Subscribe:

Ads 468x60px

Her iki dakikada bir kadın rahim ağzı kanserinden ölüyor!

Rahim ağzı kanseri, kanserden ölümler arasında ikinci sırada yer almaktadır. 

Her yıl dünyada 500.000 kadın rahim ağzı kanserine yakalanıyor ve bu sayının yarısı hayatını kaybediyor. Ülkemizde de rahim ağzı kanseri nedeniyle yılda 556 ölüm olmaktadır. 

KadıköyŞifa Ataşehir Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı Op. Dr. Yasemin Yakut rahim ağzı kanseri hakkında bilgi veriyor ve HPV aşısının yararlarını anlatıyor!

Rahim ağzı kanseri 45 yaş altı kadınlarda en sık görülen kanserdir. Yine kanserden ölümlerin ikinci nedenidir. Dünya genelinde her yıl yaklaşık 500.000 yeni rahim ağzı kanseri vakası yakalanmakta ve bunların yarısı da bu nedenler kaybedilmektedir.

Her iki dakikada bir kadın rahim ağzı kanserinden ölüyor!

Başka bir nedenle her yıl dünyada iki dakikada bir, bir kadın rahim ağzı kanserinden ölmektedir. Globacan 2008 verilerine göre, ülkemizde serviks kanserinden yılda 556 ölüm olmakta ve 1434 yeni vaka görülmektedir. Rahim ağzı kanserinin %99.7’si HPV (Human Papiloma Virus) enfeksiyonu sonucu gelişmektedir. HPV deri ve mukozayı tutan bir ağacın dalları kadar çok tipe sahip geniş bir virüs ailesidir. Bu ailenin en az 40 tipi genital sistemi etkilemekte, bunların da en az 15’i rahim ağzı kanserine neden olmaktadır.
HPV erkekte de anagenital sistem kanserinde etkendir. 1976 yılında Alman Kanser Araştırma merkezinde Prof.Dr. Hausen, HPV ile rahim ağzı kanseri arasındaki ilişkiyi göstermiştir. Bu bilgi 2008 yılında Nobel Tıp ödülüne layık bulunmuştur.

Dünya Sağlık Örgütü HPV aşısının yapılmasını öneriyor!

1980’li yılların başından bu yana teknolojik gelişmeler sonucunda HPV enfeksiyonunu ve neden olduğu sonuçları önlemeye yönelik aşılar üretmeye, kullanılmaya başlanmıştır. 2 farklı HPV aşısı geliştirilmiştir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) HPV aşısının rutin olarak yapılmasını ve aşının ulusal immünizasyon programlarına dahil edilmesini önermiştir.

HPV erkeklerde de penis ve anal kansere neden olduğu için erkeklerde aşılanmaktadır. Avusturalya, Fransa, Meksika, İngiltere ve ABD’de gibi 75 ülkede erkeklerde aşı uygulanması onaylanmış ve ulusal aşı programına alınmıştır.

İmmün cevabın belirgin olması ve cevabın kalıcılığı açısından erken yaşta aşılama başlatılmalı ve mümkünse ilk seksüel ilişkiden önce ya da en kısa sürede aşılanmalıdır.

Kimlere HPV aşısı yapılabilir?

HPV aşısı için bir risk grubu söz konusu değildir. HPV her kadında enfeksiyon ve buna sekonder kansere neden olabileceğinden 9 - 45 yaş arası her kadın aşılanmalıdır.

Aşılı kadının yaşamı boyunca pap-smear gibi kanser tarama programları devam etmelidir.

HPV aşısı canlı bir aşı olmadığından immün yetmezliği olanlarda da yapılabilir ancak beklenen immün yanıt düşük olacağı unutulmamalıdır.

Gebelikte aşı yapılmaz, kadının aşı yapıldıktan sonra gebe olduğu anlaşılırsa aşının teratojenik etkisi olmadığından gebeliğin sonlandırılması gerekmez. Emziren kadına aşı yapılabilir. Aşı koldan 6 ay içinde 3 doz olacak şekilde yapılır. Aşının istenmeyen yan etkisi %0,1’in altında gözlenir. Bunlarda ağrı, şişlik, alerjik reaksiyonlar ve senkoptur.

Nasıl Kilo Vereceksiniz?

Kısa sürede verilen fazla kilolar vücut dengesini altüst ederek, özellikle sindirim ve sinir sisteminde bozukluğa neden olur. 

Ani ve dengesiz zayıflamanın bir başka sonucu da vücudumuzun günlük gereksinimi olan protein, vitamin ve minerallerden mahrum kalmasıdır. Bu eksiklik ise bir çok hastalığa zemin hazırlar.

İdeal zayıflık için

Diyete başlamanın ilk adımı diyet yapmaya kendinizi hazırlamaktır. Diyete başlamak için ay başını veya Pazartesi gününü beklemeyin. Zayıflama diyetlerinden en iyi sonucu almak, beslenme uzmanları tarafından kişiye özel hazırlanmaları ile mümkündür. Unutmamak gerekir ki herkesin yaşı, boyu, kilosu, kan bulguları, metabolizması ve beslenme alışkanlıkları farklıdır.

Diyette dikkat etmeniz gerekenler

* Baş dönmesi, sinir bozukluğu, ciltte kuruma gibi şikayetler doğurmayan ve hiçbir yiyecekten mahrum kalmayacak şekilde hazırlanan bir beslenme programınız olmalı.

* Azar azar ve sık sık beslenin. Bir günde almanız gereken kaloriyi 6 öğüne paylaştırın.

