Subscribe:

Ads 468x60px

Genlere göre özel DNA diyeti

Her sene yeni bir beslenme akımı ortaya çıkıyor ve birçok mucize olduğu söylenen besin gündeme geliyor. 

Peki bu beslenme akımlarından hangisi size uygun ve bahsi geçen mucize besinler sizin için gerçekten mucize mi? Sağlıklı beslenmenin ana kurallarına genetiğiniz ne diyor? DNA'larınız beslenme tarzınızı seviyor mu? Yoksa aslında sizden istediği farklı bir beslenme tarzı ve farklı besin seçenekleri mi? Uzun ve kaliteli yaşamın sırrı DNA diyetinde ve müjde genleriniz doğumdan ölüme aynı yapıda kaldığından ötürü DNA diyeti aslında ömür boyu kuralları ve gerçekleri değişmeyen bir beslenme tarzı.

Türkiye'de sınırlı sayıda diyetisyenin sahip olduğu Gentest eğitimi ile DNA'ya göre diyet planlaması oluşturabilen, eğitiminin bir bölümünü Oxford Brookes'ta tamamlamış Diyetisyen & Yaşam Koçu Gizem Şeber ''DNA Diyeti'' hangi hastalıklardan korunmaya yardımcı olur, en uygun egzersiz tipini belirler mi, diyeti nasıl yapılır, bu diyetin modası geçer mi ? gibi soruların yanıtlarını veriyor.

Mavi gözlü, esmer veya kıvırcık saçlı olmanızı sağlayan anne ve babanızdan aldığınız genler. Bunlar genlerimizin bizi birbirimizden ne kadar özel ve farklı kıldığının gözle görülen ispatları. Bir de görünmeyen birçok farklılığımız var. Enzimlerimiz, toksinlere karşı vücudumuzun verdiği cevaplar gibi.

Örneğin hepimiz kafeini veya alkolü vücudumuzda aynı şekilde kullanamıyor veya yok edemiyoruz. Yine vücudumuzu yaşlanmaya karşı koruyan enzimlerimiz başkasına göre yavaş veya hızlı çalışıyor olabiliyor. Kimimiz vücudunda yağları daha hızlı bir şekilde metabolize edebiliyor (kullanıyor) kimimize ise fazla yağ tüketimi kalp hastalıkları olarak dönebiliyor. Detokstan sorumlu olan enzimlerin üretim hızı vücudumuzu toksinlerden ne hızda temizleyebildiğimizi belirliyor, inflamasyon (iltihap) oluşumundan sorumlu maddeler ise şeker, yüksek tansiyon gibi kronik hastalıklara yakalanma riskimizi ortaya koyuyor. İşte tüm bunlarda söz sahibi olan ve bu olayların içimizde nasıl gerçekleşeceğine kadar veren şey genlerimiz.

DNA DİYETİ HASTALIK EŞİĞİNİ ATLAMANIZI SAĞLAR!

Günümüzün vebası olarak kabul edilen kompleks kronik hastalıklar olan şeker, yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, kanser gibi hastalıkların oluşmasına genetik ve çevresel faktörler aynı anda söz sahibidir.

Genetik yatkınlıklarınıza göre çevresel faktörleri yönetmeniz bu hastalıklardan korunmak ve kaliteli bir yaşam için en kestirme ve güvenilir yoldur. Çevresel faktörlerin başında da sağlıklı beslenme yer alır.

DNA DİYETİ SİZE EN UYGUN EGZERSİZ TİPİNİ DE BELİRLER!

Sağlıklı yaşamın sağlıklı beslenmeden sonraki en önemli parçası düzenli egzersizdir. Bu konuda birçok öneri yapılıyor olsa da aslında kişiye en uygun egzersizin ne olduğunu belirleyen faktör yine genleridir. Genlerinizin dili sizin için en özel ve yararlı egzersiz sıklığı, yoğunluğu ve süresini söyler.

DNA DİYETİ NASIL YAPILIR?

Yanak içi dokunuzdan alınan epitel hücre örneğinden elde edilecek genlerden DNA örneğiniz elde edilir. Bu DNA örneğinin sonuçlarına göre; genlerinizin ne kadar şekere, yağa, kafeine, alkole, karbonhidrata, glisemik yüke ve egzersize evet dediği ortaya çıkar. Sonuçlara göre gerçekten size özel ve ömür boyu güvenle uygulayacağınız beslenme programı ve sağlıklı yaşam önerileri hazırlanır.

DNA DİYETİNİN MODASI GEÇER Mİ?

Özellikle beslenme ve diyet konusunda bilgi kirliliğinin tepe noktasına ulaştığı şu günlerde ortaya atılan her görüşün modasının bir süre sonra geçeceği düşünülüyor. Aslında bu bir bakıma da doğrudur. Çünkü bilimsel araştırmalar ilerledikçe daha ileri sağlıklı yaşam önerileri elde edilecektir. Ancak DNA diyeti bu bilgilerden daha ayrı bir gruptadır. Çünkü toplumsal araştırmalardan elde edilen bilgilerden öte sizin bedeninizin söyledikleri ile yola çıkılır. DNA yapınız bir ömür boyu aynı kalacağından ötürü de aslında size özel oluşturulan önerilerin temel taşlarının değişmesi mümkün değildir.

HÜCRELERİNİZİ DİNLEYİN!

Sağlıklı bir yaşam için genetik yatkınlıklarınızı bilerek sadece size özel bir yaşam tarzı ve beslenme önerileri için vücudunuzun yapıtaşı olan hücrelerinizden gelen sesi dinleyin.

Kadınların kalpleri neden hasta


Türkiye'de ve dünyada ölüm nedenlerinin üçte birini kalp hastalıkları oluşturuyor. Göğüs ağrısı, eforla gelen tıkanma hissi ve kol uyuşması gibi belirtiler yaşanmasa bile, kalp ve damar hastalıkları riskinin günümüz koşullarında ne kadar yüksek olduğunun akılda tutulması gerekiyor. 

Yapılan araştırmalar; erkeklerde kalp hastalıklarının daha sık görülmesine rağmen, her beş erkekten birinin kalp hastalıkları nedeniyle yaşamını yitirdiğini gösterirken, bu oran kadınlarda neredeyse 2 kat artıyor. Memorial Antalya Hastanesi Kardiyoloji Bölümü'nden Uz. Dr. Nuri Cömert, kalp ve damar sağlığının korunması için dikkat edilmesi gerekenler hakkında bilgi verdi.

Kadınlar menopoz sonrası döneme dikkat etmeli
Ülkemizde yaklaşık 3,5 milyon kalp hastası bulunmaktadır ve her yıl 120 bin yeni kalp hastası bu sayıya eklenmektedir. Avrupa ülkelerinin yaklaşık dört katı fazla olan bu çarpıcı rakamların artmasındaki neden; aşırı stres, hareketsiz yaşam, obezite, kan şekeri, kan basıncı yüksekliği ve yoğun sigara kullanımı olarak gösterilmektedir.

Kalp hastalıkları her yaşta görülebildiği gibi; erkeklerde 45 yaş sonrası ve kadınlarda menopoz döneminin ardından daha sık ortaya çıkmaktadır. 60 yaş üzeri her 100 kişiden 87'si kalp hastalıkları nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Orta yaş erkeklerde kalp damar hastalığı, kadınlara oranla 2- 5 kat daha sık görülmektedir. Menopoz sonrası dönemde bu oranlar, kadın ve erkekte eşitlenir. İleri yaşlarda kalp hastalıkları kadınları daha çok etkiler hale gelmektedir.

Yaşam tarzını değiştirerek kalbinizi koruyun
Düşük ve orta gelirli sosyoekonomik duruma sahip bireylerde kalp hastalıkları daha sık görülmektedir. Kalp hastalığı tanısının geç konması, tedaviye uyumsuzluk ve yoğun sigara kullanımı başlıca nedenler arasında gösterilmektedir. Az gelişmiş ülkelerde kalp hastalıklarından ölüm oranları % 80'lere ulaşmaktadır. Düşük-orta sosyoekonomik düzey artık bir risk faktörü sayılmaya başlanmış ve böylelikle tedavide daha agresif yöntemler izlenilmesi söz konusu olmuştur. Kalp hastalıklarının önemli bir bölümü önlenebilir gruptadır. Bir kişinin beslenme ve yaşam tarzını değiştirmesiyle; stres, hareketsiz yaşam, obezite, kolesterol yüksekliği gibi risk faktörleri ortadan kalkmaktadır.

Çocuklar da risk altında!
Yapılan çalışmalar kalp damar hastalığı yatkınlığının çocukluk çağından itibaren başladığını göstermektedir. Çocukluk çağında daha çok anne karnında kalp ve damarların gelişim bozukluğuna bağlı olarak kalp delikleri, kapak veya damarların uygunsuz yerleşimi gibi hastalıklar daha sık görülmektedir. Hiçbir şikayeti olmayan çocuklar için de risk değerlendirmesi yapılmalıdır. Ailede kalp hastalığı öyküsü varsa, çocuk kilolu ve hareketsiz bir yaşam sürüyorsa kalp kontrolleri okul döneminde başlamalıdır. Erken tanı ve tedaviyle gerekli önlem alındığında, kalp hastalığı olan çocuklar da sağlıklı bir şekilde yaşamlarına devam edebilir.

Kalp hastalığından korunmak için öneriler
Sigarayı bırakın: Sigara kullanıyorsanız kalp krizi geçirme riskiniz 2 kat artmaktadır
Tuz kullanımı azaltın: Tuz kullanımı yüksek kan basıncı ve dolayısıyla kalp hastalığı sebebidir
Sağlıklı beslenin, kilonuzu takip edin: Dengeli ve düzenli beslenmek, yediklerinizin farkında olmak kilo almanızı engelleyecektir
Hareketinizi arttırın: Haftada 5 gün, 30 dakika düzenli yürümek kalp sağlığınızı korumaktadır.
Kan basıncınızı ve kolesterol seviyenizi kontrol altında tutun
Stresten mümkün olduğunca uzak durun
Aile öykünüzü araştırın: Diğer aile bireylerinde olan kalp hastalığı, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, kolesterol yüksekliği riski arttıran faktörler arasındadır
Kalp hastalıklarının hangi belirtilerle ortaya çıktığı hakkında bilgi sahibi olun

Yılda 1 kez kalp kontrollerinizi yaptırın
Kalp damarlarının tıkanıklık seviyesi % 70'in üzerine çıkmadığı zaman belirti vermeyebilir. Hatta %70'in üzerindeki darlıklarda da şikayet hissedilmeyebilir. Kardiyolojik check up programları ile kalp ve damarlarla ilgili şikayete neden olacak durumlar ortaya konmakta ve önlenmesine yönelik tedbirler alınmaktadır. 40 yaş üzeri kadın ve erkekler yılda bir kez kardiyolojik kontrollerden geçmelidir. Kişi; ailesel olarak kalp hastalıkları açısından taşıdığı risk faktörleri, şeker hastalığı, tansiyon ve kolesterol gibi eşlik eden diğer hastalıklara göre check up programlarına alınmalıdır. Kardiyolojik tetkikler, kişiye özel yapılmalıdır. Uzmanlar kardiyolojik check up'da kişisel ayrımları yaptıktan sonra yine kişiye özel egzersiz programları da düzenleyebilir.

Kök hücreyle gelen gençlik

Yağ enjeksiyonu, son yıllarda adını fazlaca duyduğumuz, kişinin kendi vücudundan alınan yağların bazı işlemlerden geçirilerek, sorunlu bölgelerle enjekte edilme yöntemidir. 

Cihantimur Yağ Transfer sistemi ise, klasik yağ enjeksiyonlarından farklı olarak, hücre yenileyici özelliği ile ameliyatsız güzelleşmek isteyenlere daha kalıcı ve canlı bir konfor sağlıyor, kısaca bölgesel yağlanma baş tacı ediliyor.

Yağ enjeksiyonu bugün sadece yerçekimi ve yılların etkisiyle oluşan yüz bölgesi sorunlarında değil, beden üzerinde form kaybı yaşayan, diriliğini ve canlılığını kaybeden her alana uygulanabiliyor. Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Bülent Cihantimur, soyadıyla anılan tekniğin ayrıntılarını anlattı: " Cihantimur Yağ Transfer sistemi, diğer yağ dolgu işlemlerine göre daha kalıcıdır. Kişinin kendi bedeninden, özellikle bölgesel yağlanma alanlarından aldığımız yağ hücrelerini, kapalı lipokid sistemiyle biriktiriyor ve sonrasında uygulama yaptığımız alana enjekte ediyoruz. Kök hücreden zenginleştirilmiş yağ dokusu, bu sistem sayesinde canlı kalarak, transfer edilen alana ve dokulara çok daha iyi uyum sağlıyor.

