniz eti, başka bir çocukta aynı ölçüde sıkıntı yaratmayabilir. Muayenede nefesi tıkayacak başka bir sorun olup olmadığına bakılır. Bazen iri bademcikler de büyümüş geniz etine eşlik edebilmektedir. Böyle durumlarda bademciğin de geniz eti ile birlikte alınması gerekebilir.Alerjisi olan çocuklarda da büyümüş geniz eti mevcut sorunu daha da ağırlaştırmaktadır. Geniz etinin alınması alerjik çocuğun üzerindeki solunum sıkıntısı yaratan yüklerden birini ortadan kaldıracak ve hastanın alerji ile daha kolay mücadele edebilmesini sağlayacaktır.

Geniz eti alınan çocuklar daha az hasta oluyor
Ailelerin en çok merak ettikleri konulardan biri de geniz etinin alınmasının bağışıklık sistemine bir zararı olup olmadığıdır. Artık kesin olarak bilinmektedir ki; ne geniz eti, ne de bademciğin alınmasının bağışıklık sistemi üzerine herhangi bir negatif etkisi yoktur. Bu iki organın bağışıklık sistemi üzerindeki etkinliği %1'den daha azdır. Sanılanın aksine, çocuklar veya erişkinler geniz eti alındıktan sonra çok daha az hastalık geçirmektedir. Daha az hastalanmak daha az antibiyotik kullanımına ve daha az antibiyotik kullanımı da bağırsak sisteminin zarar görmemesini sağlamaktadır. Vücut bağışıklık sisteminin yaklaşık %70'i bağırsakla ilişkilidir. Sık ve gereksiz antibiyotik kullanımı bu sisteme zarar vermektedir.

Geniz eti plasma yöntemiyle kanamasız ve ağrısız alınabiliyor
Geniz etinin alınmasında kullanılan eski teknikte "küretaj" denilen yöntem kullanılmaktadır. Bu yöntemde ameliyat sahası doğrudan görüş alanında olmadığından, hem geniz eti tam olarak çıkarılamamakta, hem de kanamayı durdurmak için tampon konularak beklenilmesi gerekmektedir. Ayrıca işlem sırasında geniz eti tam olarak çıkarılamadığı için, ilerleyen dönemlerde yeniden büyüyerek ameliyatın tekrarlanmasına yol açabilmektedir. Geniz eti ameliyatlarını bir anlamda ameliyat olmaktan çıkaran "plasma yöntemi"nde ise; ileri teknoloji kullanılarak geniz etleri buharlaştırılarak alınabilmektedir. Bu yöntem deneyimli ellerde doğru uygulandığında; geniz eti tamamen çıkarılabilmekte ve tekrarlama riski çok daha düşük olmaktadır. İşlemin en büyük avantajlarından bir diğeri de; geniz etinin tampon konulmasına gerek kalmadan ve kanama olmadan alınabilmesidir. Çevre dokulara zarar vermeden uygulanan bu yöntemde ağrı olmamakta ve işlem çok daha kısa sürmektedir. Böylelikle daha az anestezi alan çocuklar, kısa sürede okul ve sosyal hayatlarına dönebilmektedir.

Plasma teknolojisi önemli konfor sağlıyor
Radyofrekans enerjisinin yüksek seviyelerde kullanılması ile oluşturulan "Plasma enerjisi", doku üzerinde ve havada bulunan su buharının iyonize hale getirilerek iyon bulutu yani plasma topu oluşturulması olgusudur. Ortamın ihtiyacı olan sodyum (Na) iyonu izotonikten yani tuzlu sudan sağlanır. Tuzlu su içindeki sodyum iyonu hem plasma bölgesinin gereksinimi olan sodyumu, hem de operasyon sahasının temiz kalması sağlamaktadır. Bu iyon yumağı yani plasma topu içine giren doku buharlaşarak alınabilir. Böylelikle adenoid dokusu buharlaştırılarak birkaç dakika içinde, kanama olmadan tamamen alınır. Buharlaştırılan doku vakumla çekilirken, aynı anda damardan olabilecek sızıntılar da durdurulmaktadır. Aynı işlem bademcik için de uygulanabilmektedir. Küretaj yöntemiyle yapılan işlem sırasında ameliyat bölgesi görüş alanında değilken, yani körlemesine yapılan bir işlemken, plasma yöntemiyle tüm operasyon sahası ameliyat mikroskobu ile 10 kez büyütülerek görülebilmektedir.Geniz eti tam görüş altında alınabildiği için tekrar oluşma olasılığı da, kanama riski de küretaj tekniğiyle uygulanan cerrahiye göre çok daha düşüktür.

Seyahat hedefleriniz için 5 ipucu

Seyahat sitesi momondo, 2017 yılında bol bol seyahat etmek isteyenlere yol gösteriyor. İşte seyahat tutkunlarının hayallerini hayata geçirmelerine yardımcı olacak 5 özel tüyo…

Yeni bir yıla girerken, adet olduğu üzere hemen herkes dilek diler. Seyahat sitesi momondo "2017'de bol bol seyahat etmek istiyorum!" diyenlerin hayallerini hayata geçirmelerine yardımcı oluyor. İşte bu yıl seyahatle ilgili planlarınızı gerçekleştirebilmeniz için ipuçları:

1-BÜTÇENİZE UYGUN DESTİNASYONLAR SEÇİN
Seyahat için ne kadar para ayırabileceğinizi hesaplayın ve bu bütçe içinde kalarak destinasyonlar belirleyin. Mesafe, sezon, süre, konaklanan yer, gidilen ülkedeki döviz kuru gibi faktörler fiyatı etkiliyor. Farklı hava yollarının ve otellerin fiyatlarını kıyaslayarak, sezonda ve gün sayısında değişiklik yaparak, belki de vizesiz gidilebilen yerleri tercih ederek evdeki hesabı çarşıya uydurabilirsiniz.

2- AKTARMALARI DEĞERLENDİRİN
İster havalimanında birkaç saat, ister bilmediğiniz bir şehirde tek gecelik konaklama olsun, iki uçuş arasındaki süreyi en iyi şekilde değerlendirebilirsiniz. En uzun aktarma süresini tercih ettiğinizde, hem genelde bilet daha ucuz oluyor hem de havalimanından çıkıp yeni bir şehri görme fırsatını yakalamış oluyorsunuz. Tıpkı bir seyahat fiyatına iki tane satın almak gibi!

3- İŞ SEYAHATLERİNİ EN İYİ ŞEKİLDE KULLANIN
Seyahat etmenize olanak sağlayan bir işe sahipseniz şanlısınız. Belki birkaç turistik ziyaret yapacak boş zamanı yaratabilir, yerel havayı hissedebilmeniz için şehrin merkezi noktalarındaki bir oteli tercih edebilirsiniz. Ya da imkanınız varsa, izninizden birkaç gün kullanıp iş için gittiğiniz yerde biraz daha kalabilirsiniz.

4- HAYALLERİNİZİ KENDİNİZE SAKLAMAYIN
İster Hindistan'a gitmeyi hayal ediyor olun, ister Kanada'da kurtlarla kamp yapmayı… Çevrenizdekilere mutlaka seyahat planlarınızdan bahsedin. Belki de tanıdığınız birileri çoktan oralara gitmiştir ve size işinizi çok kolaylaştıracak tavsiyelerde bulunur. Ayrıca hayallerinizi etrafınızdakilerle paylaşmak, yola koyulma arzunuzu artıracaktır.

5- YALNIZ SEYAHAT ETMEKTEN KORKMAYIN
Bir sonraki uçağa atlayıp yola çıkmaya hazırsınız ama kimse size katılmak için zaman yaratamıyor mu? Bunun sizi durdurmasına izin vermeyin. Yalnız seyahat etmek güzel bir deneyim! Yalnız tatile çıkmak size istediğiniz yere, istediğiniz zamanda gitme, canınız o an ne çekiyorsa onu yapma özgürlüğünü tanır. Ayrıca gittiğiniz yerde de pekala yeni arkadaşlar edinebilirsiniz.
momondo Türkiye Sözcüsü Serpil Öztürk şöyle konuştu: "momondo olarak, seyahat etmenin bir lüks olmadığına, herkesin istediği zamanda, istediği yere gidebilmesi gerektiğine inanıyor, kullanıcılarımıza ilham vermek istiyoruz. Bu nedenle seyahat tutkunlarının 2017 yılında yeni yerler keşfedip yeni insanlar ve kültürler tanıyabilmelerini, planlarını gerçeğe dönüştürmelerini sağlayacak tüyoları derledik."