* Günlük beslenme programınızı yaparken en hafif öğünün akşam yemeği olmasına özen gösterin. Akşam yemeğinizi en geç yatma saatinden dört saat önce yiyin, çünkü ilerleyen saatlerde daha az hareket ettiğimiz için vücut daha az kalori yakar.

* Yemeklerle beraber bol bol su için. Bilinenin aksine yemeklerle beraber su içmek şişmanlamanıza sebep olmaz, tam tersine erken doymanızı sağlayarak kilo vermenizi kolaylaştırır. Özellikle lif yönünden zengin yiyeceklerle beraber bol su içtiğinizde daha uzun süre tok kalırsınız.

* Yiyecek seçiminizi yaparken kalorisi düşük ve sizi tok tutabilecek lifli gıdaları tercih edin. Örneğin pirinç pilavı yerine bulgur pilavını, beyaz ekmek yerine kepek ekmeğini kullanabilirsiniz.

* İdeal zayıflama diyetlerinin içeriği günlük almanız gereken karbonhidrat, yağ, protein, vitamin ve mineral ihtiyacımızı karşılamalıdır. Günlük beslenme programınızı yaparken her öğün protein, karbonhidrat, yağ ve vitamin alıp almadığınızı kontrol edin. Örneğin öğle yemeğinizin oluştururken miktarları az olmak şartıyla protein kaynağı olarak bilinen et ürünlerinden birisini, karbonhidrat kaynağı olarak pilav veya makarna, kalsiyum kaynağı olarak süt veya yoğurt, vitamin kaynağı olarak meyve yemeyi ihmal etmeyin. Unutmamak gerekir ki dengeli beslenerek verilen kilolar asla size geri dönmez.

* Diyetinize ek olarak evde yapacağınız basit egzersizler hem kilo vermenizi sağlar hem de başlıca problemimiz olan kalça ve göbek yağlarının erimesinde etkili olur. İşte size basit bir hareket; sırt üstü yatın, ayaklarınızı yere paralel uzatın ve yere hiç değdirmeden 25 kez kaldırın ve indirin.

Gözleriniz Genel Sağlığınızın Aynası

Şeker hastalığı, yüksek tansiyon görme kaybına neden olabiliyor. Göz sağlığınızdaki değişiklikler pek çok ciddi hastalığa işaret edebiliyor. Bu nedenle gözlerde herhangi bir sorun olmasa bile yılda bir kez kontrol yaptırılması, hastalıkların teşhisi açısından büyük önem taşıyor. 

Memorial Ankara Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümü’nden Op. Dr. Neslihan Astam, göz sağlığı ve sistemik hastalıklar arasındaki ilişki hakkında bilgi verdi.

Önemli hastalıklar gözleri vurabilir
Basit bir retina muayenesi sayesinde; diyabet, hipertansiyon, her türlü damar, kan ve beyin hastalıkları tespit edilebilmektedir. Herhangi bir boya maddesi ya da röntgen ışını kullanmadan, göz siniri ve retina damar yapısından kişinin kalp damar sistemi ve beyin içi hakkında bilgi almak mümkündür.

Şeker hastalığı ani görme kayıplarına yol açabiliyor
Şeker hastasının ilk bulguları sırasında gözde gelip geçici görme değişiklikleri yaşanabilmektedir. İlerleyen dönemde damar değişiklikleri ve göz dibinde ufak kanamalar görülmektedir. Tedavinin yeterliliği hakkında göz muayenesi belirleyici bir takip kriteridir. Diyabet, gözün arka bölümünde bulunan ve görme işleminde çok önemli bir yeri olan retina tabakasındaki damarlara hasar vermektedir. Retina tabakasının tutulmasına ‘diyabetik retinopati’ adı verilir. Retina damarlarında oluşan hasar, görme merkezinde su toplanmasına yani ödeme yol açarak yavaş ve ilerleyici bir şekilde görmeyi azaltmaktadır. Bunun dışında, göz içersine kanama yaparak ani görme kayıplarına yol açabilmekte ve erken yaşlarda katarakt oluşmasına neden olmaktadır. Diyabetli kişiler genellikle görmeleri azaldığında göz doktoruna muayeneye gitmektedirler. Ancak, unutulmamalıdır ki gözdeki hasar başladığında hastaların hiçbir şikayeti olmayabilir. Bu da, diyabetli kişilerin göz şikayetleri başlamadan göz doktoruna gitmelerinin ve doktorun tavsiye ettiği sıklıkta düzenli takip edilmelerinin önemini göstermektedir. Diyabetik retinopatiye ait erken bulgular, görme azalması olmadan aylar öncesinde ortaya çıktığından dolayı, modern cihazlarla desteklenmiş erken retina muayenesi tedavide ilk adımdır.

Hipertansiyon göz içindeki damarlara zarar veriyor
Göz muayenesi sırasında, retina incelemesinde göz dibi damarlarına da bakılmaktadır. Göz içindeki damarların basınçtan dolayı uğradığı şekil değişiklikleri, rahatlıkla bir göz doktoru tarafından belirlenebilmektedir. Yüksek tansiyonu olan kişilerde retina damarlarında tıkanıklık saptanabilir. Kalp damarlarının tıkanması gibi gözün retina tabakasındaki damarlar da tıkanabilmekte ve damar tıkanıklıkları ciddi görme sorunlarına yol açabilmektedir. Retina damarlarında oluşan tıkanıklıkta en büyük etken hipertansiyondur. Yüksek tansiyonlu kişilerde, retinadaki atardamarlarda kalınlaşma ve sertleşme olduğu için belirli bir süre sonra atardamarlar yakındaki toplardamarlara baskı uygular ve tıkanıklık gelişebilir.