Dokununca doğal bir his veriyor ve canlılık oranı çok daha fazla olan kök hücreler, uygulanan yerde gelişimini devam ettiriyor. Ayrıca hasta bu sayede bölgesel yağlanmadan da kurtulmuş oluyor" dedi.

Cihantimur Yağ Transfer Sistemi ve Kök Hücre

Ameliyatsız, kesisiz bir uygulama olan Cihantimur Yağ Transfer sisteminin lokal anestezi veya hafif uyku veren sedasyon anestezi altında yapıldığını söyleyen Op. Dr. Bülent Cihantimur, ince uçlu iğneler vasıtasıyla yapılan işlemin, uygulama alanına göre ortalama yarım saat içinde tatbik edildiğini söyledi: " Bazı yağ hücreleri dokuya uyum sağlayamadığı için vücuttan atılır. Dolayısıyla enjekte edilen hücrelerin %20- 30 'u civarında kayıp olur. Cihantimur Yağ Transfer sisteminde kök hücreler canlı kaldığı için bu kayıpları yaşamıyoruz ve çok daha fazla canlı doku toplayabiliyoruz" diyen Op. Dr. Bülent Cihantimur, " Yüze aşırı yağ enjeksiyonu yapılması çirkin, doğal olmayan görüntülere, şişkinliğe sebep oluyor, bu sebeple bunun için deneyimli, ince işçilik yapan doktorları tercih etmeni öneriyorum" ifadesinde bulundu.

Bölgesel yağlanmaya son

Sadece Estetik International kliniklerinde uygulanan Cihantimur yağ transfer sistemi, yüz germe, meme büyütme, çarpık bacak düzeltme, kaza sonrası deformiteleri giderme, kalça kaldırma ve dudak kalınlaştırmada da tercih ediliyor.

Olumsuz duygu ve düşüncelerden kurtulun

Ruhsal detoks sayesinde ruhunuz hafifler, kendinizi daha temiz, hoşnut ve rahat hissedersiniz ve hedeflerinize daha çok odaklanırsınız.

Olumsuz duygu ve düşüncelerden kurtularak zihninizi temizleyebilir ve bu sayede üzerinizde baskı oluşturan manevi yüklerden kurtulabilirsiniz. Bunu yeni bir psikoloji dalı olan pozitif psikoloji ile başarabilirsiniz.

Pozitif psikolojinin üzerinde durduğu tek şey insanlara zihin temizliği konusunda yardımcı olmak. Pozitif psikoloji, insanların hayatlarında meydana gelen olay ve durumlarla ilgili zihinlerinde oluşturdukları bazı yargılardan kurtulmalarına yardım ederek, bu kişilerin olumsuz düşüncelerden uzaklaşmasını sağlıyor.

Mutsuzluğun kökeninde depresif bir ruh halinin bulunduğunu belirten Uzman Klinik Psikolog ve Hipnoz Uzmanı Mehmet Başkak, pozitif psikolojide kullanılan tekniklerle zihinsel detoks yöntemlerini anlattı:

Her güne üç güzel şey: Bir hafta boyunca her gün, hayatınızda iyi giden şeyleri sebepleriyle birlikte bir kağıda yazmaya çalışın.

Güçlü kişilik özelliklerini kullanma: Güçlü olduğunu düşündüğünüz kişilik özelliklerinizi yazın (örneğin yaratıcılık ya da sadakat gibi) ve sonra bu özelliklerinizi her gün farklı bir şekilde kullanmayı deneyin.

Beş dakikalık yok etme seansı: Her hafta beş dakikanızı ayırın ve zihninize gelen bütün olumsuz düşünceleri tek tek bir kağıda yazın. Sonra o kağıdı yırtın ve yok edin.


Sevgiyle ve nazikçe kendinizle konuşun: Kendinizle konuşun ve sizi mutsuz eden şeyi sırtınızdan atın. Üzüntü ya da sıkıntıları taşımaya devam etmek sadece daha fazla strese sebep olur, stres de vücutta daha çok serbest radikallerin ve toksinlerin açığa çıkmasının sebebidir.

Masanızı, gardırobunuzu, arabanızı temizleyin: Nerede çok vakit geçiriyorsanız orayı derleyip toparlayın. Bu temizlikle birlikte gelen enerji ve yenilenme hissi bedeniniz, zihniniz ve ruhunuza çok iyi gelecek. Derli toplu alanlar eşittir derli toplu bir zihin.

Zorla bir şey yapmayın: Bir şeyi yapmaya direniyorsanız, o zaman onu yapmamak için kendinize izin verin. Bir şeyi yapmaya direnç gösteriyorsak bunun mutlaka bir sebebi vardır. İç sesinize kulak verin. Kendinize ne yapmaktan hoşlandığınızı sorun ve yapmaktan hoşlandığınız şeyleri daha çok yapın. Örneğin, yaşadığınız romantik ilişki sizi memnun ediyor mu? Cevap hayırsa, o zaman bırakmak için kendinize müsaade edin. Sonra, yeniden bir siz oluşturmak için harekete geçin.


Başkalarına yardım edin: Başkalarına yardım için bir şeyler yapın, bu haftada birkaç saat ya da yılda bir ayınızı ayırarak olabilir. Çevrenizde size ve ruhunuza hitap eden ve gerçekten güvenebileceğiniz bir yardım derneği ya da hareketi bulun.

Meditasyon yapın: Her gün bir iki dakika da olsa meditasyon yapmaya çalışın. Meditasyon için yapmanız gereken tek şey birkaç dakikalığına bir yere sakince oturmak, zihninize düşüncelerin gelip gitmesine izin vermek ve derin derin nefes almaktır. Bunu yaparken mutlaka cep telefonunuzu, bilgisayarınızı ya da dikkatinizi dağıtan ne varsa kapatmayı ihmal etmeyin. Sadece kendi kendinizle baş başa olun. Meditasyon, vücuda bu faydaları sağlarken diğer taraftan da ruhu temizliyor ve canlandırıyor.

Şükredin: Şükretmek ve minnettarlık insanın ruhunu canlandırır ve ruhun pozitif duygularla dolmasını sağlar. İnsan sağlığına yaptığı ölçülebilen katkılar göz önüne alındığında, araştırmacılar şükür ve minnettarlığın iyimserliği arttırdığı, bunun da kişinin bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etki yaptığı sonucuna varmışlardır.

Kendinize bir şükür ya da minnettarlık güncesi tutmaya çalışın. Her gün şükrettiğiniz 10 şeyi bir kağıda yazın. Haftada bir gün hayatınızdaki bir kişiye ona hayatınıza kattığı güzellikler için minnettarlığınızı ifade ettiğiniz bir not ya da e-posta gönderin.

Süt Gerçekten Zararlı mı? En sağlıklı süt hangisi?


Süt ve süt ürünleri doğduğumuz anda anne sütü ile hayatımıza girerek ömür boyunca temel besin maddelerimizi oluşturmaktadır. 

Protein, karbonhidrat, yağ ve vitamin mineral açısından en zengin doğal kaynaklardandır. Süt ürünleri içerisine peynir, yoğurt, tereyağ, krema, süt tozu, kefir gibi ürünler girmektedir. Belirli kimyasal değişimler geçirdikten sonra formuna kavuşan bu ürünler sütün bazı özelliklerini göstermeye devam edebildikleri gibi bazı özelliklerini kaybedebilirler. Peki süt ve süt ürünleri sağlığımız için sandığımzdan ne kadar yararlı ne kadar zararlı?

Süt ve Süt Ürünleri Hayatımızda Ne Kadar Role Sahip?

Süt ve süt ürünleri doğduğumuz anda anne sütü ile hayatımıza girerek ömür boyunca temel besin maddelerimizi oluşturmaktadır. Protein, karbonhidrat, yağ ve vitamin mineral açısından en zengin doğal kaynaklardandır. Süt ürünleri içerisine peynir, yoğurt, tereyağ, krema, süt tozu, kefir gibi ürünler girmektedir. Belirli kimyasal değişimler geçirdikten sonra formuna kavuşan bu ürünler sütün bazı özelliklerini göstermeye devam edebildikleri gibi bazı özelliklerini kaybedebilirler. Peki süt ve süt ürünleri sağlığımız için sandığımzdan ne kadar yararlı ne kadar zararlı? Diyetisyen Emre Uzun Açıklıyor:

Anne Sütü

Doğumdan sonraki ilk 7 gün anneden salgılanan süte kolostrum denmektedir. Halk arasında ağız sütü olarak da tanımlanan bu süt, az miktarda salgılanan, sarımsı renkte ve koyu kıvamdadır. Özellikle proteinler, vitaminler ve minerallerden zengindir. Kolostrumdaki proteinler, bebeği hastalıklara karşı koruyan antikorlar ve bağırsak direncini artırıcı maddeler içerir. Doğumdan hemen sonra, ilk besin olarak kolostrumun verilmesi, bebekleri dış ortamdaki bakterilere karşı korur.

Anne sütündeki proteinlerin % 60-80'i biyolojik değeri ve kullanımı yüksek olan whey proteinidir. Anne sütü proteinlerinin vücut proteinlerine dönüşüm oranı %100 'dür. Bu özelliğe sahip başka bir besinin olmaması, anne sütünü eşsiz yapmaktadır.
Anne sütündeki elzem yağ asitleri miktarı inek sütündekinden beş kat daha fazladır. EPA ve DHA içerir, n6/n3 oranı dengelidir.
Anne sütünde 20'den fazla enzim bulunmaktadır.
İnek sütündeki demirin % 5-10'u emilirken anne sütünde bu oran % 50-60 olup demirin biyoyararlılığı yüksektir.
Bebeğin henüz tam olarak gelişmemiş sindirim sistemine en uygun hazmı kolay olan bir besindir
İleriki dönemlerde hastalığa karşı korumada etkilidir.
Bebeğin ihtiyaç duyduğu besin ögelerini eksiksiz tamamlayan en iyi besin kaynağıdır.
Kronik hastalıkların oluşum riskini azaltır. (Obezite, tip 2 diyabet gibi.)
Bebekte alerjik özellik göstermez ve alerjilere karşı korur.
Bebeğin ruhsal, bedensel ve zeka gelişimine yardımcı olur.
Bağışıklık sistemini koruyucu etmenleri en yüksek miktarda içerir.
Çene ve diş sağlığı gelişimi için yararlıdır

Süt ve Süt ürünlerinin Hastalıklarla ve Sağlığımızla İlişkisi Nedir?

Süt ve süt ürünleri çocukluk ve yetişkinlik döneminde gelişim için en elzem besinlerdendir. Sağlıklı bireylerin yeterli ve dengeli beslenmesi için tüketilmesi önerilen süt miktarı yaş, cinsiyet ve fizyolojik duruma göre değişiklik göstermektedir. Kalsiyum gibi spesifik besin öğesi desteği almak yerine besin olarak süt tüketmenin hastalık ve sağlık açısından daha etkin olduğu dikkatleri çekmiştir. Özellikle protein için iyi bir kaynak olan süt proteininin biyolojik değeri 10 üzerinden 9 olup oldukça yüksektir. Bir çok kronik hastalıklar ile de olumlu ve olumsuz ilişkileri de bulunmaktadır.

Bunlardan bazıları ;
Hipertansiyon
Kanser
Osteoporoz
Kalp – Damar hastalıkları
Obezite 'dir.
Hipertansiyon ve Süt İlişkisi

Beslenme açısından süt ve süt ürünleri tüketiminin kan basıncı üzerine etkileri oldukça fazladır. Kalsiyum, magnezyum ve fosforun az tüketimi bireysel veya toplumsal olarak arteriyel kan basıncı artışı ve hipertansiyon insidansı ile ilişkili olduğu saptanmıştır. Yapılan çalışmalarda anti hipertansiyon özellikler gözlemlenmiştir. Bu özellikler süt ve süt ürünlerinin içeriğindeki kalsiyum ve potasyum ile sağlanmaktadır. Azalan kalsiyum alımı arteriyel kan basıncını artırmaktadır. Bu minerallerin alımı arttırılarak kan basıcında azalma sağlanabilmektedir.

Hamilelik döneminde yeterli kalsiyum alımının bebeğin kan basıncı üzerine de etkili olabileceği belirtilerek konu ile ilgili geniş çaplı araştırmalara gereksinim vardır.