Cinsel ilişki kâbusa dönüşmesin!

Cinsel ilişki sırasında ''orgazm baş ağrısı'' yaşayanların sayısı oldukça fazladır.. Baş ağrısı; ilişki sırasında ya da orgazm ile ortaya çıkabilir. Bu baş ağrıları iyi huylu, olabilir çok nadiren tehlikeli durumlara da yol açabilir. 

Okan Üniversitesi Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Okan Bölükbaşı orgazmik başağrısı konusunda sık sorulan, çeşitleri, etkileri nelerdir, cinsel ilişki ile baş ağrısı yaşayanlar ne yapmalıdır? Sorularını cevapladı.

Orgazmik Başağrısı Nedir?
Cinsel ilişki sırasında görülen bir başağrısı türüdür. Tıpda "coital cephalgia" ya da "orgazmik başağrısı" olarak bilinir. Cinsel ilişkinin ön sevişme dönemi ya da daha sıklıkla orgazm döneminde görülür. Başlangıçta künt bir ağrı iken orgazma yakın dönemde keskin bir ağrı şeklinde hissedilebilir. Hastanın yaşadığı korku ve ağrının şiddeti, ilişkiden kaçınmasına yol açabilir. Masturbasyon ve boyun ya da yüz kaslarının ani kasılmasına neden olan olaylar da, bu tür ağrıları tetikleyebilir.

Kimlerde Görülür?
Hem erkek hem de kadınlarda görülebilir ancak erkeklerde rastlanma sıklığı daha fazladır. Hastalar utandıkları için bu şikâyetlerini hiç dile getirmediklerini belirttiler. Bu nedenle önceden bu hastalığın görülme sıklığı olarak bildiğimiz % 1 oranından biraz daha fazla sıklıkta görüldüğünü düşünüyoruz.

Tehlikeli mi?
Bu tür ağrılar, migren türü başağrılarının yakın akrabasıdır. Ancak nadiren bir beyin damar yırtılması bu tür ağrılara (ilk dakikalarda) yol açabilir. Kafa ya da beyin içinde kan birikimi gelişebilir ki bu durum ani ölüm nedenleri arasındadır. Cinsel ilişki başağrısı tanısı konulan hastalarda; bu duruma yol açabilecek diğer ölümcül nedenleri bertaraf edebilmek için, hiç olmazsa bir kez beyin MR incelemesi yapmak gerekir. Yine de zeminde ölümcül bir sorun bulunması olasılığı oldukça düşüktür.

İleri İnceleme Gerekir mi?
Cinsel ilişki başağrısının beyin kanaması ya da beyin damar yırtılması gibi ölümcül bir sorunun işareti olup olmadığının anlaşılması için MR ile beyin ve beyin damarlarının incelenmesi tıbben gereklidir. Hastalar tanının doğrulanması için bir nöroloğa başvurmalıdır.

Tedavi Mümkün mü?
Tedavisi oldukça basit ve ucuzdur. Migren kriz tedavisinde kullanılan ilaçlarla kolaylıkla yapılabilir. Bazı hastalarda ağrı orgazmdan hemen sonra olur ve birkaç saat dinlenme ile geçer. Nadiren, üç dört gün düşük şiddette devam ettiği görülebilir.

AİLE OLABİLME BECERİSİ - 2

Aile Tipleri ve Ailenin Fonksiyonları

Yaşam koşulları değiştikçe ve geliştikçe aile tipleri de değişmektedir. Toplumdan topluma, kültürden kültüre aile tipleri farklılaşmaktadır. Ancak modern çağın getirdikleri dünya genelinde aileleri çekirdek aile tipine sokmaktadır. Modern çağın iş koşulları, şehirleşme, yaşam standartları, her iki çiftin çalışması, teknolojik gelişmeler gibi durumlar toplumun çekirdek aile tipine dönüşmesini sağlamıştır. Eskiden var olan geniş aile tipleri yavaş yavaş terk edilmeye başlamıştır. Aile tipleri yaşanılan yere, üye sayısı, kültüre göre farklı alt tiplerden oluşabilmektedir. Biz burada günümüzde en çok karşımıza çıkan üç alt tipi inceleyeceğiz.
    1. Çekirdek Aile: Özellikle şehirlerde anne, baba ve çocuklardan oluşan küçük ailelerdir. Çekirdek aile yaşam koşullarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Sanayileşme ve kentleşme çekirdek aile tiplerinin gelişmesine neden olmuştur. Eskiden geniş ailede yaşayan bireyler, iş koşulları ve çalışma standartları nedeniyle kendi geniş ailesini terk ederek şehre yerleşmeye başlamıştır. Kendi kurduğu aile tipide modern evlerde küçük yapılarda küçük aileler şeklinde olmaktadır. Çekirdek ailede belli başlı özellikler vardır; ailede iş bölümü vardır, evin reisi belirli bir cinsiyetin tekelinde değildir, çocuk sayısı azdır, aile üyeleri arasında dayanışma ve hoşgörü vardır. Ülkemiz 1950lerden sonra hızla sanayileşmeye ve kentleşmeye başlamıştır. Bunun sonucunda birçok aile köyden şehre göç etmiş ve kendilerine yaşam alanları oluşturmaya başlamıştır. İlk başlarda köydeki geleneksel yaşamdan kopamayan insanlar yaşam koşullarını şehirde de devam ettirmiştir. Ancak süreç ilerledikçe herkes kendi çekirdek ailesini oluşturmuştur. Çekirdek ailenin özellikleri ne kadar olumlu olsa da maalesef bizim ülkemizde hala geleneksel ailenin özellikleri çekirdek ailede devam ettirilmektedir. Evin reisi, iş bölümü gibi konularda hala geleneksel şekilde davranılmaktadır. Çekirdek ailenin sadece çocuk sayısı kısmında geleneksel aileden farklı olarak az çocuk sayısı görülmektedir.

    1. Geleneksel Aile Tipi: Geleneksel aile genellikle köy yaşamında kendini gösteren bir yaşam biçimidir. Aile üyeleri hep birlikte bir arada yaşamaktadır. Evin reisi en büyük kişidir. Bu kişinin sözünden çıkılamaz, bireysel hareket edemezsiniz. İş bölümü eşitlikçi değildir, genelde kadınlar çalıştırılır ve ezilir. Erkek çocuklara daha çok önem verilir, kız çocukları dışlanır. Eş ilişkileri kısıtlıdır, duygular gösterilmez, sevgi belli edilmez. Günümüzde geleneksel aile tipleri ne kadar azalmış olsa da ülkemizde hala geleneksel aile tipleri devam etmektedir.


    1. Tek Ebeveynli Aile Tipi: Tek ebeveynli aile tipi günümüz koşullarında daha çok ortaya çıkmaya başlamıştır. Eşlerden birinin vefatı sonucu tek ebeveynli aile olunabileceği gibi boşanma süreci sonrasında da tek ebeveynli aile olunabilmektedir. Boşanma sayılarının arttığı ülkemizde tek ebeveynli aile tiplerinin de sayısı artmaktadır.