Kan sulandırıcı ilaçlar aşırı kullanımı gözlerde kanamalara sebep oluyor
Retina damar tıkanıklığını oluşumunda yaşlanma, sigara içme, yüksek kan basıncı, şeker hastalığı, glokom yani göz içi basınç artışı ve çeşitli kan hastalıkları rol oynamaktadır. Bununla birlikte kalp krizi geçirmiş ya da damar sertliği olan hastalarda, kan sulandırıcılar kullanılmaktadır. Bu ilaçlar kanın akışını hızlandırmakla birlikte, fazla verildiği takdirde kanamalara neden olabilmektedir. Cilt altı kanamalarından önce göz dibindeki retina etkilenmekte ve kanamaları görülmektedir.
*Op. Dr. Neslihan Astam

Glokom riskini artıran hastalıklara dikkat!
Glokom gelişme riski diyabetik olan hastalarda %35; yalnızca yüksek tansiyon hastalarında %17, hem diyabetik hem de hipertansiyonu olan hastalarda %48 daha fazla görülmektedir. Glokom, dünyada tedavi edilemeyen körlüğün başlıca nedeni olup, ilerleyene kadar belirti vermemektedir. Bu nedenle, diyabetik ve hipertansif hastalar dahil, glokom riski yüksek hastalara düzenli göz muayenesi yapılmalıdır. Böylelikle, düzenli olarak taramadan geçirilip takip edilen hastaların glokom riski öngörülebilir.

MS hastalığı ve kan kanseri göz muayenesiyle ortaya çıkabilir
Bir merkezi sinir sistemi hastalığı olan Multipl Skleroz (MS) aslında teşhisi bir oldukça zor olan hastalıklardandır. Ancak ilk belirtisini gözde verebilmektedir. Gelip geçici çift görmeler ve görme bozuklukları, bu hastalığın ilk belirtileridir.

Lösemi yani kan kanseri hastalarında kan hücrelerinde hasar ve kanamaya yatkınlık ortaya çıktığında göz dibinde retina tabakasında kanamalar oluşabilmektedir. Bazen bu kanamalar merkezi görme bölgesinde geliştiğinde hastanın ilk şikayeti görme bozukluğu olabilmektedir. Görme sinirini ve beyin içinde görme yolları ve görme merkezini etkileyen tümörler görme alanı ve göz muayenesiyle tespit edilebilmektedir.

Ağrı kesiciler fıtık ediyor!

Yapılan araştırmalara göre; bel ve boyun ağrılarında sıkça başvurulan ağrı kesicilerin doku iyileşmesini yavaşlattığı ve fıtık oluşumunu hızlandırdığı açıklandı.

Günümüzde her üç kişiden biri kronik olarak boyun ve bel ağrısı şikâyeti yaşıyor. Özellikle uzun saatler boyunca masa başında hareket kısıtlılığı içinde çalışan, egzersiz ve spor yapmaya vakti olmayan ve fastfood tarzı beslenmeye ağırlık verenler bu şikayetleri yaşayanlar arasında ilk sırayı alıyor. Yapılan yeni araştırmalara göre bel ve boyun ağrılarını geçici olarak dindirmek için alınan ağrı kesicilerin dokuların iyileşmesini yavaşlatarak uzun vadede bel ve boyun fıtığı oluşumunu tetiklediği açıklandı.

‘Sık ve Yüksek Dozda Kullanılan Ağrı Kesiciler, Fıtık Oluşumunu Tetikliyor’
Bel ve boyun ağrıları fıtık oluşumunun sinyallerinin verildiği ilk evreyi oluşturuyor. Bu dönemde sık ve yüksek dozda kullanılan ağrı kesicilerin, omurgayı saran bağların zayıflamasına neden olarak fıtık oluşumunu hızlandırdığını belirten Türkiye Proloterapi ve Ağrı Kliniği Direktörü Uzm. Dr. İlker Solmaz, “ Boyun ve bel bölgesini saran bağların zayıflaması sonucu omurgalar üzerindeki baskı artar ve omurgalar arasında bulunan disk dokusu dışarı kayarak fıtık oluşumu gerçekleşir” dedi.

Bel ve boyunda ağrı şikayetlerinde yaşanmaya başladığı ağrı şiddetinin düşük olduğu dönemde ağrı kesiciler ile çözüm aramak yerine ağrının kaynağının tespit edilerek sebeplere yönelik tedavinin uygulanması gerektiğine dikkat çeken Dr. Solmaz, ağrıya neden olan hasarlı bölgenin vücut tarafından iyileştirilmesini sağlayan ve bugün dünyadaki en etkili doku onarıcı tedavi olan enjeksiyon uygulaması Proloterapi ile kalıcı iyileşme sağlandığı bilgisini verdi.

Ağrı Kesiciler Geçici Çözümler Vererek, Kalıcı Hasarlar Meydana Getirebilir!
Dr. Solmaz, “Ağrılar, vücudumuzun bizimle konuşma şeklidir ve bize hastalığın gelişine dair sinyaller verir. Bilinçsizce kullanılan ağrı kesiciler birçok hastalığın bulgularını geçici olarak yok edip, uzun vadede geri dönüşü olmayan rahatsızlıklara zemin hazırlayabilir. Özellikle bel ve boyun ağrılarında çok sık başvurulan ağrı kesiciler fıtık oluşumuna zemin hazırlamakla birlikte birçok organa da zarar vererek, mide, böbrek ve karaciğerde geri dönüşü olmayan tahribatlar yaratmaktadır“ dedi.