Kanser ve Süt İlişkisi

Süt ve kanser ilişkisinin tam olarak açıklanabilmesi için yeterli çalışmalar yoktur. Ancak kolon sağlığı ve kolon kanseri açısından koruyucu bir etkisi vardır.

Kalp Damar Hastalıkları ve Süt İlişkisi

Süt ve süt ürünlerinden, özellikle tereyağından çok fazla yağ alımı olmaktadır. Ancak sütten zarar görecek kadar yağ alımı çok yüksek miktarlarda tüketim ile olmaktadır. Bunun yanında bileşimindeki kolinden ötürü kolesterolün damar çeperinde birikimine zıt etkide bulunan lesitin'in de sütte kolesterole oranla çok daha fazla bulunuşu da dikkate alınarak artık süte ve tereyağına kolesterorden ötürü dolaşım sistemi rahatsızlıklarında olumsuz besin ;maddeleri olarak pek bakılmamaktadır. Süt ürünlerini tamamen kesersek et, meyve ve sebzeler vasıtasıyla ne gerekli kalsiyum ne de yeterli riboflavin alınabilir.

Osteoporoz ve Süt İlişkisi

Osteoporoz kemik yoğunluğunun azalması ile ilgili bir kemik hastalığıdır. Kemik yoğunluğu açısından elzem olan temel besin öğeleri kalsiyum, fosfor ve D vitamini olup kaynakları süt ve süt ürünleridir. Kemik sağlığı için kalsiyumun dışında yağ, karbonhidrat ve protein gibi makro besin öğeleri ile fosfor, magnezyum, flor, bakır ve çinko gibi sütün bileşiminde bulunan mikro besin öğeleri de önemlidir. Maksimum kemik yoğunluğu 25-35 yaşları arasında oluşurken, ilerleyen yaşlarda kalsiyum alımı artsa da kemik yoğunluğu artmamaktadır. Premenapozal kadınlarda kalsiyum alımı ile kemik yoğunluğunun incelendiği, bir metaanalizde otuz üç çalışma irdelenmiştir. Çalışma sonunda kadınlarda kalsiyum alımı ile kemik yoğunluğu arasında görünür bir farklılık saptanırken, erkeklerde bu fark önemsiz bulunmuştur.

Fonksiyonel Süt ve Süt Ürünleri Nelerdir?

Fonksiyonel süt ürünleri fonksiyonel bileşiklerle zenginleştirilmiş süt kaynaklı besinlerdir. Fonksiyonel süt ürünleri besleyici etkilerinin yanında sağlık üzerine olumlu etkiler oluşturmayı hedefleyen süt ürünleridir. Sağlığa etkileri açısından fonksiyonel süt ürünlerinin kanser, koroner kalp hastalığı, osteoporoz ve gıda alerjisi olmak üzere birçok rahatsızlık üzerine etkisi bulunmaktadır. Üç gruba ayrılır;

Gastrointestinal bölge üzerine etkisi olan süt ürünleri

Kardiyovasküler sağlığına etkili süt ürünleri
Osteoporoz ve diğer durumlara etkili süt ürünleri
Birinci gruba giren ürünler prebiyotik, probiyotik ürünler ve laktozsuz sütlerdir.Bağırsak sağlığını korumak ve sindirimi kolaylaştırmayı hedefleyen bu ürünlerden prebiyotik ve probiyotikler geliştirilmiş bakteri içeriği ile bağırsak sağlığını korumaktadır. Probiyotikler çok daha geniş bir alana etki ederken prebiyotikler sınırlıdır. Ayrıca kalp sağlığı için de yararlı ürünlerdir. Laktozsuz sütler ise süt ve süt ürünlerine toleransı olmayan bireylerde sindirimi sağlayan ürünlerdir.

İkinci gruba giren ürünler kolesterol ve hipertansiyonu kontrol altına alan ürünler ile omega-3 yağ asitleridir. Lactobacillus helveticus bakterisi ile hipertansiyon üzerinde inhibe edici etkisi bulunan peynir yapımı ve sütün fermantasyonunda kullanılmaktadır.

Osteoporoz ve diğer durumlara etkili süt ürünleri sınıflandırmadaki son gruptur. Bu gruptaki ürünler bir kemik hastalığı olan osteoporozu engellemeye, bağışıklık fonksiyonunu arttırmaya ve uykusuzluğu gidermeye yöneliktir. En zengin kalsiyum kaynağı süt olup kalsiyumla zenginleştirilmiş çeşitli süt ve süt ürünleri osteoporozu önlemede faydalı etkileri bulunmaktadır.

Yoğurt, süt ve peynir iyi bir kalsiyum kaynağı olarak kalsiyumun kanser riskini azalttığı yapılan çalışmalarla ortaya konulmuştur. Yüksek oranda kalsiyum alımının kolon kanserine karşı koruyucu bir etki oluşturduğu saptanmıştır. Ancak az yağlı süt ürünlerinin kalsiyumla zenginleştirilmesi ve tüketilmesi kolon kanserine neden olmasıyla İlişkilendirilmektedir.

En sağlıklı süt hangisi?

Sütler işlenme durumuna göre çiğ süt, pastörize süt ve UHT süt olmak üzere 3'e ayrılır.

Pastörize edilmiş sütlerin en önemli özelliği soğuk ortamlar da muhafaza edilmesi gerektiğidir. Soğuk zincir kaybedildiğinde sağlık açısından zararlı olabilmektedir. Ayrıca bu sütler "günlük süt" olarak kabul edilmekte yani üretimden sonra iki gün içerisinde tüketilmeleri gerekmektedir

UHT süt; çok özel ve oldukça pahalı teknolojik koşullarda sterilize edilerek mikropsuz şartlar altında steril ambalaj malzemesiyle paketlenerek elde edilmiş süt çeşididir.

Sütün bu işlenme yöntemlerini vurguladıktan sonra bilinmesi istenilen, her sütün içme sütü olarak değerIendirilemeyeceğidir. Süt iyi bir besin maddesidir diye hiç bir kuşkuya yer vermeksizin içelim şeklinde bir öneriye asla yer verilemez. Süt, mikroorganizmalar için çok iyi bir gelişme ve çoğalma ortamıdır. Yani bu küçük canlılar süt içerisinde rahatça beslenmek için yeterli ölçüde besin bulabilirler ve hızla çoğalırlar yani çiğ süt içmenin çok tehlikeli olduğunu vurgulamak doğru olur. Eğer süt çiğ ise, bu sütün içerisinde insanlar için tehlikeli olabilecek hastalık yapıcı mikroorganizma varlığını kabullenmek zorundayız. Ancak UHT ve pastörizasyon yöntemleri ile sağlıklı süt tüketmek mümkündür. Yapılan araştırmalarda uzun ömürlü sütlerin doğal olmadığı için sağlıksız olduğu inancının çok yaygın olduğu düşünülmektedir. Oysa uzun ömürlü sütler çiğ sütlere göre daha az risk grubunda olduğu ve koşulları daha iyi olduğu için daha sağlıklı sütlerdir.

Light ürünler mi tam yağlı ürünler mi?

Diyetisyen Emre Uzun'un araştırmalarına göre süt yağı % 5 oranında doymuş yağ içermesine rağmen kronik hastalıklar için olumlu etkinlikleri olan konjuge linoleik asit, sifingomiyelin, bütirik asit, miristik asit gibi özel bileşenler içerdiği için sağlık açısından önemlidir. Süt yağı ayrıca fizyolojik değeri yüksek yağ asitlerinin yanı sıra yağda çözünebilen vitaminleri de içermekte ve sindirim özelliklerinin yüksek olması nedeniyle de beslenmede önemli bir yere sahip olmaktadır. Süt yağlarından biri de Fosfolipidlerdir. Fosfolipidler kolesterolü çözerek damar tıkanıklığı olarak bilinen arterios-kleros oluşumunu engellerler. .Süt ürünlerinde bulunan doğal bir yağ asidi olan konjuge linoleik asit sağlık için bir çok olumlu etkiye sahiptir. Kan damarlarında bulunan kolestrol hücrelerinin birikiminin önlenmesini sağlayarak kalp hastalıklarının önlenmesine yardımcı olur, kanserojenik etkisi de vardır. Aynı şekilde yağ birikimini engellediğinden obezite için de olumlu etkileri vardır. Yağ oranı azaltılmış ürünlerde içerik azaltıldığı için bu yağların yararlı etkileri de azalmaktadır.

Sağlıksız duruş kronikleşmeden önüne geçilmeli

Duruş bozuklukları ve uzun süre sabit pozisyonda hareketsiz kalmak boyun ve bel bölgesinde ağrılara neden oluyor. 

Omurga ve omurga çevresi kaslarında oluşan zorlanmanın dokunun dayanma kapasitesini aşması ile doku hasarına neden olduğunu söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof Dr. Semih Akı; "Uzun süreli sabit ve kötü duruşta çalışmak boyun çevresindeki kasların zorlanmasına, gerilmesine ve kas yorgunluğuna yol açar. Bu sorun ilerleyen dönemde bölgesel kas ağrısı sendromuna neden olabilir" dedi.

Yapılan araştırmalara göre bölgesel kas ve boyun ağrıları en sık görülen ve tedavi edilmediğinde kronikleşip yaşam kalitesini bozan hastalıklar arasında yer alıyor. Bu ağrıların en çok 30-49 yaş arası kadınlarda görüldüğünü söyleyen Anadolu Sağlık Merkezi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Semih Akı; "Birçok kişi çalışırken omuzlar düşük, baş öne uzatılmış ve sırt kamburlaştırılmış pozisyonda bilgisayar kullanıyor. Bu da boyun, omuz arkası ve kürek kemiği çevresindeki kaslarda ağrılı, sert ve hassas noktalar gelişmesine neden oluyor" dedi. Prof. Dr . Semih Akı, boyunda hareket kısıtlılığı ve tutukluk, kollarda güçsüzlük, çabuk yorulma ve baş ağrısına neden olabilen bu durumun miyofasial ağrı sendromu gelişimi için ciddi bir risk faktörü olduğunu söyledi.

Çalışırken dik oturulmalı
Uzun süre sabit pozisyonda, sırtı desteklemeden, gövdeden öne eğilerek ve başı gövdeden öne uzatarak gelişen "Yuvarlak sırt duruşu"na çalışma ortamında çok sık rastlandığını belirten Prof. Dr. Akı, "Bu duruşun neden olduğu kamburluk ancak dik durmaya çalışmakla düzelir. Duruş bozukluğu ve hareketsiz kalmaya bağlı göğüs, boyun ve kürek kemiği kaslarının esneklik kaybı, boyun ve sırt arkası kaslarının zayıflığı bu duruşa yol açar" dedi.

Uzun süreli hareketsiz kalmanın solunum ve dolaşım sistemi yetersizliğine ve fiziksel kondisyon kaybına neden olduğunu belirten Prof. Dr. Akı, "Hareketsiz kalmak bel ağrılarının en sık görülme nedenidir. Aynı zamanda bel ağrısı kişinin günlük aktivitesini bozar ve tedavi edilmediğinde kronikleşebilir" dedi.

Günde 20 dakika egzersiz alışkanlık haline getirilmeli
Oturuş sırasında duruşa dikkat edilmemesi ve yanlış duruşun alışkanlık haline gelmesinin omurgada bozukluklara neden olabileceğini anlatan Prof. Dr. Akı; "Yapısal olmayan bu bozukluklar; duruş egzersizleri, germe ve esneme egzersizleri ile boyun-sırt- bel ve karın kaslarının güçlendirilmesini sağlayan fizik tedavi ile düzelebilir. Ama sonrasında bu egzersizlerin günlük yaşantıda bir alışkanlık haline getirilmesi çok önemlidir" diye konuştu.

Hareketsiz kalmanın yol açabileceği kondisyon kaybını önlemek için yüzme, bisiklete binme, yürüyüş gibi egzersizlerin yapılabileceğini belirten Prof. Dr. Akı "Bu egzersizlere günde 20 dakika ile başlanıp, her hafta bu süreye 5 dakika ekleyerek ideal süre olan haftada 3-5 gün, 30-45 dakikalık egzersiz kapasitesine ulaşılabilir" dedi.

'Temizlemezsem çok kötü şeyler olacak!'

Defalarca el yıkama, evi temizleme, dışarıdan gelen her şeyi dezenfekte etme gibi tekrar tekrar yapılan, hayatı temizlikten ibaret hale getiren temizlik takıntıları kadınlarda daha yaygın görülüyor. 