Ailenin fonksiyonları ailenin düzenini sağlayan temel unsurlardır. Ailenin temel fonksiyonları ailenin sürekliliğine katkı sağlar. Bu fonksiyonların uygulanması çiftlerin ve çocukların aile olabilme duygusunu güçlendirir. Ailenin fonksiyonları;

a.       Biyolojik Fonksiyon: Biyolojik fonksiyon aile bireylerinin devamını sağlayan unsurdur. Eşlerin cinsel ihtiyaçlarının giderildiği ve neslin devamının sağlandığı fonksiyondur. Aile içindeki bu fonksiyon eşlerin birbirlerine daha çok yakınlaşmasını, iletişimin güçlenmesini sağlamaktadır. Cinsel fonksiyonlardaki her hangi bir sorun çiftler arasında sorunlara neden olabilmektedir. Biyolojik fonksiyon sadece üreme olarak görülmemelidir. Çiftler çocuk sayısı konusunda birlikte karar vermeliler ve uygun korunma yöntemlerini seçmelilerdir.

b.      Ekonomik Fonksiyon: Aile yiyecek, barınma ve kişisel ihtiyaçlarını karşılamak için ekonomik fonksiyonları da yerine getirmek zorundadır. Yaşanacak ev, yeterli ve dengeli beslenme ve kültürel faaliyetler için maddi anlamda paraya ihtiyacı vardır. Günümüzde bazen her iki çiftte çalışarak ekonomik faaliyeti yerine getirmekte bazen de tek ebeveyn çalışarak bu fonksiyonu yerine getirmektedir. Burada önemli olan ailenin yeterli düzeyde yaşamını idame ettirecek şekilde maddi sıkıntı çekmemesidir. Maddi sıkıntı düzeyinde ekonomik fonksiyon varsa bu ailenin yaşam biçimini olumsuz etkilemektedir. Yoksulluk düzeyi arttıkça yeterli ve dengeli beslenme olmamakta, yaşanacak evin koşulları değişmekte, çocukların eğitim ihtiyaçları karşılanamamaktadır. Bu durumda aile içerisinde psikolojik baskılar oluşturmaktadır.



c.       Sosyal Fonksiyon: Aile sosyal bir yapıdadır. Çiftler ve çocuklar bu sosyal yapıda sürekli hareket halindedir. Aile bireysel ve birlikte sosyal faaliyetlerin içerisinde ne kadar çok olursa ailenin sosyal etkileşimi de o kadar çok olacaktır. Ailenin birlikte yaptığı faaliyetler, kültürel etkinliklere katılma, birlikte oyun oynama, film izleme gibi fonksiyonlar ailenin aidiyet duygusunu güçlendirmektedir.

AİLE OLABİLME BECERİSİ - 1


Ailenin Tanımı ve Önemi

Aile; evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birliktir.1 Türk Dil Kurumunun açıklamasında da gördüğümüz gibi aile içerisinde etkileşimlerin bulunduğu dinamik bir topluluktur. Psikolojik açıdan aile; çiftin yasal bağlarla kurduğu, biyolojik, psikolojik ve sosyal işlevleri olan, toplumun en küçük yapı birimidir.

Ülkemizde aile kurumu sadece resmi bir nikahla şahitler huzurunda kurulabilir. Bu nikah Medeni Kanun ile düzenlenmiştir ve ülkemizde bir kişi sadece bir kişi ile evli olabilir.

Aile kavramına baktığımızda geçmişten günümüze sürekli değişimlere uğramıştır. Yaşanılan dönemin özelliklerine göre ailenin tanımı, yapısı, gelişimi sürekli farklılıklar göstermektedir. Yaşanılan çağ ne kadar değişirse değişsin, dünya üzerindeki tüm toplumlar için değişmeyen tek şey ailenin önemidir. Kadim zamanlardan günümüze kadar her toplum ve kültürde aile kutsal olarak görülmüştür. Her dini inançta, her kutsal kitapta, her toplumsal kültürlerde aile korunması gereken bir kurum olarak gözümüze çarpar. Peki neden bu kadar önemlidir ailenin korunması?

Aile en küçük yapı birlikleridir ve bu yapı birlikleri birleştiğinde toplumlar oluşur. Toplumlar birleştikçe bir ülkeyi ve yönetimi oluşturur. Hiçbir devlet kendisini oluşturan toplumun çürümüş olmasını istemez. Çürümüş bir toplumu yönetmenin zorlaşacağını bildiği için her gelişmiş ülke kendi aile yapısını desteklemek için politikalar geliştirmektedir. Bizim ülkemizde yeni yeni aile ile ilgili politikalar oluşturulmaya başlanmıştır. Aile birliğinin korunması amacıyla ailelere yönelik hizmetler ve sosyal destekler verilmeye başlanmıştır.
Psikoloji açısından da aile önemli bir kavramdır. Aile evlilik birliği ile kurulur ve çiftler yaşamlarını bu kurumda sürdürmeye başlarlar. Evlilik sürecindeki her olumsuzluk ailenin psikolojik sağlamlığına bir darbe olarak iner. Ailenin sağlıksız bir hal alması, çiftlerin birbirlerinden aldıkları sosyal desteği, doyumu engeller. Çocuk da varsa aile de bu olumsuz etkileşim bir sarmal gibi tüm bireyleri kapsar. Sağlıksız aile-sağlıksız evlilik:Sağlıksız çocuklara neden olur. Sağlıksız çocuklar psikolojik açıdan yıpranmış, kendine güvenmeyen, iletişim ve davranış problemleri yaşayan bir topluma dönüşebilir.

Çocuk psikolojisi açısından da aile önemli bir kavramdır. Anne babanın tutumları, birbirleriyle iletişimleri, sevgilerini göstermeleri, tartışma şekilleri, çözüm bulma süreçleri vb. hepsi çocuğun gözü önünde olmaktadır. Çocuklar ailesinin bu durumlarını gözleyerek ileride kendi davranışları için şemalar belirler.

Çocuk gelişimi açısından ilk altı yılın önemli olduğunu söylüyoruz, peki ne var bu ilk altı yılda? İlk altı yıl çocukların kişilik gelişimine katkı sağlayan süreçlerin var olduğu bir dönemdir. Son zamanlarda bağlanma kuramcıları ve gelişim psikologları, çocuğun anne rahmine düştüğü andan itibaren altı yaşa kadar kişiliğinin anne baba tarafından şekillendirileceğini söylemektedirler. Bu yüzden geleceğimiz için aile olabilmeyi becerebilmek çok önemlidir.


Aile olabilmek biz olabilme duygusunu yaşamaktır. Her iki çiftin biz olabilme duygusunu yaşaması, çocukların anne babası ile bir bütünlük hissetmesidir. Biz olabilme duygusu, kişilerin kendinden vazgeçip sadece ailesi veya karşıdaki kişi için çabalaması anlamına gelmemektedir. Biz olabilme duygusu, kendinden vazgeçmeyip karşıdaki kişi ile ortak noktada buluşabilmektedir. Anne-baba-çocuklar bir bütün olarak aile olabilmeyi, biz olabilme duygusunu yaşadıklarında, kendilerini ailesine ait hissedeceklerdir. Maalesef, günümüzde yaşam şartlarının getirdiği olumsuzluklar, iş koşulları, teknolojik gelişmeler, biz olabilme duygusunu köreltmekte ve çoğu evli çift ve ailede bu duygu yaşanmamaktadır. Çiftler ve çocuklar ben duygusu ile bencilce hareket etmekte ve aile olabilme duygusunu yaşayamamaktadır. 

CİNSELLİK NEDİR? NE DEĞİLDİR?


Cinsellik Kavramı

Cinsellik, insanın doğuştan getirdiği güdülerden biridir. İnsanın gelişim aşamalarının belirli yaş dilimlerinde cinsellik önem kazanırken belirli yaş dilimlerinde ise cinsel dürtülerin yok olduğunu görürüz.

Cinsellikle ilgili ilk merak ortalama üç yaş civarı başlar ve altı yaşından sonra birden biter. Üç yaş civarı çocukları önce kendi cinsel organı keşfeder, merak eder ve ilgisi cinsel organı üzerinde yoğunlaşabilir. 3-6 yaş arası çocuklar kendilerini merak ederken aynı zamanda karşı cinsi de merak etmeye başlarlar. Cinsel kimliğin kazanılması için bu dönemde anne babaların çocuklarının sorduklarına net ve kısa cevaplar vererek, çocuğun merak duygusunu tatmin etmesi gerekmektedir. Merak duygusu tatmin edilmeyen çocuklar bu tür soruları bir daha anne babaya sormaması gerektiğini öğrenir ve cinsellikle ilgili bilgileri dışarıdan öğrenmeye açık olurlar.