Ağrı Kesiciler Bağların İyileşmesini Engelliyor
Uzm. Dr. İlker Solmaz, bilimsel araştırmalar ve hasta istatistiklerinde sık ve yüksek dozda ağrı kesici kullanan hastalarda fıtık oluşumunun daha yüksek olduğunun gözlendiği bilgisini verdi.

Dr. Solmaz, yapılan araştırmalara göre; bağların iyileşmesinde çok önemli role sahip olan enzimlerin hasarlı bölgelere iletilmesini engelleyerek, bağlara daha fazla zarar verip, tam iyileşmeyi imkânsız kıldığı ve ağrıyı dindirme etkisiyle hastaların rahatsızlıklarını erken dönemde fark etmelerini önlediği bilgisini verdi.
Uzm. Dr. İlker Solmaz

Proloterapi Yöntemi İle Fıtığa Neden Olan Hasarlı Bölgeler Vücut Tarafından İyileştiriliyor
Bel ve boynu saran hasar görmüş bağların ve de kıkırdak dokunun onarılmasını sağlayan enjeksiyon uygulaması Proloterapi hakkında da açıklamalarda bulunan Dr. Solmaz, “Proloterapi yöntemi dünyada 1930 yılından günümüze uygulanan, vücudun kendi kendini iyileştirme mekanizmasını harekete geçiren bir enjeksiyon uygulamasıdır. 

Bel ve boyun fıtığına sebep olan hasarlı bölge içine, içinde şeker bulunan serum enjekte edilerek bu bölgede mikropsuz iltihap oluşturulur. Mikropsuz iltihap, bağışıklık sisteminin hasarlı bölgeye yönelmesini sağlayan bir uyaran niteliğindedir. Vücut, iltihabı yok etmek için iyileştirme mekanizmasını devreye sokarak hasarlı bölge üzerinde kan akışını artırır ve iyileştirici hücrelerin bu bölgeye gelmesi sağlanır. İltihap, vücut tarafından yok edilirken hasarlı bölgenin de hızla onarılıp, yenilenmesi sağlanır. Bu yöntemle hastalar, ilaç ya da ameliyata gerek kalmadan; omurga, kas ve iskelet sistemi kaynaklı kronik ağrılarından kalıcı olarak kurtulmaktadır” açıklamasında bulundu.

Makyaj malzemelerini ortak kullanmayın

Kadınlarda bir özen belirtisidir makyaj. Kadını güzelleştirir, çekici hale getirir. Makyajda en önemli yeri de gözler ve çevresi tutar. Çok hassas olan bu bölgeye makyaj dikkatle yapılır ve temizlenir. Göz ve çevresinde kullanılan malzemeler ise kimse arasında paylaşılmamalıdır. 

Dünyagöz Etiler’den Doç. Dr. Deniz Oral, gözün dış ortam ile sürekli temas halinde olan bir organ olduğunu belirterek, “Çeşitli enfeksiyonlar gözyaşı ile bulaşabilir. Vücut salgılarıyla bulaşabilen Hepatitler (Sarılık) ihtimal düşük de olsa hastalıklı kişinin gözyaşı ile temas sonucu bulaşabilir. Halk arasında göz nezlesi olarak bilenen adenoviral konjonktivit ve diğer göz enfeksiyonları da göz farı, göz kalemi, rimel gibi makyaj malzemelerinin ortak kullanımıyla bulaşabilir” dedi.

Her kadın güzeldir. Kadınların kendileri daha da güzelleştirmek ve çekici hale getirmek için yaptıkları makyaj, ortak ve kötü malzemelerin kullanılmasıyla kabusa dönüşebiliyor. Dünyagöz Etiler’den Doç. Dr. Deniz Oral, makyaj malzemelerinin kullanımında en dikkat edilmesi gereken noktanın hijyen olduğunu söyledi. Herkesin kendisine ait makyaj malzemeleri kullanması konusunda uyarıda bulunan Doç. Dr. Deniz Oral, “Makyaj malzemeleri anne-kız, abla-kardeş arasında bile asla paylaşılmamalıdır. Alerji potansiyeli düşük olan dermatolojik olarak test edilmiş kaliteli ürünler tercih edilmelidir” diye konuştu.

Kontakt lens kullananlar dikkatli olmalı
Doç. Dr. Oral, kontakt lens kullananları, bu konuda daha dikkatli davranmaya çağırarak, şunları söyledi: “Kontakt lens takarken yaldızlı far, göz kalemi gibi ince partiküller içeren makyaj malzemeler dikkatle kullanılmalıdır. Bu tür makyaj malzemeleri kontakt lenslerin üzerine yapışabilir veya lens ile göz yüzeyi arasına kaçarak rahatsızlık hissi ve hatta kornea tabakasında çizilmelere neden olabilir.
Doç. Dr. Deniz Oral

Lenslere yapışan makyaj malzemelerinin bazen lens solüsyonları ile temizlenmesi de mümkün olmayabilir. Böyle lensler tekrar kullanılmamalı ve yeni bir lens ile değiştirilmelidir. Kontakt lens takarken lensler makyaj uygulanmadan takılıp daha sonra makyaj yapılmalı ve günün sonunda önce lensler çıkartılıp daha sonra makyaj temizlenmelidir. ”