Tıpta "obsesif kompulsif bozukluk" olarak adlandırılan bu durum, önlem alınmaması halinde cilt hastalıklarından depresyona kadar pek çok hastalığa neden oluyor.

Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Polikliniği Psikiyatri Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, temizlik takıntısı yaşayan kişi ile yakın çevresinin bu durumdan olumsuz etkilendiğini ve hayatlarının kısıtlandığını belirterek şu değerlendirmelerde bulundu:

Temizlik takıntıya dönüştüğünde kısıtlamalar da başlıyor!
"Temizlik takıntıları, obsesif kompulsif bozukluk, başka bir deyişle "takıntı" hastalığından bahsederken halkın aklına en fazla gelenlerdir. Bazı danışanlarımız kendi sıkıntılarını anlatmak için, "Bende titizlik hastalığı var" derler. Hem bireysel hem de içinde yaşadığımız çevrenin temizliğine özen göstermek bir noktaya kadar hastalıkları uzak tutup daha konforlu ve daha sağlıklı bir hayat yaşamamızı sağlarken, temizlik bir takıntıya dönüştüğü aşamada hem bireyin hem de çevresinin hayatı kısıtlanmaya başlar.

"Temizlemezsem çok kötü şeyler olacak!"
Yıkama takıntısı olan kişiler, bulaşma sonrası eğer yıkama yapmazlarsa tehlikeli bir çok olayın gerçekleşebileceğine dair yüksek bir beklenti duyarlar. Böylesine yüksek bir tehlike olasılığını göz önünde bulundurduklarında yıkama eylemini yapmaktan geri duramazlar. Kişi, çevreyi pis olarak algılar ve bu pisliğin kendisine ya da bir başkasına bulaşması sonucu gelişeceğini düşündüğü zararları önleyebilmek adına kendini temizlemeye verir. Eğer belli yerlere dokunduktan sonra ellerini hemen yıkamazsa hastalanacağını düşünüp banyoya koşup elini sudan geçirip rahatlama yaşar. Bazen bu rahatlamayı yaşayabilmek için elini birden fazla sayıda ve belki sadece belli bir sabunla yıkaması gerekebilir. Pislik algısı her zaman mikroplar ve hastalıklarla ilgili olmayabilir. Hatta kimi danışanlar pisliğin ne olduğunu tam tarif edemediklerini ancak hissettiklerini söylerler. Bu pisliği yıkamazsa çocuğunun başına kötü bir şey geleceği düşüncesinde olduğu gibi, yıkama ihtiyacı gelecekteki olumsuz bir olasılıktan koruyucu nitelik taşır.

Asıl temizlenmesi gerekenler ertelenebilir
Temizlik takıntısı denince akla ilk el yıkama gelir ancak bir şeylerin pislikle bulaştığı düşüncesi ve buna eşlik eden yıkama davranışının bulunduğu farklı durumlar da vardır. Mesela dışarıdan gelen bir torba pis olarak düşünülürse değdiği her yeri temizleme ihtiyacı yaşanabilir. Ya da sokakta giyilen kaban dahil tüm kıyafetler pis görülüp eve gelir gelmez hepsini yıkama ihtiyacı duyulabilir.

Temizlik malzemeleri bile yıkanabiliyor
Bazıları evden misafirler gider gitmez koltuk kılıfı ve perde yıkayabilir. Temizlikle ilgili tutarsızlıklar da olabilir. Her tuvalet sonrası tüm kıyafetlerini çamaşır makinesine koyan bir kişi haftalardır vücut banyosu yapmıyor olabilir. Temizleme töreni öylesine çok ayrıntı gerektirebilir ki kişi temizliğiyle başa çıkmakta zorlanacağını düşündüğü bazı yerleri temizlemekten kaçınabilir. Temizlik yapılan malzemeleri de temizleme ihtiyacı duyulabilir. Kalıp sabunları yıkayanlar, temizlik bezlerini defalarca kaynatanlar, her yerin temizliği için ayrı bir temizlik bezi kullanıp bunları da çöpe atanlar olabilir. Bazıları da sadece kendilerini değil, yakınlarını da yıkamak isteyebilir. Özellikle çocuklar evdeki temizlik takıntısı olan ebeveyni örnek alarak ileride temizlik takıntısı geliştirebilir."

Kadınlarda daha yaygın
Temizlik takıntısının kadınlarda daha yaygın olduğunu belirten Ünsalver, bazı kadınların bununla gurur duyduğunu hatta yapılan muayenelerde bundan bir sorun olarak bahsetmediklerini vurguladı.

Hastalıklara yol açabilir
Yrd. Doç. Dr. Barış Önen Ünsalver, temizlik takıntısının cilt hastalıklarından depresyona kadar çeşitli hastalıklara da yol açabileceğini belirterek şunları söyledi:

"Yıkama ve temizlemeyle geçen süre zaman içerisinde artıp bazen günün tamamını kapsayabilir. Yıkamayla geçen sürenin artması suya ya da temizlik maddelerine temas eden cilt ve diğer yüzeylerin aşınmasına neden olabilir. Ciltte kuruluktan kanamaya kadar geniş bir yelpazede etkilenme olabilir. Derimizin yüzeyinde bizi bazı dış etkenlere karşı koruyan yağ ve asitli tabaka sabunların etkisiyle kaybolduğundan deri enfeksiyonlara açık hale gelir. Saçlarda dökülme olabilir. Eğer eşyalar, kıyafetler yıkanıyorsa bunlar kısa sürede yıpranacaktır.

Takıntılar şiddetlenip zaman içerisinde depresyon geliştiğinde depresyona bağlı enerji azalması temizlik yapmayı zorlaştırır. Bu durumda bir çok danışanımız temizlik yapamamak nedeniyle daha da fazla sıkıntı yaşar.

Temizlik takıntısı olan kişiler genellikle şikayetleri şiddetlenip gündelik hayatlarını olumsuz etkilediği dönemde tedaviye başvururlar. Tedavide hem bilişsel-davranışçı psikoterapiler hem de ilaç tedavilerinin yeri vardır. Bazı ileri vakalarda pislik algısı hezeyani bir boyut alabilir. Bu durumda hastanede yatarak tedavi dahi gerekebilir."

Odaklanma Probleminiz Varsa Ceviz ve Fındık Tüketin

Doğru beslenme planı uygulamak; öğrenme zorluğu, odaklanma problemi ve stres yaşayan gençlerin başarısını etkileyecek en önemli faktörlerden biri olarak gösteriliyor. Memorial Ataşehir Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü'nden Dyt. Pınar Yetimoğlu, sınav öncesinde sağlıklı beslenme önerilerinde bulundu.

Odaklanma problemi yaşayanlar için ceviz, fındık veya badem
Odaklanma probleminin engellenmesi sınavda başarı sağlanmasında büyük önem taşır. Sert kabuklu meyveler olarak gruplandırılan ceviz, fındık veya badem sinir sistemini kuvvetlendirerek, odaklanma problemini çözmekte etkili olabilmektedir. Günlük olarak 1 avuçtan fazlası; yani yaklaşık 2 ceviz içi + 10 bademden fazlasının tüketilmesi önerilmemektedir.

Çilek ve yaban mersini öğrenmeyi kolaylaştırır
Sınava hazırlık döneminde özellikle ara öğün olarak 8-10 adet çilek veya 1 yemek kaşığı dolusu yaban mersini tüketmek hafıza güçlendirici etki yapmakta ve öğrenmeyi kolaylaştırmaktadır. Yaban mersini tüketilirken miktar konusunda aşırıya kaçılmamalıdır. Fazla tüketilmesi kabızlık problemi yaşanmasına neden olabilir.

Gençler ara öğünü hayatlarına katmalılar
Sınav döneminde öğrencilerin birincil amacı dikkati hep yüksek tutmaktır. Dikkati yüksek tutmak için en önemli koz ise doğru ve bilinçli beslenmedir. Bunun için de ilk adım olarak "ara öğün" kavramını hayatlarına katmaları gerekir. Sınava hazırlık döneminde günlük beslenme planı, tüm besin ve besin gruplarını mutlaka içermelidir. Dengeli beslenme ile fiziksel ve ruhsal sağlık bütünlüğünü bir araya getirebilmek, başarıyı artırmada önemli bir rol oynayacaktır.

Ispanak yiyerek bir stres savaşçısı olun
Önemli minerallerden biri olan magnezyum, stres kaynaklı yakınmaları azaltır. Magnezyumun en iyi kaynaklarından biri ıspanaktır. Ispanak sevmeyen özellikle sınav dönemi genç grup için ise, magnezyum kaynağı olarak diğer yeşil yapraklı sebzeler kullanılabilir. Akşam yatmadan tüketilen bir avuç içi kadar kabak çekirdeği veya içerisine kakao tozu eklenmiş 1 bardak süt de magnezyum alımını arttırma yolu olarak tercih edilebilir.

Kahvaltıda tam tahıllı karbonhidrat önemli
Kahvaltı, sınav dönemine hazırlanırken kesinlikle her gün düzenli tüketilmesi gereken öğünlerin başında gelir. Kahvaltıda tüketilecek olan karbonhidratın, rafine karbonhidrat olmamasına, şeker içeren reçel ve türevlerinin çok sık tüketilmemesine özellikle dikkat edilmelidir. Fazla tüketilen basit şekerler, kan şekerinde dengesiz dalgalanmalara sebep olup, uyku hali ve dikkat dağınıklığı yaratabilir. Bu sebeple, sınava hazırlık döneminde enerji vermesi amacıyla sık tüketilen çikolata, şekerleme gibi ürünler en yanlış tercihlerdir.

Sıcak havalara eklenen beslenme hataları
Sıcak havalara denk gelen sınav stresine eklenen yanlış beslenme durumları, sınav motivasyonu ve dikkati önemli derecede etkilemektedir. Öğrenciler sınav döneminden önce doğru beslenme alışkanlıklarına teşvik edilmeli ve zamanla doğru beslenme bilinci mutlaka sağlanmalıdır. Sınav dönemi yaklaşırken özellikle korunması gereken en önemli kısımlardan biri de "gastrointestinal sistem"dir. Özellikle öğrencilerin, ders ve dershane çıkışı, dışarıdan aldıkları açıkta satılan ve hijyen kurallarına dikkat edilmeyen ürünler, tam sınav döneminde sindirim rahatsızlıklarına hatta zehirlenmeye sebep olabilir.

Çocuğunuzun Karın Ağrılarını Ciddiye Alın

Çocuklar her yaşta karın ağrısı şikayeti yaşayabiliyor. Karın ağrıları çoğu zaman kolik ya da kabızlık gibi daha rahatsızlardan kaynaklanırken, bazen ciddi sağlık sorunlarını işaret edebiliyor. Bebekler ve küçük çocuklar yaşadıkları ağrıyı ve bölgesini tarif edemedikleri için anne babaların bu konuda dikkatli ve bilinçli olması gerekiyor. 

Memorial Hizmet Hastanesi Çocuk Cerrahisi Bölümü'nden Op. Dr. Mustafa Akman, çocuklarda karın ağrıları hakkında bilinmesi gerekenler ile ilgili bilgi verdi.

Çocuklar büyüdükçe karın ağrısı şikayetleri artıyor
Karın ağrıları çocuklarda sık görülmektedir. Her 4 çocuktan 1'inde ara ara karın ağrısı şikayeti görülürken kız çocuklarında daha fazla yaşanmaktadır. 2 yaş civarındaki çocuklarda %3 oranında görülen karın ağrısı şikayetleri, 5-7 yaş aralığında %5, 8-12 yaş aralığında ise %25'e kadar yükselmektedir. Yaşın ilerlemesiyle birlikte artış gösteren karın ağrısı şikayetlerinin %1 kadarı cerrahi operasyon gerektirmektedir ancak doğru ve zamanında müdahale hayati önem taşımaktadır.

Anne baba iyi gözlem yapmalı
Çocuklarda en sık görülen karın ağrısı sebebi, "gastroenterit" denilen bakteri veya viral enfeksiyona bağlı ortaya çıkan mide ve bağırsak iltihabıdır. En bilinen belirtisi ishal olan gastroenterit, cerrahi müdahale gerektiren hastalıklarla karıştırılabilmektedir. Özellikle ishal başlamadan önce, teşhis ve tedavide zorluklar yaşanabilmektedir. Karın ağrısı olan çocukta, gastroenterit mevcut olup ishal başlamamış ya da gastoenteritin bağırsak hareketlerini durdurucu tipi mevcut ortaya çıkabilmektedir. Bu iki durumu ayırt etmek, ancak bir doktor tarafından sağlanabilmektedir. Anne ve babanın, acil cerrahi gerektiren belirtilere çok benzerlik gösteren bu gibi durumlarda, ishalinin varlığıyla birlikte içeriği, kokusu ve rengini dikkatli takip edip, doktora bildirmesi gerekmektedir.