İlkokul çağında cinsellikle ilgili kavramlar tamamen yok olmuştur. Çocuğun ilgisi sadece ve sadece derslere ve oyunlara kaymıştır. Ergenlik dönemiyle birlikte çocuğun ilgi ve merakı tekrardan cinsel kavramlara yoğunlaşır. Bu dönemde ilk başta ergenin fiziksel değişimleri göze çarpar. Ergen vücudunda meydana gelen değişikliklere hem şaşar hem de uyum sağlamaya çalışır. Vücudundaki bu değişiklikler merak duygusunu kamçılar. Ergenlikle birlikte cinsel değişimler başlar, kendi cinsel organını keşfederken karşı cinsi merak düzeyi yükselir. Bu dönemde ergen arkadaş çevresinden ve teknolojik gelişmelerden olumsuz ve yanlış cinsel kavramlar öğrenebilir. Bu yüzden ailenin çocuğunu ergenlik dönemi hakkında bilgilendirmesi gerekmektedir.

Yetişkinlik çağında artık evlilik kuran bireylerin hayatında da cinsellik ömürleri boyunca devam edebilecek özelliktedir. Yetişkinlik çağında cinsel kavramların ve becerilerin olgunlaşmış olması ve çiftlerin cinsellikten karşılıklı doyum sağlamaları önemlidir.

Cinsellik yukarıda da gördüğümüz gibi çocukluktan yaşlılığa kadar insanın gelişim aşamalarında var olan basamaklardan birisidir. Bu yüzden evlilikte cinsel yaşam evliliğin kalitesini artıran ya da azaltan etkiye sahip olabilmektedir. Cinselliğin evlilik hayatında bağlayıcı bir gücü vardır. Sağlıklı yaşanan cinsellik çiftin arasında özel bir bağ oluşturur. Sağlıklı bir cinsel yaşam çiftin birbirlerine yakınlığını artırır, aralarındaki gerilimi azaltır; sıcaklık, sevgi, koruma ve korunma hislerini doğurur.

Sağlıklı bir cinsellik çiftin karşılıklı olarak birbirleriyle kurdukları iletişimle, duygu ve düşüncelerle, anlayış ve hoşgörüyle, cinsel ilişkinin yeri, zamanı ve sıklığı, süresi tekniği ve ilişki sırasındaki memnuniyetle doğrudan alakalıdır. Sorunlu bir cinsel hayat ise çiftin arasında problemlere neden olabilir, stres düzeyini artırır, evlilikten alınan doyum hissini azaltabilir. Sağlıklı cinsel yaşam ise çiftin birbirine verdikleri değeri artırır, güveni tazeler, aralarındaki bağı güçlendirip onarır. Çiftler arasında yaşanması beklenen sağlıklı cinsel yaşamda temel nokta, eşlerin yaşları ne olursa olsun cinsel hayatlarıyla ilgili duygu ve düşüncelerini rahatça ifade edebilmeleridir. Evlilik ilişkilerini güçlendirmek isteyen çiftlerin cinsel yaşamlarına dikkat etmeleri gerekmektedir.

Sağlıklı cinsel ilişki unsurları şöyledir2:

-          Yapısal Sağlık: Sağlıklı bir cinsel yaşam için kadın ve erkeğin anatomik yapısının sağlıklı olması gerekmektedir. Kadının veya erkeğin hormon düzeylerinde ya da cinsel fizyolojisinde herhangi bir sorun varsa bu durum cinsel yaşamı olumsuz etkileyebilir. Özellikle evlenecek veya yeni evlenen çiftlerin hormonal düzeylerini ölçtürmeleri sorun başlamadan çözüm bulmalarına katkı sağlayacaktır.

-          Psikolojik Sağlık: Sağlıklı bir cinsel yaşam için eşlerin psikolojik rahatlığı çok önemlidir. Cinsel istek kendiliğinden gelişebilen bir istekken bazen evlilik yaşamının olumsuz durumları, düşünceleri, yorgunluk gibi faktörler cinsel isteğin oluşmasını engelleyebilir. Kadın ve erkeğin kendilerini rahat hissettikleri anda ve ortamda cinselliklerini yaşamaları, cinsellikten aldıkları tatmini artıracaktır.

-          Hazır Bulunma: Sağlıklı bir ilişki için çiftler birbirlerini cinselliğe hazırlaması gerekmektedir. Sıradan, monoton bir cinsel yaşam cinsel isteksizliğe neden olabilir. Cinselliğe hazırlanmadan gerçekleştirilen ilişki kadında cinsel sorunlara yol açabilir. Eşler arası var olan sevginin gösterilmesi, ifade edilmesi, dokunulması, sarınılması, öpmek ve öpüşmek cinsellikte hazır bulunmayı etkileyen faktörlerdir.

-          Açık Paylaşım: Eşlerin birbirlerini tanımaları, istek ve arzularını fark etmeleri, birbirlerini cinsel açıdan tatmin edebilmeleri, sorunlara çözüm bulabilmeleri ancak iletişimle mümkündür. Bu yüzden çiftlerin normal zamanda da cinsel yaşamda da iletişimleri güçlü olmak zorundadır.

-          Saygı ve Güven: Saygı ve güven çiftin ilişkisine olumlu katkı sağlar. Eşler birbirlerinden zarar görmeyeceklerini bildiklerinde daha rahat cinsel ilişkiye girebilirler. Saygı ve güven insanda değer gördüğü hissini uyandırır. Kişi saygı gördüğü kişinin yanında kendisini güvende hisseder ve rahat olur.
-          Ortaklık: Her iki çiftinde cinsel ilişki için ortaklığı çok önemlidir. İstemediği halde zorla cinsel ilişkiye girmek evlilik yaşamını belirli bir süre sonra monotonluğa iter. Cinsel yaşamda isteklilik ve gönüllülük çok önemlidir. Çiftlerin karşılıklı istekleri cinsel yaşamdan alacakları doyumu artırır


-          Bilgi: Sağlıklı bir cinsel yaşam için çiftlerin bilgi düzeyleri çok önemlidir. Çocukluktan itibaren edinilen yanlış bilgiler evlilik yaşamında cinsel sorunlara neden olabilmektedir. Çiftler öncelikle kendilerini tanıyarak bilgi sahibi olmalı sonra karşı cinsi tanımalıdır. Cinsel yaşam evrelerini bilmek, cinsel sorunlar hakkında fikir sahibi olmak çiftlerin her hangi bir sıkıntıda çözüm aramalarını kolaylaştıracaktır. 

ANNE ÇOCUK VE BAĞLANMA SORUNLARI

ANNE ÇOCUK VE BAĞLANMA SORUNLARI

Bağlanma, bebek ile ona temel bakım veren kişi arasında oluşan bağdır ve birincil bağlanma anne ile gerçekleşir. Bebeğin, biyolojik yetersizliği dikkate alındığında, bakım verene karşı bir bağlanmanın oluşması kaçınılmazdır. İlk yıllarda anne ile oluşan bu bağ, çocuğun kişiliğinin önemli bir kısmını oluşturmakta e bu özellikler hayat boyu değişime karşı bir direnç göstermektedir.
Çocuğun anneye duygusal olarak bağlanması hayatta kalmak için gereklidir. Bağlanma doğanın evrensel bir ilkesidir. Bowlby, 1930-1950 yılları arasında psikanalitik gruplarla çalışmasına rağmen, bilişsel psikoloji, davranışçılık, sistem teorisi gibi alanlarla ilgilenmiştir. Ürettiği “Bağlanma Kuramı” her ne kadar farklı disiplinlerin etkisi altında olsa bile temeli Freudyen bakış açısına dayanmaktadır.
Kuramın temel noktası ise annenin bebeğine dış dünyayı inceleyebileceği ve gerektiğinde emniyet duyguları içerisinde geri dönüşler yapabileceği güvenilir bir ortam oluşturmasıdır. Bowlby’e göre anne çocuk arasında kurulan güvenli bir bağlanma ilişkisi çocuğa sağlıklı psikolojik gelişim olanağı sağlar. Bağlanma şu farklı yollarla gerçekleşir;
Anlık temasla
Duygusal algılanmayla
Duygularla
Düşünce ve anılarla
Konuşmayla

İnsanlar için bağlanmanın temel biçimi anneyle olan bağdır. Çocuk, en açık şekilde doğrudan fiziksel temasla annesinin özel kokusunu ve sütünün özel tadını kaydederek annesinin var olduğunu hisseder. Göz göze temas da bağın teyidi için temel bir öneme sahiptir. Annenin sesini duyma ve söylediklerini anlama, bu karşılıklı tanıdıklaşma sürecini pekiştirir.