Hastalık geçebilir
Gözün dış ortam ile sürekli temas halinde olan bir organ olduğunu ifade eden Doç. Dr. Oral, makyaj malzemelerinin ortak kullanılmasıyla bazı hastalıkların bulaşabileceği konusunda da uyarılarda bulundu. Doç. Dr. Oral, vücut salgılarıyla bulaşabilen Hepatitlerin (sarılık) ihtimal düşük de olsa hastalıklı kişinin gözyaşı ile temas sonucu bulaşabileceğini belirterek şöyle konuştu: “Halk arasında göz nezlesi olarak bilenen adenoviral konjonktivit ve diğer göz enfeksiyonları da göz farı, göz kalemi, rimel gibi makyaj malzemelerinin ortak kullanımıyla geçebilir. Bulaşıcı göz enfeksiyonlarından korunmak için ailede ve yakın arkadaşlar arasında makyaj malzemelerinin ortak kullanımından kaçınılmalıdır.”

Saçlarınızdaki Değişimleri Dikkate Alın!

Kim sağlıklı ve gür saçlara sahip olmak istemez ki? Günlük hayatın yoğunluğu içerisinde saçlarımızı ne derece dış etkenlerden koruyor ve doğru uygulamalar yapıyoruz? Zamanla saçlarda meydana gelen deformasyonlar, hastalıklar ve sonrasında saç dökülmeleri nedenlerinden ne kadar haberdarız? Kısacası saçlarımız bize neler anlatıyor?

Hisar İntercontinental Hospital Dermatoloji Uzm. Dr. Funda Ataman ile saç kayıplarının nedenleri ve nasıl önlem alınabileceğini konuştuk.

Normal şartlarda her insanda günlük saç kaybı sayısının ortalama 100 olduğunu dile getiren Uzm. Dr. Ataman; ‘Erkeklerde özellikle genetik faktörlerin de etkisiyle yaş ilerledikçe saçlar daha belirgin olarak azalır.

Saç ve saçlı deri; cinsiyete, yaşa, ırka, iklime göre farklı özellikler gösterir. Örneğin; ergenlikte saç yağlanır, gebelikte gürleşir, doğumdan sonra dökülür. Bunlar saç kayıplarına neden olan fizyolojik sebeplerdir. Bir de fizyolojik olmayan, yaşam biçimimizden ve yanlış uygulamalardan kaynaklanan saç kayıpları vardır.’ açıklamasında bulundu.

Neler saç kaybına neden olur?
• Yoğun stres ve özellikle bu strese dayalı ortaya çıkan halk arasında saç kıran olarak bilinen Alopesi,
• Hava kirliliği,
• Sigara ve alkol tüketimi,
• Hareketten uzak durağan yaşam,
• Yeterli uyumama,
• Kemoterapi ilaçları başta olmak üzere bazı ilaçlar,
• Ağır enfeksiyonlar,
• Egzama,
• Sedef,
• Büyük ameliyatlar,
• Zehirlenmeler,
• Beslenme bozuklukları,
• Hormonal dengesizlikler,
• Ağır böbrek ve karaciğer yetmezlikleri,
• Vitamin eksiklikleri,
• Liken planus gibi sinirsel deri deformasyonu yapan hastalıklar,
• Özellikle çocuklarda görülebilen mantar hastalığı,
• Mide barsak sisteminde olan kanamalar ya da kadınlarda görülen jinekolojik ağır kanamalar saç kaybına neden olabilir. Bu yüzden saçlarınızda meydana gelen kızarma, yağ dengesi bozuklukları ve dökülmeleri dikkate alın.

Saç Kayıpları Önlenebilir!
• Basit saç kepeklenmeleri için selenyum sülfit, çinko prition, katran, kükürt gibi maddeleri içeren şampuanlar kullanın.
• Saç kaybının nedenine yönelik; demir, çinko, biotin içeren ilaçlar ve saç tipine uygun medikal şampuanlar losyonlar kullanın.
• Saçınızı çok sıcak suyla yıkamayın.
• Banyo sonrası saçınızı ıslak bırakmayın; ancak aşırı sıcak havayla da kurutmayın.
• Saçlarınızı her gün yıkamayın. Bu saçta aşırı yağlanmaya veya aşırı kurumaya sebep olabilir.
• Saçınızı taç ve tokalarla çok sıkı ve gergin toplamayın.
• Yapılan yanlış ve yoğun diyetler telafisi mümkün olamayacak saç kayıplarına neden olabilir. Bu nedenle diyet yapmaya karar verdiyseniz beslenme uzmanından destek alın.
• Yoğun stresten uzak kalarak beslenmenize ve uyku düzeninize dikkat edin.

SEVGİLİ BULMAK DOĞRU MU? KIZ-ERKEK ARKADAŞ EDİNMEK İYİ BİR ŞEY Mİ?