İshal sonrası kabızlık ciddi hastalık işareti olabilir
İshal devam ederken şikayetin aniden değişmesi, bağırsak düğümlenmesi gibi ciddi hastalıkların belirtisi olabilmektedir. Gaz ve dışkılama yapılamaması, karın şişkinliği, kusma gibi belirtiler bağırsak düğümlenmesinin belirtileri olabilmektedir. Bununla birlikte karın ağrısı ile birlikte kusma ya da makatta görülebilecek kanama olduğunda, acilen bir uzmana başvurulmalıdır. Karın ağrısı sebebiyle doktora giden 3 çocuktan birinin kabızlık yaşadığı unutulmamalıdır. Yaşamın erken döneminde yaşanan kabızlık sorunu, cerrahi sebepleri çağrıştırmaktadır.

Ağrılar ile gelen belirtileri göz ardı etmeyin
Karın ağrısının şekli, tipi, süresi nasıl olursa olsun önemsenmemesi, ağır sonuçlar doğurabilmektedir. Anne ve babaya düşen görev bu konuda iyi gözlem yapmaktır. Aşırı yemek, açlık ve stresten de kaynaklanan karın ağrısının birçok farklı nedeni olabilmektedir.
• Rotavirus: Kış aylarında yayın olan bu virüs, cerrahi müdahale gerektiren rahatsızlıkları taklit edebilir. Doktor desteği gerekir.
• Besin zehirlenmesi: Şiddetli kusmalarla birlikte, aşırı ishal varlığı dramatik olsa da, teşhis ve tedavide pediatri doktoru yer alır.
• Kabızlık: Daha çok sol alt karın bölgesinde ağrı yapar. Ağrının yer değiştirmesi anne baba için uyarıcı belirti olmalıdır.
• İdrar yolu enfeksiyonu: Sünnet olmamış erkeklerin yanısıra kızlarda da idrar yapma ile birlikte şiddetli ağrı olur. Apandisit gibi bazı cerrahi hastalıklarda, hastalığın yeri mesaneye yakın ise, bu acil cerrahi hastalık, basit mesane iltihabını andırabilir.
• Apandisit: Yumurtalıkların karın içinde olması sebebiyle, kızlarda karın ağrılarına daha hızlı müdahale edilmelidir. Patlayan apandisit, ileride bebek sahibi olmaları zorlaştırabilir.
• Bağırsak düğümlenmesi: Şikayetlerin ve hastalığın başlama saati neredeyse kesindir. Keyifli bir şekilde uyuyan bebeğin aniden uyanıp, ağlaması, arada uykuya dalabilmesi, tekrar ağrının başması belirgin özelliklerindendir. Teşhis ve tedavinin gecikmesi, ağır sonuçlar doğurur.
Boğaz ağrısı ile birlikte görülen karın ağrısı, özellikle ateşli dönemlerde can sıkıcı olabilir. Ateşin düşmesi ile birlikte, ağrının da hafiflemesi gerekir. Giderek artmakta ise, sebebi araştırılmalıdır.

Karın ağrısı ve şişliğine dikkat!
Kalınbağırsağın bir kısmının karın zarı üzerinde dönmesi ya da kıvrılmasıyla ortaya çıkan volvulus hastalığı gelip geçici ağrılarla başlayabilir. Genel durum bozukluğu ve karın şişkinliği görülür. Kalın bağırsaklarda hareket bozukluğu nedeniyle ortaya çıkan tıkanıklıklar, boğulmuş fıtık, yumurtalık dönmesi de denilen over torsiyonu ve testis torsiyonu acil cerrahi gerektiren hastalıklar arasındadır.

Koşan birine asla sorulmaması gereken 10 soru

Koşmayı anlamsız bulan kişiler, genelde koşuculara “Neden koşuyorsun?” diye sorar. Peki koşucuların kendilerine sorulmasından en çok rahatsız olduğu sorular neler? Koşuculara asla sorulmaması gereken 10 sorunun cevabını biz veriyoruz.

Koştuğuna göre istediğin her şeyi yiyebiliyor musun?
Egzersiz yapmayanlar, egzersiz yapanların her istediğini yediğini düşünür. İşin doğrusu pasta, kurabiye, çikolata ve patates kızartmasıyla dolu bir mideyle koşamazsınız. Bu nedenle, yemek yedikten sonra koşmaya başlamak için epey beklemek lazım. Koşmaya başladığınızda, yemeklerin vücudunuzu nasıl etkilediğini fark etmeye başlarsınız. Bir gün boyunca yağlı yemekler yerseniz bir sonraki gün koşunuz sıkıcı hale gelir, bırakmak istersiniz. Çok fazla tatlı yerseniz, motive olmanız zorlaşır.

Hızlı mı koşuyorsun yavaş mı?
Her gün aynı tempoda koşmak mümkün değil. Her türlü hava koşulunda koşusunu ihmal etmeyenler bile her gün hızlı koşular yapamaz. Koşmayı özgürlük olarak gören ve dünya dertlerinden uzaklaşarak kendini daha iyi hissetmek isteyen koşucular için hızdan çok her gün çıkıp koşmak önem taşır. Bir önceki gün 90 dakika koşan sporcu bugün daha yavaş koşabilir. Vücudun da arada bir mola vermesi gerekir. Koşmak ne de olsa uzun vadeli bir iş.

Koşmak diz sağlığı için kötü değil mi?
Hiçbir şey yapmadan oturmak kadar kötü değil. Hatta bazı araştırmalar, dizlerin üzerlerine binen yükle mücadele etmek zorunda kaldıklarında daha iyi geliştiklerini söylüyor. Yani koşmak dizleriniz için kötü haber değil.

Koşarken sıkılmıyor musun?
Koşarken sıkılmamak için iki çözüm var. Birincisi güzel manzaralı koşu parkurları belirleyip, etrafı izleyerek koşunuzu tamamlamak. İkincisinde akıllı telefonlar yardıma yetişiyor. Telefonunuza bilmediğiniz şeyleri öğrenmenizi sağlayacak podcast’ler ya da sesli kitaplar yükleyerek bir yandan koşarken bir yandan yeni şeyler öğrenebilirsiniz. Ya da en kısa yoldan müzik dinleyebilir, radyo programlarını takip edebilirsiniz. Müzik, kendini zorlamak isteyen sporcular için en iyi motivasyonu sunar. Bu yüzden spor salonlarında devamlı yüksek tempolu müzikler çalıyor. Arada kulaklarınızı dinlendirmek isterseniz sesi kısıp düşüncelerinize odaklanabilirsiniz. Koşarken hayatınızdaki sorunlara nasıl çözüm bulduğunuza, neleri planlayabildiğinize şaşacaksınız.

Yorgun değil misin? Koşmak yerine evde yatsana?
En son ne zaman açık havada yürüyüş yaptınız? Denizi ya da güneşin batışını seyrettiniz? Hiç orman yolunda ağaçların arasında koşu yaptınız mı? Evde yatmaya devam ederseniz bu güzellikleri hiç görmemeye devam edersiniz. Koşmak şehrin ve doğanın güzelliklerini keşfetmek için de büyük bir fırsat sunar.

Bu havada koşacak mısın?
Yağmurda bile koşmanın ayrı bir keyfi vardır. Yağmur terinizi akıtır, kendinizi iyi bir maceraperest gibi hissetmenizi sağlar. İnsanlar büyük bir hevesle çöllerde ya da kutuplarda yapılan büyük ultramaraton koşularına boşuna gitmiyor. Güneş varsa güneş kreminizi sürün, suyunuzu yanınıza alın. Hava çok rüzgarlıysa sırtınızı ve göğsünüzü koruyun. Hava sıcaklığı sıfırın altına iniyorsa giyiminizi sıkı tutun yeter.

Ayakların acımıyor mu?
İyi bir çift koşu ayakkabısı ayak problemi yaşatmaz. Uzun koşudan sonra ayaklarınız ağrıyacak ama mağaza mağaza dolaştığınız zamankinden daha çok ağrımayacak. Vücudunuz mola vermenizi söyleyene kadar koşmaya gayret edin.

Koşunun bir kısmında yürüsek olmaz mı?
Vücudunuzu harekete geçirin. İster koşu, ister yürüme. Yorulduğunuz anlarda tempoyu düşürebilir, rekabetçi hissettiğiniz anlarda hızınızı artırabilirsiniz. Hatta koşu içinde hız değiştirmek kalbi daha iyi çalıştırır. Dayanıklılığınızı yükseltir ve koşuyu daha keyifli kılar.

Koşmak kadın sağlığına zararlı değil mi?
Hâlâ bu inanışa sahip insanlar var. 70’lere kadar uzun mesafe koşularının kadınlarda rahim yaralanmalarına neden olduğu düşünülüyordu. Bu tamamen hurafe. Koşmak, bir kadının vücut sağlığı için en faydalı egzersizlerden biri.

Soğuk ve Yağışla Zehirlenmeler Niçin Artıyor!

Havaların soğumasıyla birlikte ısınma ihtiyacı arttığı için kurulmaya başlanan sobaların ardından ne yazık ki, sobadan zehirlenme haberleri de gelmeye başladı. 

Soba zehirlenmeleri olarak bilinen karbonmonoksit zehirlenmelerini Hisar Intercontinental Hospital Klinik Laboratuvarlar Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bekir Sami Uyanık ile konuştuk.

Renksiz, kokusuz ama öldürücü bir gaz olan karbonmonoksitin doğalgazda bulunmadığını dile getiren Prof. Dr. Uyanık; 'Karbonmonoksit doğalgazda bulunmaz. Ancak yanlış havalandırma, arızalı kombi ve benzeri gazlı ısıtıcılar karbonmonoksit yayabilirler. Ayrıca, kamyon ve otomobil gibi araçlar başta olmak üzere, soba, ızgara, şömine ya da fırınlarda her türlü yakıtın yanmasıyla ortaya çıkan dumanda da karbonmonoksit bulunur. Özellikle beyin ve kalp gibi oksijen ihtiyacı çok yüksek olan hayati organları ağır derecede etkiler.

Beyin dokusunda inflamatuvar değişiklikler, ödem ve nekroz alanlarına neden olur. CO kalp kası hücrelerine çok sıkı bağlanarak, hipoksi dediğimiz oksijen yetersizliği, sonuçta kalp-solunum yetersizliği ve kalp krizine yol açar. Herkes karbonmonoksit zehirlenmesi riski altındadır. Bebekler, yaşlılar, kronik kalp hastalığı, kansızlık, solunum problemleri olan insanlar karbonmonoksitten daha çok etkilenir' diye konuştu.

Karbonmonoksit zehirlenmesinin belirtileri…
Karbonmonoksit zehirlenmesinin en yaygın belirtileri baş ağrısı, baş dönmesi, halsizlik, bulantı, kusma, göğüs ağrısıdır. Zehirlenme belirtileri grip benzeri hastalıklarla karıştırılabileceği gibi; aşırı alkol alımı sonrası ve uyku sırasında gelişen karbonmonoksit zehirlenmeleri de ölüme yol açabilir. Bu nedenle bu belirtilerden herhangi biri görüldüğünde;
• Zehirlenen kişiye yardım ederseniz, kendinizi de koruyun.
• Camları açın.
• Zehirlenen kişiyi en kısa sürede açık havaya çıkarın.
• Ambulans çağırın.
• Açık havaya çıkardığınızda, zehirlenen kişinin ağzını ve burnunu temizleyin; nefes alıp vermesi durduysa suni solunuma başlayın.

Hastanın durumunda herhangi bir düzelme söz konusu değilse ve ağır bir zehirlenme söz konusuysa, kalp-dolaşım sistemi ve nörolojik bozuklukları fazla olduğundan, yaklaşık 4 saatlik %100 oksijen tedavisine rağmen düzelmezse, hiperbarik oksijen tedavisi yapılır. Hiperbarik Oksijen Tedavisi (HBOT), tümüyle basınç odasına giren hastaya, yüksek basınçlarda (genellikle 2-3 atmosfer), maske, endotrakeal tüp veya özel başlıklarla aralıklı olarak %100 oksijen solutularak uygulanan bir tedavidir.