Bowlby’nin teorilerinin ötesinde şu anda anne ve çocuk arasındaki bağlanmanın doğum öncesinde geliştiği düşünülmektedir. Çocuk anne karnına düştüğü andan itibaren annenin ruh haline, konuşmasına, temaslarına tepki verir. Annesinin sevinç ve üzüntüsünü fark eder.
Doğumdan hemen sonra, çocuk ve anne arasındaki bağlanma süreci dışsal duyu iletişimiyle bütünlenir ve pekiştirilir. Annesinin yüzünü başka yüzlerden ayırt etmeyi öğrenir. Annesinin yüzünü gördüğünde ve annesinin gözlerince görüldüğünü hissettiğinde mutlu olur. Son olarak anne çocuk bağı, ona özgün niteliğini veren fiziksel dokunuşlar ve sözlü ya da sözsüz etkileşimin çeşitli biçimleri ile sağlamlaşır.

Anne ve çocuk arasındaki güvenli ve destekleyici bir bağ kurma açısından uygun olmayan koşullar; premature doğum, kuvöze konma, makine ve ekipman kullanımı, ilaç, narkoz, yenidoğanın anneden erken ayrılması, anne bebek arasında çok az veya hiç fiziksel temasın olmaması, emzirmeden kaçınma olarak sayılabilir. Ayrıca çocuğun ihmal ve istismarı da bağlanma sorunları oluşturabilir.
Anne çocuk bağlanmasındaki kesilmeler ve aksamalar çocuğun hem içinde bulunduğu dönemde hem de sonrası yaşantısında bazı psikolojik zorlanmalar yaşamasına, kimi zamanda psikopatoloji tablolarının ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Bunlar üç başlık altında toplanabilir;

1. Bebeklik Depresyonu: Anne bebek ilişkisinin kısa yada uzun süreli kesilmesine bağlı olarak kısa süreli ve uzun süreli anne yoksunluğu olarak ikiye ayrılmaktadır.
a. Kısa Süreli Anne Yoksunluğu: Annenin üç ay içerisinde geri dönmesi ile belirtilerde olumlu geri dönmelerin yaşanabildiği hastalık tablosunu belirtmektedir. Çocuk anneden ilk ayrıldığında uzun süreli ve şiddetli ağlamalar gösterir. Sustuklarında yüzlerinde yorgun ve küskün bir ifadenin varlığı belirgindir. ‘Protesto Dönemi’ olarak adlandırılan bu dönemi, yemek yemenin azalması, kilo kaybının başlaması, fiziksel gelişimin yavaşlaması izler. Annenin yokluğunun 2. ve 3. haftasında durgunluk başlar bu döneme ‘Depresif Dönem’ denir. Eğer anne iki ay içerisinde dönmezse çocuktaki duygusal tepkiler kısıtlı ve donuk hale gelir. Bu döneme ‘İçe Kapanma Dönemi’ denir. Annenin üç ay içerisinde dönmesiyle bebekte belirtiler giderek azalır. Ancak Bowlby bu evrenin anneye karşı iki değerli hisleri içerdiğini düşünmüştür, çünkü çocuk anneyi istemektedir ancak kendisini terk ettiği için ona öfke duymaktadır.
b. Uzun Süreli Anne Yoksunluğu: Yaşamın ilk yıllarında aileden ayrılan ve bakım evlerine verilen çocuklarda görülen bir sendromdur. Buradaki tek neden anne yoksunluğudur. Bu çocuklar genel olarak uyaranlara güç ve geç cevap verirler, çevreye karşı ilgileri oldukça azalmıştır. Yürüme, konuşma ve tuvalet eğitimleri geri olabilir.

2. Ayrılma Anksiyetesi Bozukluğu: Genellikle 1-3 yaş arasındaki çocuklarda sıklıklar görülen bir durumdur. Ancak korkulan çoğu rahatsızlık düzeyinde olmayıp çocuğun sosyal ilişkileri genişledikçe sönen bir yapıdadır. Ayrılma bunaltısındaki şiddet ve süreklilik çocuğun uyumunu bozacak şekilde olabilir. Bağlandıkları kişiden ayrıldıklarında kendilerinin yada bağlandıkları kişinin başına kötü bir şey geleceğine ilişkin sürekli ve aşırı kaygı yaşarlar. Tek başına bir yere gitmek yada evden uzaklaşmak istemezler. Okula gitmek, kampa katılmak gibi evden uzaklaşmasına neden olan her şeye tepkilidirler. Bağlandıkları kişiyi gölge gibi takip ederler. Ayrılık zamanı geldiğinde yada bunun beklentisi içerisinde olduklarında karın ağrısı, mide bulantısı, çarpıntı, halsizlik gibi bedensel yakınmalar baş gösterir.

3. Bebeklik yada Küçük Çocukluk Döneminin Tepkisel Bağlanma Bozukluğu: Bu bozukluğun genel özellikleri; 5 yaşından önce başlaması ve çocuğun gelişimine uygun olmayan bir şekilde uygunsuz toplumsal ilişkiler kurmasıdır. Toplumsal etkileşimlerde ve ilişki kurmada yetersizlik göze çarpan bir özelliktir. Bu çocuklarda uygun seçici bağlanmalar görülmez ve bunların yerine belirli dağınık bağlanmaların varlığı dikkat çeker. Örneğin; çocuk görece yabancı olduğu kişiye yakınlık gösterebilir. Bozukluğun nedenleri arasında çocuğa patolojik bir bakımın verilmiş olması önemli rol oynar. Çocuğun sürekli duygusal, fiziksel ve cinsel olarak ihmal ve istismar edilmesi, fiziksel gereksinimlerinin karşılanmaması kalıcı bir bağlanmanın oluşmasını engeller.

Proteinin azı karar, çoğu zarar


Sağlıklı beslenme ve diyet söz konusu olduğunda proteinlerden bahsetmemek mümkün değildir. Vücudun en küçük birimi hücrelerin yapıtaşı olan protein hem kilo vermek hem de vücudundaki kas oranını arttırmak isteyenlerin vazgeçilmez besinidir. 

Proteinlerin mideden daha geç boşaldığı için daha tok kalmamızı sağladıklarını söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hazal Çatırtan "Proteinler ayrıca sindirimleri, metabolize olmaları ve kullanılmaları için vücut daha çok çaba gösterdiğinden daha fazla kalori harcamamızı da sağlarlar" dedi.

"Protein" sözcüğünün kaynağı, Yunanca'da "birincil öneme sahip" anlamına gelen "prota" sözcüğünden geliyor. Proteinlerin elzem olan ve olmayan aminoasitlerin birleşmesi ile oluşan büyük kompleks yapılar olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hazal Çatırtan "Elzem olan aminoasitler vücudumuzda üretilmediği için bu ihtiyacımızın besinlerle aldığımız proteinlerle karşılanması gerekmektedir. Bu nedenle de proteinler beslenmemizde birincil öneme sahiptir" açıklamasında bulundu.