SEVGİLİ BULMAK DOĞRU MU? KIZ-ERKEK ARKADAŞ EDİNMEK İYİ BİR ŞEY Mİ?
(bu yazımızı bütün genç kızlar ve genç erkekler mutlaka okusunlar)
Sevmek-sevilmek hayattaki en güzel duygulardır, bir erkeğin bir kızı sevmesi, bir kızın bir erkek tarafından sevildiğini bilmesi bu duyguyu hissetmesi çok güzel duygulardır. İlk görüşte aşk olmaz, insan tanımadığı bilmediği birini sevemez. Önce tanıyacak, kendine yakın görünce, huyunu-suyunu beğenince sevgi oluşur, tam istediği gibi biri olduğunu görünce aşk meydana gelir. Aşık olduğunuz birini hergün yeniden seversiniz.
EVLENMEDEN SEVGİLİ OLMANIN ZARARLARI
1- Erkek psikolojisidir, bir erkek bir kızı seviyorsa ona sahip çıkar, kol-kanat gerer, onu mutlu etmeye çalışır, evlenmenin hayallerini kurar ve evlenmeden o kıza yan gözle bakmaz, bakmaya çalışanıda pişman eder. Kadın bir erkek tarafından sevilmek ister, bir erkeğin kendine sahip çıkmasından memnun olur ve sahip çıkmasını bekler. Sevgili olan kişiler anlık cinsel haz peşindedirler. Bir erkeği harekete geçiren en büyük sebeplerden birisi cinsel hazdır. Bir erkek sevgilisini gerçek bir eş yerinde görmediği için evleneceği kadınla yapmayı düşünmediği şeyleri sevgilisi ile yapabilir. Ne gariptir ki bir takım kızlarda bu anlayışta ve bu durumdan hiç rahatsız değil.
2- Erkekler sevgililerini kullanılıp atılan bir mal gibi görür, biraz eğlenip sonra bir bahane ile bırakırım düşüncesindedirler. Yapılan istatistiklere sevgilisi ile evlenen erkek %10 çıkmamıştır. Erkek sevgilisine eşi gözü ile bakmadığı için sahip çıkma davranışı ortaya çıkmıyor, bu durum erkeklerde kavatlık hastalığını ortaya çıkarıyor. Kimse durup dururken kavat olmaz, bir erkek önce kıskançlık, kadınına sahip çıkma, onu koruma duygularını kaybeder, namus onun için içi boş bir kavram haline gelir sonra zamanla kavatlık duygusu bunun yerini kendiliğinden doldurur. Pezevenkler, grup seksi yapanlar, swingersler bu duygu ile oluşmaktadırlar.
3- Erkeğin yuva kurması için bir kadına sahip çıkması gerekir, bu duygu olmazsa aile kurulamaz. Sürekli sevgili peşinde koşmak fikri erkeklerde yuva kurma ve aile olma düşüncesini ortadan kaldırır. Bugün biri ile yarın biri ile derken asla bir kadına bağlanamayacaktır, zamanlada hiçbir kadına güven duygusu kalmaz, her kadını potansiyel fahişe gibi görür.
4- Erkekler sevgililerini kaybedince duygusal olarak mağdur oluyorlar. Asıl mağdur olansa kız oluyor, bir daha asla bir erkeğe aynı duyguları yaşatamayacak ve güven duyamayacaktır.
5-Temel bir psikolojidir; bir insan ilk kimle beraber olursa duygusal ve cinsel olarak kendisini ona ait hisseder ve o kişiyi sever. Bu duygu erkeklerde olmakla beraber kadınlarda baskın şekildedir. Bir kadın ilk kimle beraber oldu ise o kişiye aşık olur. O kişi ile evlenmeyip başka birisi ile evlenince dul gibi olur, eşine özel duygular hissettiremez, çünkü o özel duygular bir kere yaşanır. Boşanmaların en büyük sebebi evlilik öncesi yaşanan ilişkilerdir.
6-Erkek evlenmeden nişanlısı bile olsa kızla beraber olunca kıza karşı güven duygusu sarsılıyor, ne kadar beraber olmak isterse istesin kız evleninceye kadar hayır derse o kıza saygı ve sevgi duyuyor, güven duyuyor, bunlar kendiliğinden oluşan psikolojilerdir.
7-Bazen erkek benimle beraber olmazsan bırakırım, nişanı atarım, sözü atarım gibi tehditler savuruyor zavallı kızlar erkeğini kaybetmemek için kabul etmek zorunda kalabiliyor ve en büyük darbeyide o erkekten yiyor, nişanı bile atıyor böyle erkekler. Sizi cinsellikle tehdit edene bir erkeği hemen bırakın. O sizi hiç sevmemiştir çünkü, seven bir erkek asla böyle davranmaz.
8-Fahişelik yapan kızların büyük bir kısmı sevgilileri tarafından evlenmek vaadi ile kandırılmış kızlardır. Evlilik dışı beraberlikler zamanla kızlarda fahişe psikolojisi oluşturuyor, kendini bir erkeğe ait göremiyor ve namus duygusunu kaybedip birçok erkekle beraber olabiliyor. Sonra namus ette, bacak arasında değil, beyindedir diye kendisinin bile inanmadığı saçma cümleler kurabiliyor, namusu ne zannediyorsa...
9-Erkek psikolojisinin en temel duygularından biriside sahip çıkmak ve sevmektir, kadın psikolojisi ise sevilmek ve ait olmaktır. Erkek bir kadına sahip çıkıyorsa seviyordur, erkekler duygularını ifade etmekte başarısızdırlar. Kadında kendisini bir erkeğe ait hissediyorsa seviyordur. Bu iki duygunun kaybedilmesi erkekliğin ve kadınlığın kaybedilmesidir.
SOKAKLAR SEVGİLİ MAĞDURLARI İLE DOLU. SEVGİLİSİNE İNANIP NAMUSUNU TESLİM ETMİŞ KIZLAR, SEVGİLİSİ TARAFINDAN PAZARLANAN KIZLAR, SEVGİLİSİ TARAFINDAN GENELEVE DÜŞÜRÜLMÜŞ KIZLARLA DOLU. “NİŞANLINIZ BİLE OLSA EVLENMEDEN ASLA BERABER OLMAYIN DEĞERLİ KIZLAR.”