Zehirlenme riskine karşı önleminizi alın!
• Ev ve işyerinizde doğalgaz ile çalışan cihazların her yıl bakımlarını yaptırın.
• Doğalgaz cihazlarına yeterli oksijen sağlanması için hava girişini kapatmayın.
• Baca bağlantısının uygun olduğundan emin olun.
• Bacaların temiz olduğundan emin olun.
• Şofben ve kombi ile ilgili problemlerin giderilmesi konusunda mutlaka yetkili servislere başvurun.
• Kapalı garajda araçlarınızı uzun süre çalışır durumda bırakmayın.
• Lodoslu havalarda, bacanız standartlara uygun değilse soba yakmayın.
• Karbon içeren yakıtların kullanıldığı yerlerde karbonmonoksit sensörleri kullanın.
• İş sağlığı, güvenliği kurallarına ve standartlarına uyun; bu konuda gereken özen ve duyarlılığı gösterin.

Popüler Diyetlerle İlgili Doğru Bilinen 6 Yanlış!

Sosyal medya kanalları artmaya başladıkça diyetler de çeşitlenmeye, kişiye özel diyetler yerini ‘arkadaşım yapmış, inanılmaz kilo vermiş’ diye kulaktan dolma bilgilerle yapılan ve yanlışlar içeren diyetlere bırakmış durumda…

Hisar Intercontinental Hospital Beslenme ve Diyet Uzmanı Elif Karacanoğlu’ndan popüler diyet mitlerini öğrendik…

Sakın atıştırma! İştahın bozulacak.
Aslında ara atıştırmalar sağlıklı tercihler yapıldığı sürece çok doğru bir hareket olacaktır. Kan şekerinizi düşürmeden ceviz, badem, fındık, meyve gibi sağlıklı atıştırmalıklarla diyetinizi daha doğru yürütebilirsiniz.

Tabağınızdaki tüm yemeği bitirin!
Yediğiniz yemek kadar bu yemeğin porsiyonu da önemlidir. Özellikle dışarıda yemek yiyorsanız küçük porsiyonları içeren tabakları tercih edin.

Egzersiz öncesi yemek yersen, kramp yaşayabilirsin!
Aç karnına yapılan egzersiz vücudu ciddi anlamda yorar. Bu nedenle egzersiz yapmayı planlıyorsanız, egzersizin yoğunluğu ve cinsine göre, en az yarım saat ya da 1 saat önce yemeğinizi yemiş olun.

Sebze ağırlıklı beslenin.
Diyet sadece sebze yemek değildir. Sadece sebze ağırlıklı beslenmek vücudunuzun ihtiyaçlarını da göz ardı etmek anlamına gelir. Bu nedenle düşük yağlı, protein ağırlıklı beslenmeyi tercih edin.

Hızlı yemek yiyin.
Yemek yerken acele ederseniz vücudunuz doyma sinyalini alana kadar planladığınızdan ve ihtiyacınız olandan daha fazla yemek yemiş olursunuz. Bu nedenle en az yarım saat süren bir yemek saatiniz olsun.

Bugün tatlıyı hak ettim!
Ödül olarak yiyecek kullanmak istiyorsanız en son seçeneğiniz tatlı olmalı. Onun yerine arkadaşlarınızla bir kahve içme ya da sinemaya gitme gibi bir aktiviteyi tercih edebilirsiniz.

Evli kadınlardan eşlerine sürpriz

Kızlık zarı diktirme, son yıllarda evli kadınların eşlerine yaptığı en ilginç sürprizlerden birisi...

Türkiye ve diğer Orta Doğu ülkelerinde önemli bir tabu sayılan kızlık zarı için binlerce kadın jinekologların kapısını çalıyor. Toplum baskısının yanı sıra, bazı evil çiftler ilk gece heyecanını yeniden yaşayabilmek adına da kızlık zarı dikimi için jinekologlara başvuruyor. Bütün toplumlarda değişik derecelerde sosyolojik öneme sahip olan kızlık zarı tıbbi literatürde Hymen (himen) olarak adlandırılıyor. ‘’Hymen’’ Yunan mitolojisinde Evlilik Tanrısının ismidir. Kızlık zarının anatomik ve fizyolojik açıdan bilinen bir görevi olmamakla beraber genital enfeksiyonlara karşı koruyucu bir işlevi olduğu düşünülüyor.

İnsanoğlunun tarihsel gelişimi süresince pek çok toplum hymeni saflığın ve el değmemişliğin yani bekaretin sembolü olarak görmüştür. Hymen ilişki, muayene, bisiklete binme, bacakları çok açmayı gerektiren bale gibi aktiviteler, kaza ve travma sonrasında yırtılabilir ya da zedelenebiliyor. Yırtılma esnasında bir miktar kanama gelmesi beklenir ancak her zaman kanama olmaz bu da bizim gibi toplumlarda önemli sorunlara yol açıyor. Töre cinayetleri, bakire olmadığı anlaşılan kadınlara uygulanan şiddet bunların başta gelen örneklerini oluşturuyor. Gelişen teknoloji ile bu durumun önüne geçmek artık mümkün kılınıyor.

Mesleğinde 30 yılı geride bırakan kadın hastalıkları ve kadın doğum uzmanı Jinekolog Op. Dr. Faruk Demir konuyla ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Op. Dr. Faruk Demir : ‘’Kızlık zarı tamir edilebilir ve bu işleme himenoplasti (hymenoplasty) ya da hymenorraphy adı verilir. Bunun için ne zaman ya da kaç defa ilişki olduğu önemli değildir. Doğum yapmış kadınlarda bile kızlık zarı tamir edilebilir. Ancak kızlık zarı tamirinde kanama olması %100 garanti edilemez. Vajina duvarından alınan parçalar ile yeni bir hymen yapılabilir. Bu durum bizim toplumumuz gibi bekaret nedeni ile cinayetlerin yaygın olarak görüldüğü toplumlarda zaman zaman hayat kurtarıcı olabilmektedir. Açıkçası hymen onarımı talep eden kadınlar buna yaşadıkları toplumsal çevreye bağlı olarak sosyal statülerini, mutluluklarını hatta yaşamlarını devam ettirebilmek için gerek duyduklarını belirtmektedirler. 1996 yılında Lancet dergisinde yayınlanan bir makalede himenoplastinin Mısır'da ilk gece cinayetlerini %80 oranında azalttığı ileri sürülmektedir.’’ dedi.

Geçici ve kalıcı (flep) olmak üzere iki şekilde himenoplasti yöntemi bulunuyor. Geçici yöntem ilişkiden 2-3 gün önce yapılıp ortalama 10-15 dakika sürüyor. Kalıcı yöntem olan flep yöntemi daha uzun bir ameliyat ve ortalama 30 ila 40 dakika arası sürüyor.

Kızlık zarı onarımı kadın doğum uzmanları veya plastik cerrahlar tarafından yapılabiliyor. Bu işlem sterilize muayenehane şartlarında veya hastanede uygulanabiliyor. Operasyon sonrası ilk bir hafta önemli sayılıyor. Bu dönemde hasta normal yaşantısına dönebilir, çalışabilir ancak denize, havuza girmemeli spor yapmamalı veya bacağını aşırı açmasını gerektirecek hareketlerden uzak durmalıdır. Bir hafta sonra hasta kontrole çağırılıp herhangi bir problem olup olmadığı tespit ediliyor. Sorun olmadığı anlaşıldığında hasta normal hayatına geri dönüyor.

Hızlı yağ yaktıran detoks diyeti

Yanlış yapılan detoks diyetleri vücutta kalıcı hasarlara sebep olabiliyor

Günümüzün popüler beslenme trendlerinden detoks diyetleri çoğunlukla amacının dışında uygulanmaya başlandı.

"Detoksifikasyonu" yani vücutta arınma sağlamak için ortaya çıkan bu diyetler kilo vermek için kullanılıyor.Ancak detoks diyetleri yanlış uygulandığında vücutta kalıcı hasarlara sebep olabiliyor.

Uzmanlar detoks diyet uygulamak isteyenlerin doktorlarına danışmalarını; diyetisyen kontrolünde bu diyetlere başlamalarını ve kesinlikle egzersiz veya spor yapmamalarını öneriyor.

Bayındır Söğütözü Hastanesi Beslenme ve Diyet Bölümü Diyetisyeni Gökçen Ural, detoks diyetlerle ilgili şu bilgileri veriyor;

Detoks diyetler neden uygulanır?
Detoks diyetlerinin amacı; vücudumuzda üretilen kimyasal ve toksik bileşiklerin atımını ya da uzaklaştırılmasını sağlamak. Bunu yaparken de vücudumuz havayı, yiyecekleri ve suyu kullanıyor. Detoks diyetlerinin birçok çeşidi bulunuyor ve besin kaynağı olarak genellikle meyveler, sebzeler, kuruyemişler ve tohumlar kullanılıyor. Hayvansal kaynaklı ürünler, şeker, kafein ve alkol gibi besinsel içerikleri olan yiyecekler de tercih edilmeyen besinler arasında yer alıyor. Detoks diyetlerinde içerik olarak en çok meyve/sebze suları, bitkisel çaylar ve su kullanılıyor. Detoks bilimselliği kanıtlanamamış popüler diyetler arasında yer alıyor.

Detoks diyetler kilo verme amaçlı kullanıldığında nasıl sonuç veriyor?
Detoks diyetler sebze ve meyve tüketimini artırarak posa ve antioksidan alımını yükseltiyor. Vücut ihtiyacı olan vitaminleri, lifleri ve antioksidanları alıyor. Düşük kaloriye sahip bu diyetler kilo verilmesini de sağlıyor. Detoks diyetinde kilo verilmesinin tek nedeni kalori kısıtlamasının yapılması. Bu diyetler zayıflama için kullanılmaması gereken, insan sağlığını riske atan diyetler. Bu tür diyetlerden özellikle hamilelerin, tansiyon, diyabet ve böbrek hastalığı olan kişilerin kaçınması gerekiyor.

Detoks diyetlerin yanlış uygulanmasının zararları nelerdir?
Bu tür diyetlerde özellikle et ve süt ürünleri tüketilmiyor. Bu yüzden vücut açlığa girerek kas kayıplarının olmasına neden oluyor ve ileriki yaşlarda hem kemik kırılmaları ve erimelerine hem de sarkopeni denilen ciddi kas kayıplarına neden olarak; ellerde titreme ve kavrama gücünde zayıflık, yutma güçlüğü ve demans (bunama) gibi hastalıkların ortaya çıkmasına da neden olabiliyor. Detoks diyetlerini zayıflama amaçlı yanlış uygulayan kişilerde kısa vadede baş ağrısı, anksiyete, kas ve sıvı kaybı ve kan şekerinde ciddi düşmeler gibi durumlar ortaya çıkıyor.

Detoks diyetlerine vücudumuzun ihtiyacı var mı?
Vücudumuzda detoksifikasyon işlemini yapan organlarımız var. Detoks diyetleri popüler olmadan önce de karaciğer, akciğer, böbrek ve deri detoksifikasyonu sağlayarak toksinlerin atılmasını düzenli ve olması gerektiği gibi yerine getiriyorlardı.

Detoks diyetlerini uygulamak daha fazla vücudun arınmasına yardımcı olur mu?
Detoks diyetler vücudun arınmasına yardım oluyor tabii ancak fazla dozlarda ve miktarlarda alınan vitamin, mineral ve posa yine bazı hastalıkların oluşmasına neden oluyor. Mesela fazla alınan lif; demir mineralinin emilimini azaltarak anemiye neden olabiliyor.

Halsizliğe doğal çare: Siyah sarımsak

Mısırlıların piramitleri inşa ederken enerjilerini yükseltmek ve hastalıklardan korunmak için sarımsak kullandığını biliyor muydunuz? 

Eczacı Mehmet Müderrisoğlu, Ramazan'ı daha enerjik ve zinde geçirmek isteyenlerin normal sarımsağa göre daha faydalı ve kokusuz olan siyah sarımsağı kullanabileceğini belirtti.

Türkiye'nin tanınmış eczacılarından Mehmet Müderrisoğlu, Ramazan'ı sağlıklı ve daha zinde geçirmeyi sağlayacak önerilerde bulundu. Ramazan'da oruçlu geçirilecek sürenin 17 saati aşacağını söyleyen Ecz. Müderrisoğlu, "Ramazan'ın manevi ikliminde huzur bulacak olan müslümanlar oruç tutarken sağlıklarını da koruyabilir" dedi. Ecz. Müderrisoğlu, Ramazan ayının sigara ve alkol gibi zararlı alışkanlıkları bırakmak için de bir fırsat olduğunun altını çizerek, "İftar saatlerinde sigara içmek enerjinizin düşmesine, daha çok susamanıza ve ağız kuruluğunu daha fazla hissetmenize neden olur. O yüzden sağlıklı bir Ramazan geçirmek için iftar saatlerinde sigara içilmemesini öneriyoruz" diye konuştu.