Proteinler kas ve kemiklerin yapı taşıdır
Proteinlerin vücutta hücre yapımından sorumlu olan, büyüme-gelişmenin sağlanması ve eskiyen dokuların yenilenmesinde görev alan makromoleküller olduğunu anlatan Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hazal Çatırtan şu açıklamalarda bulundu: "Proteinler vücudumuzdaki kas, kemik gibi tüm hücrelerin yapıtaşıdırlar, enzimlerin ve hormonların oluşmasında görev alırlar, immün sistemdeki yapıları (antikorlar) oluştururlar ve bu nedenle de yalnızca uzun süreli açlıklarda bize enerji sağlarlar. Bu önemli besin öğesini yumurta, et, tavuk, balık, kuru baklagiller, süt ve süt ürünlerinden almak mümkün.

Proteinin eksikliğine olduğu kadar fazlasına da dikkat etmek gerekir
Günlük diyetimizde proteinlerin yeteri kadar bulundurulmadığı takdirde miktar ve kalite yönünden gereksinimlerimizi karşılayamayacağımızı belirten Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hazal Çatırtan, bunun da protein yetersizliği hastalıklarına neden olabileceğini belirterek "Çocuklardan yaşlılara kadar toplumun her kesiminde görülebilecek olan bu durum küçük yaşlarda büyüme gelişme geriliğine sebep olurken her yaştan insanda kas ve kilo kaybına, anemi ve ödem oluşumuna, halsizliğe, bağışıklık sisteminde zayıflamaya ve hastalıklarda iyileşme sürecinin uzamasına neden olur. Yetersizliği olduğu gibi proteinin aşırı tüketime bağlı vücutta fazlalığı da oluşabilir. En basit haliyle protein alımının aşırı artması lif alımını kısıtladığından kabızlık yaratabilir.

Buna ek olarak proteinlerin parçalanması sonucu oluşan ürünlerin vücuttan atılması sırasında böbrek solüt yükü artar yani böbreğe aşırı yüklenme olur. Böbreklerde erken yıpranma ve fonksiyon kaybı görülebilir. Fazla protein tüketimi idrarla kalsiyum atımını da artırarak böbreklerde taş oluşum riskini artırabilir. Kanda ürik asidi artırıp eklemlerde birikmesine neden olarak gut hastalığına yol açar.

Hayvansal kaynaklı proteinler doymuş yağ ve kolesterol içerirler. Bu nedenle kalp ve damar sağlığı için risk faktörü oluştururlar, kan basıncını yükseltebilir ve karaciğer yağlanmasına sebep olabilirler. Fazla yağ alımı vücutta serbest radikal oluşumuna ve kanser gelişimine de neden olabilir, özellikle kolon kanserinin protein içeriği yüksek bir besin olan kırmızı et kaynaklı olduğunu gösteren çalışmalar bulunmakta. Ayrıca vücutta protein deposu olmadığı için yağa dönüşerek depo edilir ve kilo aldırırlar" dedi.

Protein gereksinimi kişiye ve yaşa bağlı olarak değişiklik gösterir
Proteinlerin işlevleri ile azlığının-fazlalığının etkileri göz önünde bulundurulduğunda ihtiyaçların uzman kontrolünde yeterli-dengeli bir diyetle mutlaka karşılanması gerektiğini aktaran Çatırtan "Günlük protein gereksinimi için net bir miktar veremiyoruz çünkü gereksinim yaşa, gebelik ve emzirme gibi bazı özel durumlara, böbrek hastalığı gibi bazı sağlık sorunlarının varlığına ve fiziksel aktivite düzeyine göre değişiklik gösterir. Yetişkin bir bireyin günlük kalori ihtiyacının en az %15'i proteinden gelmeli diyebiliriz ancak özellikle gereksinimlerin arttığı durumlarda veya kısıtlama gerektiren hastalık durumlarında kilo başına hesaplama yapmak daha doğru olur. Çocuklar gelişme döneminde oldukları için vücutlarında yeni doku yapımı yetişkinlerden çok daha fazladır bu nedenle de yapılara katılacak protein gereksinimi artmakta ve diyetle alımı da artırmak gerekmektedir. Bu durumda çocukların gereksiniminin yetişkinlerden daha fazla olduğunu söyleyebiliriz. Aynı durum ve gereksinim artışı gebe ve emziklilerde de geçerlidir. Sporcularda da doku yenilenmesi için protein gerektiğinden onların da ihtiyaçları artar" dedi.

Sağlıklı protein beslenmesi için ipuçları
Sağlıklı bir beslenmede protein kaynaklarının karbonhidrat ve yağlarla birlikte tüketilmesi gerektiğini vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hazal Çatırtan, "Et-tavuk-balık ile süt ve süt ürünlerini doymuş yağ ve kolesterol alımını azaltmak adına az yağlı tercih edebiliriz. Sağlıklı bir örnek vermek gerekirse az yağlı et+salata/zeytinyağlı sebze yemeği+ekmek/çorba gibi bir öğün tercihi protein dâhil tüm besin ögesi gereksinimlerimizi karşılayan iyi bir alternatiftir. Günümüzde tek besine dayalı, özellikle protein ağırlıklı veya düşük kalorili beslenmek ilgi görüyor. Bu tarz diyetlerle kısa vadede hızlı kilo kaybı sağlansa da uzun süreli böyle bir beslenme ideal vücut kompozisyonunun bozulmasına bununla birlikte saç dökülmesi, tırnak kırılması, cilt sorunları oluşmasına yol açabilir, vitamin-mineral eksiklikleri oluşabilir. Protein ağırlıklı diyetlerde aşırı tüketime bağlı önceden bahsettiğimiz sorunlar görülebilir. Tek besine dayalı, protein ağırlıklı veya düşük kalorili diyetlerin uzun vadede son basamağı organ fonksiyon bozuklukları olabiliyor" açıklamasında bulundu.

Diyetlerde proteinlerin önemi büyük
Tek besine yönelik diyetlerle verilen kiloların kalıcı olmadığını vurgulayan Anadolu Sağlık Merkezi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hazal Çatırtan sözlerini şöyle tamamladı: "Hem zararları olan hem de kalıcı kilo kaybı sağlamayan bu diyetler uzun süreli beslenmeye uygun olmadıkları için kişilerde kalıcı bir davranış değişikliği sağlamıyor. Beslenme alışkanlıklarına ve günümüz sosyoekonomik koşullarına da uymadığı için devam ettirilebilir bir düzen yaratılamıyor. Bu da eski beslenme alışkanlıklarına dönüş ve kiloların geri kazanımı olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda tavsiyem, kilo verme sürecinde kişiler hızlı kilo kaybı yerine kalıcı kilo kaybına odaklanırsa ve mevcut beslenme alışkanlıkları üzerinden kendilerine özgü, her besin grubunu yeterli miktarda barındıran sürdürülebilir diyetlere yönelirlerse daha sağlıklı beslenmiş ve kalıcı kilo kaybı sağlamış olurlar."

Mide balonu uygulamasından sonra böyle içmeyin

Obezite cerrahisini başarılı bir şekilde gerçekleştiren ve bugüne kadar iki bine yakın hastanın sağlıklı kilo vermesini sağlayan Doç. Dr. Halil Coşkun, mide balonu uygulanan hastalarda operasyonun sonrası beslenmenin ve egzersizin çok büyük önem taşıdığını vurguluyor.

Obezite cerrahisinde kullanılan yöntemlerden biri de mide balonu uygulaması. Obezite Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Halil Coşkun, "Mide balonu obezite ile mücadelede etkili bir araçtır. Bu işlem kısıtlayıcı prosedür olarak kabul edilir. Mideye yerleştirilen balon midede hacim kapladığı için tüketilen besin miktarında azalma olacaktır.

Balon sıvı içerdiği için midenizde serbestçe hareket edecektir. Mide balonuyla eskiye oranla besin tüketimi azaldığından daha erken tokluk hissi alınmaya başlanacaktır" diyor.