Bizlere ulaşabileceğiniz linklerimiz:
https://www.facebook.com/guvenilircinselbilgilerimiz
http://cinsel-uzman.blogspot.com.tr/
https://twitter.com/cinsel_uzman
https://www.google.com/+GÜVENİLİRCİNSELBİLGİLERcinseluzman
https://plus.google.com/u/0/b/105604138706754783945/105604138706754783945/posts

26-PORNO FİLM SEYREDEREK CİNSEL BİLGİLER ÖĞRENİLMEZ

PORNO FİLM SEYREDEREK CİNSEL BİLGİLER ÖĞRENİLMEZ
(PORNO FİLM SEYRETME HASTALIĞINI YAKALANANLARA TERAPİ)
Porno film seyrederek cinsel bilgileri doğru bir şekilde öğrenemezsiniz, porno filmlerin en büyük zararı yanlış cinsel bilgileri sanki doğruymuş gibi yaymalarıdır. Sürekli tekrar edilen bu yanlışlar insanlarda doğruymuş düşüncesi meydana getirmektedir. Cinselliği hiç bilmeyen veya daha yeni öğrenmeye çalışan ergen gençler cinselliğe bakışlarını yanlış bir şekilde oluşturmaktalar, bu düşüncelerde onları cinsellikten zevk alamaz hale getirmekte veya uç nokta cinsel düşüncelere itebilmektedir. Porno filmlerde kasıtlı olarak insanlara yutturulmaya çalışılan yanlışlıkları göstermeye çalışacağım, keşke hiç porno filmler seyretmesenizde bunları yazmak mecburiyetinde kalmasak. Porno film seyredenlere bu yazımız terapi gibi faydalı olacaktır.
1-Porno filmlerde penisi büyük olanlar onbinlerce kişi arasından seçilir, siz oyuncunun penisi bakarsınızki 18 cm sonra kendi penisiniz 12 cm geliyorsa yetersizlik duygusuna kapılırsınız ve benim aletim kısa, bu aletle cinsellik yaşayamam, kadınlar beni küçük görür düşüncesi oluşur. Tıbbi olarak 8 cm'lik bir penis normal kabul edilir, bu kişi evlenebilir, çocuk sahibi olabilir, eşini ve kendini cinsel olarak tatmin edebilir.
2-Porno filmlerde büyük penisli olarak zenciler gösterilmektedir, zenciler genel olarak uzun penisli değillerdir, içlerinde uzun penisli olanları çıkabilir. Zencilerin penisleri ince ve uzundur, penisi ince ve uzun kişilerde homoseksüellik yaygındır. Zencilerde cinsel kültürde zayıftır, giriş-gelişme bölümleri olmadan doğrudan sonuca giderler, bu şekilde cinsellik eksik kalır, yeterli zevk alınamaz.
3-Oral seks porno filmlerin insanlara dayatmasıdır, her film oral seksle başlar, erkek kadının cinsel organını öper-yalar, kadın erkeğin aletini ağzına alır. Penis ve vajina idrar yapılan organlardır, idrar kirli ve zararlıdır, idrar yapılan yer ile yemek yenilen ağız asla bir araya getirilmemelidir. Birçok hastalık böyle kapılır. Oral seksten zevk alınmaz, erkek için kadının vajinası yalamaktansa göğüslerini yalamak daha zevklidir, kadın için penisi ağıza almaktan vajinaya almak daha zevklidir, penis vajinaya sürtündükçü cinsel olarak haz alır, ağızdan haz alamaz çünkü cinselliğe hassas sinirleri vajina girişindedir. Normal bir insan oral seks yapmaz ve bu aklına dahi gelmez.
4-Anal sekste porno filmler ile yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Kadınların cinsel sinirleri vajina girişindedir, arkada cinsel sinirleri yoktur, zevk alması mümkün değildir. Hatta porno filmlerde bile erkek anal ilişki yaparken kadın eli ile vajinasını okşar, çünkü bu şekilde haz alır. Kadının anüsü ile erkeğin anüsü arasında biyolojik olarak fark yoktur, anal ilişki erkeklerde homosüksüelliği tetikler.
5-Porno filmlerde kadınlar hiç haz alamazlar, erkek kadına istediği gibi muamele eder, aklına gelen her fantaziyi gerçekleştirir, kadının vazifesi sadece erkeğe itaat etmektir. Cinsellikte kadında zevk alır erkekte zevk alır, cinsellik iki kişinin beraber yaptığı bir fiildir, birlikte yapılırsa, duygular beraber yaşanırsa güzel olur.
6-Porno filmlerde önsevişme sahnesi yoktur, önsevişmeden anladıkları oral sekstir. Bu tamamen yanlıştır. Cinsellik dört basamakta yapılırsa insanlar haz alır, bu basamaklar doğru bir şekilde yapılmazsa alacağınız zevk eksik kalır; I) sözle tahrik, kadınları cinsel birleşmeye hazır hale getirmek için cinsel muhtevalı sözler söyleyip onu kışkırtmak lazım. Erkek kadını görünce cinsel olarak uyarılır, kadınların cinselliğe hazır hale getirilmesi için sözlerle uyarılması gerekir, bu şekilde uyarmak erkeğinde hoşuna gider, uyarılmakta kadının hoşuna gider. II) öpmek, kadının dudaklarını, kulak memelerini, boynunu, göğüslerini öpmek erkeğin hoşuna gider, öpülmekte kadının hoşuna gider, kadın öpüldükçe cinselliğe hazır