Sıvı alımına dikkat

Ecz. Müderrisoğlu, akşamları 2.5 litre ve sahurda da yarım litre su tüketilmesini önererek, şöyle devam etti: "Tuzlu peynir, sucuk, salam, sosis, tuzlu zeytin, turşu gibi gün içinde susamanıza neden olacak yiyeceklerden uzak durun. Daha fazla susamamak için sıcak saatlerde güneşte çok fazla zaman geçirmeyin. Aşırı terleme ile su kaybederseniz hemen bir doktora danışın."

Mide rahatsızlıkları

Mideyi yoracak yağlı ve ağır yemekler, pirinç pilavı gibi kan şekerini ani artıran gıdalar, şerbetli tatlılar ile şekerli-gazlı içeceklerden iftarda ve sahurda uzak durulmasını isteyen Ecz. Müderrisoğlu, "Ramazan'da yaşanan en önemli sorun mide rahatsızlıklarıdır. 17 saat aç kaldıktan sonra mideye ani ve fazla yüklenmek acil servisi ziyaret etmenize neden olabilir" uyarısında bulundu.

Enerji kaybı ve halsizlik

Ecz. Müderrisoğlu, açlık ve sıcak havanın etkisiyle akşam saatlerine doğru bitkinlik ve halsizlik görülebileceğini kaydederek, şunları söyledi: "Her akşam mutlaka sahura kalkılmalı ve uygun besinler tüketilmelidir. Tam buğday ekmeği, yumurta, süt ürünleri, ceviz ve badem daha geç acıkmanızı sağlar ve tokluk hissi verir. Daha enerjik ve dinç olmak istiyorsanız size siyah sarımsağı tavsiye edebilirim. Siyah sarımsak enerjinizi artıracak ve doğal moral kaynağınız olacaktır."

Enerjiyi yükseltiyor

Ecz. Müderrisoğlu, sarımsağın Mısır'da piramitlerin yapımında çalışan işçilere enerjilerini yükseltmek için düzenli olarak verildiğini hatırlatarak, "Mısır'ın sıcak ikliminde son derece ağır şartlarda çalışan piramit işçileri sarımsak sayesinde hem enerji kazanmış hem de sarımsağın antibiyotik etkisi ile hastalıklardan korunmuş ve yaralarını iyileştirmişlerdir" dedi.

Normal sarımsaktan daha etkili

Günümüzde yeni keşfedilen siyah sarımsağın bildiğimiz sarımsaktan daha etkili olduğunu ifade eden Ecz. Müderrisoğlu, şöyle devam etti: "Siyah sarımsak, aslında bildiğimiz sarımsağın fermente edilmiş halidir. Fermantasyon sırasında kokusu ve acı tadı kaybolurken besin değeri artar. Vitamin ve mineraller dahil yararlı 200'ü aşkın bileşik içerir. Yüksek enerji verir. Tansiyonu ve şekeri düzenler. Aynı zamanda antioksidan özelliktedir."

Mide dostu

Ecz. Mehmet Müderrisoğlu, siyah sarımsağın Ramazan ayında görülebilecek mide yanması şikayetlerinde yardımcı olabileceğini ve doğal mide koruyucu olduğunu kaydetti. Sindirim sistemi hastalığı olanların çiğ sarımsak yememesi gerektiği uyarısında bulunan Ecz. Müderrisoğlu, yenilecek çiğ sarımsağın mide rahatsızlığı, gaz ve alerji gibi sorunlara neden olabileceğine dikkat çekti.

Siyah sarımsağın faydaları

Kansere karşı koruyucudur
Kalp sağlığını korur
Beyin hücrelerini serbest radikal hasarına karşı korur
Hafıza bozuklukları semptomlarını azaltır
Bağışıklık sistemini destekler
Karaciğeri korur
Diyabet semptomlarını iyileştirir
Kronik böbrek rahatsızlıklarında, tedavinin toksik etkisini azaltır
Sindirim ve dolaşımı arttırır
Tansiyonu düzenlemeye yardım eder
Doğal mide koruyucudur
Hiperlipidemi ve hiperglisemi durumlarını önlemeye yardımcıdır
Yaşlanmayı geciktirir
Antialerjiktir
Saç ve cilt sağlığını korur
Yorgunluğu önler

Eczanelere başvurun

Ecz. Müderrisoğlu, her ilaç ve sağlık ürününde olduğu gibi siyah sarımsak tabletlerinin mutlaka hekim ve eczacılara danışıldıktan sonra kullanılması gerektiğini söyledi. Ecz. Müderrisoğlu, son olarak şu uyarıda bulundu: "İnternetten ve güven vermeyen noktalardan sağlık ürünlerini kesinlikle satın almayın. Her sağlık ürünü için mutlaka eczanelere başvurun."

Güneşlenirken Cildinizi Lekelere Karşı Koruyun

Güneş ışınlarının zararlı etkilerine maruz kalan cildimiz için aradığımız mucize, yine doğanın bize sunduğu bitkilerde bulunuyor. Evde rahatlıkla uygulanabilecek pratik bitkisel çözümler hem problemli ciltlerin hem de cildini güneşten korumak isteyenlerin imdadına yetişiyor.

Yaz aylarının gelmesiyle birlikte havalar ısındı. Güneş, iyiden iyiye kendini gösterir oldu. Sıcak havalarla birlikte cilt problemlerinde artış yaşanıyor. Yoğun güneşin neden olduğu cilt problemlerini yenmek için bitkilerden yararlanmak, hem doğal hem de pratik çözümler üretiyor.

Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi'nde görevli Uzman Biyolog Tuğçe Ağba, Güneş'ten gelen zararlı ışınlara karşı cildini lekelerden korumak isteyen kadınlar için çeşitli bitkisel yağlardan elde edilen, her cilde uygun doğal cilt maskesinin tarifini verdi.

Zeytinburnu Tıbbi Bitkiler Bahçesi'ndeki atölyede aloe vera, adaçayı, papatya, kalendula, susam yağından elde ettiği özel karışımla hazırladığı doğal cilt maskesinin tarifini veren Tuğçe Ağba, maskenin basit, doğal ve masrafsız yöntemle evde nasıl hazırlanacağını açıkladı.

Evde kolaylıkla hazırlanabilen bitkisel karışımlarla cilt problemlerini yenmenin mümkün olduğunu söyleyen Ağba, sadece buzdolabında soğutulmuş gül suyunun bile cildi sakinleştirmek için yeterli olacağını ifade etti.

ADAÇAYINI SODA İLE KARIŞTIRIN
Birçok bitkinin demlenerek cilde uygulanabileceğini söyleyen Ağba, "Örneğin adaçayı özellikle cilt problemlerinde kullanılır. Adaçayını demleyerek soda veya maden suyu ile karıştırdıktan sonra buzdolabında soğutup cildimize sprey halinde ya da pamuk yardımıyla sürebiliriz." dedi.
Papatyanın da cildi yaza hazırlamak için evde kullanılacak önemli bitkilerden biri olduğunu söyleyen Ağba, "Papatyanın rahatlatıcı ve yenileyici etkisi bulunmaktadır. Üstelik hazırlaması da çok kolay. Papatyayı 10 dakika boyunca sıcak suda demledikten sonra buzdolabında bekletip cildimize uygulayabiliriz. Saydığım bu bitkilerin hepsi cildin ihtiyacı olan rahatlatıcı ve yenileyici etkiyi gösteriyor." dedi.

PROBLEMLİ CİLTLER İÇİN KALENDULA
Problemli ciltler için uygulanabilecek çözümler arasında kalendula (aynısefa) bitkisinin yarar sağladığını söyleyen Ağba, "Bu bitkinin yağını da kullanabiliriz. Ama dileyen sıcak suda demleyip soğumasını bekleyerek pamuk veya sprey halinde cildine sürebilir. Aynısefa bitkisinin büzüştürücü bir etkisi vardır. Yağı da çok basit hazırlanır. Turuncu renkteki çiçeklerini koparıp bir kavanoz içerisine koyarak üzerine zeytinyağı doldurup 2 ay kadar güneşte beklettiğinmiz takdirde cilt yağı elde etmiş oluyoruz." dedi.

ALOE VERA İLE DOĞAL ÇÖZÜM
Aloe vera bitkisinin cildi doğal yoldan nemlendirmek için bire bir kesin çözüm olduğunu belirten Ağba, "Aleo vera için herhangi bir işlem yapmanız gerek yok. İçi jel dolu bir bitkidir. Bitkiyi kırdığınızda içinden dökülen jeli doğrudan vücudunuza sürebilirsiniz. Cildinizin kısa sürede yumuşadığını hissedeceksinizdir. Jeli, kremlerimizle de karıştırıp kullanabiliriz. Aloe vera, aynı zamanda yara ve yanık tedavilerinde çok kullanılan bir bitkidir." dedi.

Kavurucu yaz aylarında cilt lekelerine karşı korunmak için susam yağını mutlaka kullanılması gerektiğini söyleyen Ağba, "Susam yağının içerisine havuç rendeleyerek güneşte 2 ay kadar bekletip uygulayabilirsiniz. Susam yağı 50 faktör koruyucu kremler kadar cildinizi koruyacaktır." ifadesinde bulundu.

TIBBİ BİTKİLER BAHÇESİ'NDE ÜCRETSİZ KURS
Zeytinburnu'nda 700 çeşit organik bitki türünün koruma altına alındığı Türkiye'nin ilk ve tek Tıbbi Bitkiler Bahçesi'nde doğal cilt maskesi atölyesinde katılımcılara pazardan kolaylıkla temin edebilecekleri doğal ürünlerle cildi zinde ve sağlıklı tutmanın yolları öğretiliyor.

Hamilelikte yenmemesi gereken 15 besin

Gebelik süresince kaçınılması gereken gıdalar konusu hep kafa karıştırıcı bir konudur. Genellikle farklı öneriler ve yorumlar yapılır hatta çevrenizdeki her kafadan bir ses çıkar.

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, sizin için karmaşık olmayan, çantanızda taşıyabileceğiniz bir liste hazırladı. Bu listeyi yanınızdan ayırmayın, neleri yemeniz gerektiği konusuna yoğunlaşın;

BÜYÜK BALIKLAR: Özellikle doğmamış bebeğinizin sinir sistemine zarar verebilecek yüksek miktarda civa içeren, uzun ömürlü büyük balıklardan uzak durun. (Kılıç balığı, köpek balığı, uskumru)

KOLYOS: Bu balık sağlıklı bir omega 3 kaynağıdır ama yüksek miktarda civa içerir. Bunun yerine daha güvenilir olan somon ve karides tercih edilmelidir.

SUŞİ VE DİĞER ÇİĞ BALIKLAR: Yediğiniz balık pişmiş olmalı. Çiğ balık çok miktarda bakteri ve parazit içerebilir. Bu da mide bağırsak sistemini altüst eder.

SOĞUK ETLER VE SOSİS: Bilimsel verilere göre gebe kadınların gıda yoluyla bulaşan bazı paraziter hastalıklara yakalanma riski 20 kat fazladır. Bu bakteriler, plasenta yoluyla fetüse ulaşırlar ve ölü doğum, düşük, erken doğum gibi sonuçlar doğurabilirler.

YUMUŞAK PEYNİRLER: Bu peynirler aslında ülkemizde çok tüketilmemektedir ama yine de örnek vermek gerekirse; feta, brie, rokfor peyniri de bakteri içerebilir.

Özellikle Feta peyniri, dünyanın her yerinde salata ve makarnalarda sıkça kullanılır. Eğer hamileyseniz ve bu peynirden vazgeçemiyorsanız, güvenilir olduğundan emin olmadan tüketmeyin.

En çok bilinen besin kaynaklı hastalık bu peynir türüyle bağlantılı olan Listeriosistir. Eğer gebelik yoksa ve besinlerle bu bakteriyi aldıysanız, sağlığınız için ciddi bir tehlike oluşturmaz, hafif grip benzeri belirtiler olur ve geçer. Fakat gebelik esnasında bu bakterinin gıdalarla alınması durumunda erken düşük ve erken doğum tehlikesi gelişebilir.