HER ÖĞÜNDE PROTEİN İÇERİĞİ YÜKSEK OLMALI

Dr. Coşkun, mide balonu operasyonu geçirmiş kişilerin yapması gerekenleri şöyle sıralıyor:
• -Tüketilecek yiyecek ve içecekleri seçerken protein içeriğinin yüksek olmasına, karbonhidrat ve yağ içeriğinin düşük olmasına, şeker ilavesiz ve şekersiz olmasına özen gösterin.
• -Yemek sırasında sıvı tüketmeyiniz. Katı ve sıvı gıdaları tüketirken 30 dakika bekleyiniz. Katı ve sıvıyı birlikte tükettiğinizde mide bulantısı, şişkinlik ve yetersiz protein alımına neden olmaktadır.
• -Üç ana öğün ve 3 ara öğün tüketiniz. Öğün atlamayınız.
• -Her öğününüzde ilk protein tüketiniz. Meyve tüketiminiz son tercihiniz olmalı.
• -Yemeklerinizi tüketirken çok çiğneyiniz. 20-30 defa çiğnemek önemlidir.
• -Yemeklerinizi hızlı tüketmek rahatsız hissetmenize neden olabilir. Yemeklerinizi 20-30 dakikadan önce bitirmeyiniz.
• -Günlük kafein alımınızı sınırlandırınız. Kafein diüretiktir ve dehidretasyona sebep olabilir. Kahve tüketiminizi günlük 2 fincan ile sınırlandırınız. Daha fazla kahve tüketimi ülsere neden olabilir. Kafeinsiz kahve tercih edebilirsiniz.
• -Karbonatlı içeceklerden uzak durunuz. (soda, kola, gazoz gibi gazlı içecekler)
• -Pipet kullanmayınız. Pipet tek seferde çok hızlı ve fazla sıvı almanıza neden olabilir. Midenizi rahatsız edebilir.
• -Alkolden kaçınınız. Alkol tüketimi kalori alımının artması ve fazla tüketilmesi durumunda ülsere neden olabilir.
• -Vitamin ve minerallerinizi doktor kontrolünde düzenli kulanınız.

Obezite Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Halil Coşkun, hareketsiz olmanın pek çok hastalığa davetiye çıkardığına dikkat çekerek egzersizin mutlaka hayat biçimi haline gelmesinin belirterek mide balonu operasyonu geçirecek kişilere şöyle önerilerde bulunuyor:

EGZERSİZİ UNUTMAYIN

"Amerikan Kalp Derneği kalp hastalıkları ve inme riskini azaltmak için her gün düzenli olarak 30-45 dakika yürüyüşü önermektedir. Egzersiz iyi hissetmenin ve güzel görünmenin en kolay yoludur. Vücudun içinde kalp sağlına iyi gelirken dışında ise vücudun şekillenmesinde önemli rol oynar. Düzenli egzersiz sayesinde kalp daha az eforla kan ve oksijen pompalar, yüksek tansiyonun düşmesine yardımcı olur, vücut yağ oranı azalır, vücut kan yağları daha iyi seviyelere gelir, iyi kolesterol (HDL) artar, kötü kolesterol (LDL) ve trigliserit düşer, kan şekeri, pıhtılaşma, adrenalin düzeyi daha normal seviyelere gelir, stres, depresyon ve anksiyetede azalma görülür, daha iyi uyku sağlar, güçlü kas ve kemikler oluşmasını sağlar, aynı işi yaparken daha fazla enerjik olmayı sağlar, iştahın azalmasına yardımcı olur, kişinin özgüvenini geliştirir.

Mide balonu uygulaması düşünenler öncesinde egzersiz yapmamışlarsa mutlaka başlamalılar. Operasyon öncesi egzersize başlamak işleme daha hazır hissetmenizi sağlar, komplikasyon riskini azaltır. Haftanın 3-4 günü kısa süreli de olsa yürüyüş, yüzme, bisiklet yapabilecek egzersizler olabilir. Mide Balonu operasyonu geçirmiş kişiler için de Coşkun şunları söylüyor:

"Erken dönem egzersizde ilk gün tamamen yatarak geçirmek zorunda değilsiniz. Evinizin içinde koridorda yürüyüşlere başlayabilirsiniz. Kan dolaşımını sağlamak pıhtı oluşumunu önlemek için bacaklarınıza 15-30 dakika esneme hareketleri yapabilirsiniz. Mide Balonu işlemi sonrası uzun dönem egzersizde ise İlk haftalarda yürüyüşle başladıktan sonra sabit bisiklet veya koşu bandında tempolu yürüyüşlere geçebilirsiniz. Egzersiz yaparken acı hissediyorsanız bırakınız. Kilo verdikçe daha rahat hareket edeceğiniz için egzersiz süreniz başlangıçta az olsa da zamanla arttırabileceksiniz. Dengeli egzersiz programı; esneklik, güçlendirme, aerobik kondisyondan oluşmalıdır."

Sağlığınızı egzersiz ile koruyun

Düzenli fiziksel aktivite hem beden, hem de ruh sağlığını yakından etkiliyor. 

Aktif bir yaşamın depresyondan kronik hastalıklara kadar birçok sağlık sorunundan korunmada önemli rol oynadığını söyleyen Sodexo Entegre Hizmet Yönetimi Uzman Diyetisyeni Sibel Mumcu, "Düzenli yapılan egzersiz metabolizmayı hızlandırarak kilo kontrolünü kolaylaştırırken; kasların korunmasına, kemiklerin güçlenmesine, kan yağları ve kan şekeri düzeylerinin kontrolünün sağlanmasına yardımcı oluyor" dedi.

Hareketsiz yaşamın getirdiği sorunlar günümüzde her yaştan insanın sağlığını tehdit ediyor. Hareketsizliğin sadece Türkiye'nin değil, dünyanın mücadele ettiği bir sorun olduğuna dikkat çeken Sodexo Entegre Hizmet Yönetimi Uzman Diyetisyeni Sibel Mumcu, "Aktif olmayan bir yaşam tarzı, çağımızın en büyük sorunlarından biri olan obezite başta olmak üzere; diyabet, hipertansiyon, depresyon, kemik erimesi, kalp-damar ve kas-iskelet sistemi hastalıklarının artış nedeni olarak karşımıza çıkıyor" dedi.

Sağlığınızı egzersiz ile koruyun
Egzersizin sağlık üzerinde birçok olumlu etkisinin bulunduğunu belirten Mumcu, "Sağlıklı ve dinç bir geleceğe sahip olmak için yapılması gereken en önemli davranış değişikliklerinden biri de düzenli spor yapma alışkanlığını kazanmaktır. Çocukluk çağından itibaren bu alışkanlığı kazanarak egzersizi günlük yaşamın bir vazgeçilmezi haline getirmek, sağlığın korunması ve ileride karşılaşılacak sağlık risklerinin azaltılması noktasında büyük önem taşıyor" dedi.

Stresin de çaresi egzersizde!
Düzenli yapılan egzersizin beden sağlığını olduğu kadar ruh sağlığını da yakından etkilediğini söyleyen Mumcu, "Aktif bir yaşam; kaygı ve stresi kontrol etmeyi sağlarken, zihinsel sağlığın sürdürülmesi, psikolojik zindeliğin sağlanması, iletişim becerilerinin ve sosyal ilişkilerin geliştirilmesi noktasında bireyi destekleyerek kendisini daha iyi ve mutlu hissetmesine yardımcı olur" dedi.

Hayatınızı küçük alışkanlıklarla hareketlendirin
Sağlıklı bir yaşam için her gün 30 dakika egzersiz yapmanın çok önemli olduğunu vurgulayan Mumcu, "Hayatımızda yapacağımız küçük değişikliklerle bile aktivite seviyemizi artırmak ve yaşamımızın bundan olumlu bir şekilde etkilenmesini sağlamak mümkün" dedi. Günlük hayat pratiklerine küçük alışkanlıklar katarak daha hareketli ve sağlıklı bir yaşama sahip olunabileceğini söyleyen Mumcu, önerilerini ise şöyle sıralıyor:

• Sporu zorunluluk olarak değil, sağlığınız için bir fırsat olarak görün.
• Egzersiz için kendinize özel bir program hazırlayın ve mutlaka uygulayın.
• Öğle yemeği aralarında kısa süreli de olsa yürüyüşler yapın.
• Kısa mesafeler için taşıta binmek yerine yürümeyi tercih edin.
• Market alışverişlerinizi internetten ya da telefondan değil, bizzat markete giderek yapın. Ve satın aldıklarınızı siz taşıyın.
• Toplu taşıma aracı kullanıyorsanız birkaç durak önce inerek kendinize yürüyüş fırsatları yaratın.
• Her gün 10 bin adım atmaya özen gösterin.