PASTÖRİZE EDİLMEMİŞ SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ: Pastörize edilmemiş süt ve süt ürünlerinden uzak durulmalı.

SALAM, SOSİS, TÜTSÜLENMİŞ ET, BEYİN VE DENİZ ÜRÜNLERİ: Bu ürünler tütsülenip dondurularak saklanırlar. Çeşitli bakteriler içerme olasılığı vardır.

ALKOL VE İLAÇLAR: Alkol ve beyin üzerine etkili diğer ilaçlar, erken doğum olasılığını artırmanın yanı sıra çeşitli doğum defektlerine de sebep olabilir. Gebelikte aşırı alkol tüketimi, fetal alkol sendromuna ve ölü doğum riskinde önemli artışa neden olur. Yeni araştırmalar aşırı olmayan alkol kullanımının bile çocuğun ileriki yaşantısında önemli yan etkilere yol açabileceğini göstermiştir.

KAFEİN: Genel olarak, gebelikte kafein tüketimi konusunda kabul edilen sınır değer 200-300 mg/gün'dür. 2008 yılında yapılan bir çalışmada 200 mg üzerinde günlük kafein tüketiminin düşük olasılığını artırabileceğini belirtilmiştir.

3 fincan çayda 47 mg, 3 fincan kahvede 95 mg kafein vardır. Pek çok çalışmada gebelerin günlük kafein alımında 200-300 mg'ı geçmemesi önerilmektedir.

PASTÖRİZE EDİLMEMİŞ MEYVASULARI VE ÇİĞ SEBZE FİLİZLERİ: Turp, yonca, maş fasulyesi gibi gıdalar bakteri taşıyarak gıda zehirlenmesine neden olabilirler.

AZ PİŞMİŞ ET VE YUMURTA: Gıdalardan kaynaklanan hastalıklar hem sizin hem de doğmamış bebeğinizin sağlığını etkileyebilir. Özellikle et çeşitleri uygun sıcaklıkta pişirilmelidir. Kuzu ve dana eti için fırın ısısı 160 C, tavuk göğsü için 170 C, bütün haldeki kümes hayvanları için 180 C kabul edilen uygun pişirme ısısıdır. Yumurtanınsa hem sarısı hem de beyazı pişmiş olmalıdır.

BİTKİSEL DESTEKLER: Gebelik boyunca, güvenilirliğinden emin olunamayan bu tarz bitkisel ilaçlardan kaçınmak gerekir.

KARACİĞER: Karaciğer yüksek miktarda A vitamini içermekte olup kesinlikle tüketilmemesi gereken grupta yer almaz. Yine de tüketmemek iyi olur çünkü A vitamini gebeliğin erken döneminde fazla miktarda alınırsa, doğumsal defektlere yol açmaktadır. Özellikle gebeliğin ilk aylarında, aşırı miktarda A vitamini içerdiği için, karaciğer tüketiminden kaçınmak gerekir.

SALATA BARLARI VE HAZIR SALATALAR: Salata taze sebze ve meyvelerden hazırlanan, mükemmel bir sağlıklı öğün alternatifidir. Ancak kafe ve restoranlardaki bazı koşullar nedeniyle sağlığınızı bozan bir seçenek haline dönüşebilir. Salataların hazırlandıktan sonra 2 saat içinde tüketilmesi gerekir. Ayrıca içine katılan peynir cinsi önemli bir ayrıntıdır. Sağlıklı beslenmeye çalışırken ,pek çok bakteriyi de salatanın yanında alabilirsiniz. En iyisi salatanızı evde kendiniz hazırlayın.

PİŞMEMİŞ YUMURTA: Hamilelikte pişmemiş yumurta yenmemeli.

En kötü günlerde muhteşem görünmenin ipuçları

Herkesin dönem dönem enejisini kaybettiği ve aynada kendini istediği şekilde göremediği günler olmuştur. Hiçbir değişiklik olmadığı halde o anki ruh haliyle kendimizi güzel hissetmez ve görmeyiz. Böyle günlerde aynaya bakmak bile moralimizi bozarken kalabalıklar arasına karışmak istemeyiz. 

İşte böyle dönemlerde bile muhteşem görünebileceğimizi vurgulayan Herbalife Global Dış Beslenme Ürün Eğitmeni Jacquie Carter, "kendine güvenmek, gülümsemek, kendini başkaları ile kıyaslamamak, yeni bir görünüm denemek, dik durmak ve kendine iyi davranmak bize kendimizi güzel hissettirir" dedi.

Herbalife Global Dış Beslenme Ürün Eğitmeni ve Dış Beslenme Ürün Pazarlama Direktörü Jacquie Carter en kötü günlerde bile muhteşem görünmek için doğru bakış açısına sahip olmanızı sağlayacak bazı ipuçlarını anlattı.

Güven Olmazsa Olmaz

Klişe olduğunu düşünebilirsiniz fakat her gün mükemmel hissetmenin yolu güvenden geçer. Nasıl görünürlerse görünsünler, bazı insanların ilgi odağı olmayı başarmalarının nedeni kendilerine duydukları güvendir ve bu güven lehinize kullanabileceğiniz bir özelliktir! Güzel görünmek istiyorsanız, olumsuz düşünceleri kafanızdan atın ve kendinizi olumlu yönde güdülemeye başlayın. Kendinizde beğendiğiniz yönlere odaklanın ve aklınızdan geçebilecek olumsuz düşüncelere geçit vermeyin. Saçınızı mı beğeniyorsunuz? O zaman sırtınızı şöyle bir sıvazlatın ve şöyle deyin: Muhteşemim!

Gülümseyin

Anında ruh halinizi değiştirmenin (ve güzel görünmenin!) yolu gülümsemektir. Bana inanmıyor musunuz? Canınız istemiyorsa bile gülümsemeyi deneyin ve bana nasıl hissettiğinizi söyleyin. Ruh halini olumlu etkilemesinin yanı sıra, gülümsemenin güzel görünmeyi ve hissetmeyi sağladığı söylenir. İnsanlar gülümseyen bir kişiyi daha çekici bulurlar ve gülümsemek daha genç görünmenizi sağlar.

Kıyaslamaktan Vazgeçin

Kendimizi başkalarıyla kıyaslamak ve nasıl göründüğümüze başkalarına göre karar verme tuzağına düşmek gerçekten çok kolaydır. Her insan eşsizdir ve başkalarında olmayan olumlu özelliklere sahiptir. Güzel hissetmenin en iyi yolu, kendinizi başkalarıyla kıyaslamak yerine birey olduğunuzu kabul etmektir.

Yeni Bir Görünüm Deneyin

Bazen bir güzellik rutinine takılıp kalırız ve bu kendimizi güzel hissetmememize katkıda bulunabilir. Eğlenceli bir makyajla bir şeyleri değiştirmeye ne dersiniz? Görünümünüzü yeniden keşfetmek, heyecan verici bir deneyim sunmasının yanı sıra, rutinden çıkıp tekrar muhteşem hissetmeniz için ihtiyaç duyduğunuz şey olabilir. Yeni bir saç kesimi, kıyafetler veya ruj rengi denemek ihtiyaç duyduğunuz değişikliği sağlayabilir. Kendinizi rahat hissettiğiniz yepyeni bir stil deneyin. Mükemmel göründüğünüzü bildiğiniz için kendinize olan güveniniz artacak ve dünyaya yepyeni bir enerjiyle bakacaksınız.

Duruşunuza Dikkat Edin

Oturup kalkma biçiminiz, kendinizle ilgili ne düşündüğünüzü ele veren ipuçları içerir. İyi bir duruşu olanlar, dünyaya kendilerine güvendiklerini sözcüklere ihtiyaç duymadan haykırırlar. Kendinizi güzel hissetmeseniz bile, omuzlarınızı geriye doğru atarak dik oturmak veya durmak, özgüveninizi dış dünyaya yansıtır. Kambur durduğunuzu her fark ettiğinizde, birkaç saniyenizi ayırıp duruşunuzu düzeltin. Özgüveninizin arttığını hissedeceksiniz!

Kendinize İyi Davranın

Bazen güzel hissetmek için kendinizi şımartabileceğiniz bir bakıma ihtiyaç duyarsınız. Yorgun, stresli veya endişeli hissettiğinizde, muhtemelen kendinizi muhteşem bulmayacaksınız. Bir saat veya eğer mümkünse tüm gün mola verip kendinizle baş başa kalmayı deneyin. Kafanızı dinleyecek zaman bulduğunuzda, kendinize karşı olumlu hisleriniz artacaktır. Parkta yürüyüş (elbette güneşli bir günde), güzellik salonunu ziyaret etmek veya yeni bir kıyafet satın almak gibi rahatlatıcı bir faaliyette bulunabilirsiniz. Benim favorim mumlardan, yüz maskesinden ve arındırıcı peeling'ten oluşan bir köpük banyosu.

Hepimiz zaman zaman kendimizi pek de çekici hissetmediğimiz günler yaşarız. Kendinizi kötü hissettiğiniz günlerin sayısı iyi hissettiğiniz günlerden fazlaysa, neden böyle hissettiğinizi sorgulamanın vakti gelmiş olabilir. Kendinizi muhteşem hissederek uyandığınız bir gün, durup neyin farklı olduğunu düşünün. Yakın zamanda iyi bir egzersiz yapmış, giyinmek için ekstra zaman harcamış veya iyi hissetmenizi sağlayan bir faaliyete katılmış olabilirsiniz. Nelerin iyi hissetmenizi sağladığını bilirseniz, bu davranışları tekrarlayarak muhteşem hissettiğiniz günlerin sayısını arttırabilirsiniz.

Vücudumuzda ki Mikropların Ölmesi Hastalıkları Arttırıyor

Vücudumuzda ki sağlıklı floradaki mikropların ölmesi, hastalıklara neden oluyor, bağırsak florasını değiştiriyor, bu değişiklikler astımdan, kansere, şişmanlıktan, diyabete, depresyondan, enfeksiyon hastalıklarına kadar bir çok soruna neden oluyor.

Helsinki Üniversitesinde Ocak ayında yapılan bir araştırmada, iki yaşından önce tekrar eden antibiyotik kullanımının, bağırsak florasında değişiklikler yaptığını, çocuklarda hem astım hem de obezite riskini arttırdığını gösteriyor.

Çocuk Sağlığı Hastalıkları, Çocuk Alerji ve İmmunoloji Uzmanı Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony konu ile ilgili şöyle konuştu: 'Son dönemlerde yapılan araştırmalar, vücudumuzda milyonlarca mikrop olduğunu gösteriyor. Mikrobiyomu oluşturan bu mikroplar, vücudumuzun her yerinde; içinde ve dışında bulunuyor. Bu mikroplar bakteri, virüs ya da mantar türlerinde olabiliyor. Her bir organın taşıdığı mikrop sayısı ve kombinasyonu birbirinden farklı olduğu gibi, sağlıklı insanda bir denge içerisinde bulunuyor. Mikrobiyomdaki mikroplar arasında ki bu dengenin bozulması hastalıklara neden oluyor ve hastalıklarda, mikrobiyomun dengesini değiştirebiliyor. Antibiyotik kullanımının ise mikropları öldürdüğü için bağırsak florasını bozduğu ve birçok hastalığa neden olduğu görülüyor. '

Çocuklarda İki Yaş Öncesi Çok Önemli!
Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony; yapılan araştırmalarla desteklenen ve iki yaşından önce tekrar eden antibiyotik kullanımının, bağırsak florasında bir yılı aşkın süren değişiklikler yaptığına dikkat çekerek, çocuklarda hem astım hem de obezite riskini arttırdığını söyledi. Çocuklarda antibiyotik kullanımında çok dikkatli olmak, antibiyotik ihtiyacını belirlemek için hem klinik, hem de laboratuvar testleri kullanmak gerektiğini belirtti. Test sonuçlarından emin olduktan sonra antibiyotik tedavisinin başlamasını, aksi takdirde faydadan çok zarar verebileceğini sözlerine ekledi.

Doç. Dr. Antony; son dönemlerde özellikle Amerika ve Avrupa'da bu konuda birçok çalışmanın yapıldığını, insan vücudu ile ilgili birçok şaşırtıcı ve heyecan verici bilgi elde edildiğini söyledi. Astımdan, kansere, şişmanlıktan diyabete, depresyondan enfeksiyon hastalıklarına kadar birçok hastalıkta bu mikropların rolünün büyük olduğunu, bu hastalıkların tedavisinde de mikrobiyomun yarınlar için umut verici olduğunu vurguladı.

 
Blogger Templates