Daha taze ve genç görünebilirsiniz

Yaz gelmeden önce kendimizi yenilemek, güneşin yaşlandırıcı etkilerinden kurtarmak sanıyoruz ki hepimiz için ayrı önem taşıyor. Hele de bunu daha taze ve genç görünebileceğimiz yöntemler sayesinde yapmak hepimizin tercih edeceği bir çözüm. 

Superplast Estetik Cerrahi Merkezi'nden Op.Dr. Coşkun L.Taşçı, "sizin için neler yapabiliriz?" konusundaki tavsiyelerini sıralarken öncelikle profesyonel yardımı almadan önce kendinizin yapabileceği önlemleri anlattı.

Öncelikle bir profesyonelin yardımı olmadan kendinizin yapabileceğiniz şeyler var. Bunlardan birincisi ve en önemlisi en az 15 SPF ve daha üzeri koruma faktörü içeren kaliteli bir güneş koruyucu krem kullanmak. Bu güneşin cilt üzerinde oluşturacağı yaşlandırıcı etkileri azaltacak ve cilt kanserine neden olan zararlı ultraviyole ışınlarının derinizde oluşturacağı hasarı da önleyecektir. İkinci önemli husus ise iyi bir nemlendirici ve cildi besleyici bir krem kullanmaktır. Bu krem cildinizi nemlendirerek besleyecek, güneşin cildinizde meydana getireceği kuruluğa bağlı yaşlandırıcı hasarları azaltacaktır. Bunun yanı sıra dengeli beslenmek, sağlıklı sıvılar tüketmek, gerekli besin ve vitamin takviyelerini almak, güneşin yakıcı olduğu saatlerde güneşe çıkmamak basit ama etkili koruyucu yöntemlerdir. Ayrıca standart olarak her yaş grubuna yaza giriş öncesi cilt bakımı yaptırmalarını öneriyoruz. .

Peki biz sizin için ne yapabiliriz? Yaz boyunca daha fresh ve genç görünmek için özellikle 40 yaş üzerinde, yüz cildinde incelme, aşırı kuruluk ve kırışıklıklar olan hastalarımızda daha ileri çözümler gerekiyor. Bu tip hastalarımızda yeni geliştirilen Lazer-Biyostimülasyon yöntemini uyguluyoruz. Bu işlemde öncelikle cilt altına vitaminler, hyaluronik asit ve büyüme faktörlerinden oluşan gençlik aşısı yapılıyor sonrasında gelişmiş lazerler uygulanıyor. İşlem yaklaşık 1 saat sürüyor. Ciltteki yaşlanma miktarına göre bu işlem 3 hafta arayla 3-4 seans uygulanıyor. Bu sayede cilt kırışıklıkları açılırken, aynı zamanda cildinizin kalitesi de artıyor. İşlemin etkilerini ilk seansın ardından 2-3 günde görmeye başlıyorsunuz. Tüm seanslar uygulandıktan sonra elde edilen sonuçlar insanları gerçekten mutlu edecek türden. Bazı hastalarımız bu işlemi "sanki ameliyatsız yüz germe oldum" şeklinde nitelendiriyorlar.. Lazer- Biyostimülasyon işlemini yalnızca yüz değil el, boyun ve dekolte bölgesinde de başarıyla kullanmaktayız.

Bir diğer işlem ise 3D radyo frekans uygulaması. Bu yöntemde radyo dalgalarının enerjisinden yararlanarak ciltte germe ve gençleşme sağlanıyor. İşlem yaklaşık 45 dakika sürüyor. Tüm yüz bölgesine uygulandığı gibi, popo kaldırma ve selüliti azaltma amaçlı basen bölgesine, çatlakları azaltmak için karın bölgesine uygulanabiliyor. İşlemin yüz germe ve popo kaldırıcı etkileri tek seansta yaklaşık bir haftada ortaya çıkıyor. Çatlakları ve selüliti azaltıcı etkileri ise birkaç seansta ortaya çıkıyor. Seans araları yaklaşık 3 hafta. Öncesinde ve sonrasında işleme özel dikkat edilmesi gereken bir husus yok. Ancak tabii ki klasik cilt bakımı işlemelerinin yapılması her zaman gereklidir.
Klinik uygulamalarımızda kişinin durumuna göre bu işlemlerin kombine edilerek kullanılmasının sonuçları çok daha başarılı olmasını sağladığını gözlemledik. Hasta memnuniyeti kombine işlemlerin sonunda çok daha yüksek.

Bikini giymek için fazlalıklarımdan nasıl kurtulabilirim?
Öncelikle az miktarda fazlalığı olan hastalarda ultrasonografik olarak yağ hücrelerini kırma yöntemini uygulayabiliriz. Bu yöntem bel, basen ve karın bölgelerine uygulanabilen bir yöntem. İşlem yaklaşık 45 dakikalık seanslar halinde 7-8 seans, gün aşırı olarak uygulanır ve etkileri ikinci seans sonrasında hemen fark ediliyor. Tüm seanslar tamamlandıktan sonra bu uygulama yöntemi bir beden incelme sağlıyor. Ayrıca uygulanan bölgelerdeki selülitlerde de bir miktar düzelme sağlıyor. Çok miktarda fazlalıklardan kurtulmak için daha önceleri klasik lipsuction yöntemlerini kullanıyorduk. Ancak artık FDA onaylı lazer teknolojisinden yararlanıyoruz. Yağı eriten dalga boyunda ışık üreten Lazer lipoliz yöntemi sayesinde genel anestezi almadan bel, basen ve göbek bölgesindeki fazlalıklarından ve gıdınızdan kurtulabilirsiniz. Daha ince ayak bileklerine sahip olabilirsiniz. Ertesi gün günlük hayatınıza dönebilirsiniz Lazer-Lipolizin bir diğer önemli avantajı ciltteki sarkmaları da önlemesidir.

Göğüslerim küçük veya sarkmış olduğu için giydiğim bikini veya mayo güzel durmuyor. Ne yapabilirim?
Öncelikle küçük göğüsleriniz varsa bunun çözümü meme büyütme işlemidir. Bu amaçla meme protezi uygulaması çok miktarda büyütme gerekiyorsa standart bir yöntemdir. Protezle meme büyütme işlemi yaptıran kadınların neredeyse tamamı bu ameliyatı keşke daha önce yaptırsaydım diyecek kadar memnundurlar. Diğer alternatif bir yöntem ise çok miktarda meme büyütmesi gerekmeyen vakalarda kendi vücudunuzdan alınan kök hücrelerden zenginleştirmiş yağ transferi ile büyütme yöntemidir.

Sarkmış göğüsler için ise temel çözüm adı verilen meme toparlama ameliyatı. Son yıllarda geliştirilen yeni cerrahi yöntemlerle artık çok daha küçük izlerle meme dikleştirmek mümkün. Bazı yeni geliştirilen yöntemlerle bu işlem lokal anestezi ve sedasyonla bile gerçekleştirilebilir. İşlem yaklaşık 1-2 saat sürer. Etkileri işlemden hemen sonra görülür. Saydığımız bu işlemlerden ihtiyacınız olanları yaptırmak sizin kendinize olan güveninizi artıracak ve insan ilişkilerinizde kendinize olan güven artışınızla daha başarılı olmanıza yardımcı olacaktır. Ancak en önemlisi aynaya baktığınızda kendinizi daha mutlu hissetmenizi sağlayacaktır.

 
Blogger Templates