hale gelir. III) okşamak, kadının vücuduna dokunulması, okşanması hoşuna gider, erkeğinde kadının vücuduna temas etmek, belinden kavramak, kalçalarını kavramak hoşuna gider, kadının vücudunun her yeri tahrik olur, erkek belden altına eli ile temas edebilir, belden üstüne eli ve dudakları ile temas edebilir. Erkek ve kadın çıplak olarak birbirlerine dokundukları, ten tene değdiği zaman elektriklenme olur, haz alırlar. Erkeğin kadının vajinasına ve anüsüne parmağını sokması yanlış ve zararlı bir harekettir. IV) beraber olma, ortalama on-onbeş dakikalık bir önsevişmeden sonra beraber olmak doyurucu bir cinsel ilişki sağlar. Cinsel ilişkide sadece boşalıp rahatlayamazsınız, vücudun cinsel ilişkiden haz alıp rahatlayabilmesi için duygular işin içine girecek, ortama on-onbeş dakika önsevişme yaptıktan sonra neticeye gideceksiniz, bir kaç dakika içinde boşalma yaşanır ve haz tamamlanmış olur.
7-Porno filmlerde adam 30-40 dakika girip çıkıyor boşalmıyor zannediliyor, gerçekte bu sahneler farklı zamanlardaki çekimlerin birleştirilmesi ile elde ediliyor. Cinsel ilişkide on-onbeş dakikalık bir süre doyum elde etmek için yeterlidir. On beş dakikalık bir birleşmenin 12 dakikası önsevişme ise 2-3 dakikası vajinal birleşme olsa yeterlidir, kendinizi eksik ve kusurlu hissetmenize gerek yoktur, normali budur. Daha uzun süreli birliktelikler yapayım diye ilaç almanıza gerek yoktur.
8-Porno filmlerde erkeklerin aletleri penis pompası ile şişirilmektedir, penis pompası sayesinde penise iki katı fazla kan gelir, penis olduğundan daha büyük hale gelir, bazen iki katına çıktığı olur. Fakat penis pompası penisteki kılcal damarları çatlatır, bir zaman sonra penis asla dik duruma gelemez. 8 cm'lik bir penisiniz varsa normalsiniz demektir, ilaç kullanmanıza, masaj tekniklerine vb. hiçbir şey yapmanıza gerek yoktur. Porno filmlerde penis pompası ile aleti büyütülen sonra aleti iş göremez hale gelen kişileri gay porno filmlerinde oynatırlar.
9-Porno filmler adı üzerinde filmdir, gerçek hayatla hiçbir alakası yoktur, bu filmlerde oynayan insanların büyük bir kısmı sonra pişman olduklarını söylemişlerdir. Porno sektörü fakir üçüncü dünya ülkelerindeki insanları bu filmlerde para karşılığı oynatmaktadırlar. Filmde siz iki kişinin yatak odasında seviştiğini görürsünüz, gerçekte odada bir kaç tane kameraman var, ışık tutanlar var, makyaj yapanlar var, yönetmen var. Yönetmen kadına bağırıyor; inle-ses çıkar, ah-oh de, erkeğe bağırıyor, kadının bacaklarından tut, havaya kaldır, yok şöyle yap yok böyle yap bu şekilde cinsellik yaşanmaz, insan bundan zevkte almaz.
10-Cinsellik bir keşif gibidir, hiç görmediğiniz bir yeri ziyaret etmek, bir filmi sonuna kadar seyretmek, hiç görmediğiniz bir canlıyla karşılaşmak gibidir, porno filmler insandaki keşif düşüncesini öldürür. Cinsellikte yeni şeyler deneyince insanın hoşuna gider, fantaziler geliştirir, insan zihnide sürekli bu konuda yeni fantaziler üretir. Porno film seyrederek başkalarını taklit düşüncesi meydana gelir, bu düşünce daha sonra grup sekse dönüşebilir, kavatlığa dönüşebilir. Normal şekilde cinsel ilişkiden zevk almayan, alamayan insanlarda uç cinsel sapkınlıklara yöneliş başlayabilir.
11-Cinsel hazzın birleşmeden değilde sürekli seyrederek elde edilmeye çalışması cinsel hazzı bitme noktasına getirebilir, cinsellik göze dayatılır, sürekli yeni şeyler görmek istersiniz ama ne kadar görürseniz görün tatmin olamazsınız. Çünkü cinsellik seyrederek elde edilmez, yaşanarak elde edilir.
12-Erkekler porno filmleri seyrederek kendini cinsel olarak yetersiz görebiliyor, mesela haftada iki kez eşi ile beraber olmayı az görebiliyor, sonrada ilaç kullanmaya başlıyor. Bekar bir adam asla ilaç kullanmamalı, evli kişiler haftada iki kez beraber oluyorsa normaldir, 50 yaşın altında haftada bir kez dahi beraber olamıyorsa sıkıntı var demektir. Bunun için önce bir ürolog hekime gidilmeli, hormon tahlili yaptırılmalı, kan değerlerine baktırılmalıdır.
13-Cinsellikte kadınlar istekli değillerdir, kadınlar eşleri tarafından uyarılmadıktan sonra istekli hale gelemezler, kadınların nasıl uyarılacağını 6. maddede anlattık. Normalde kadınlar hiç cinsel ilişki yaşamazsa bile durabilir, dul kaldığı zamanda kadınlar cinsel arayış içinde olmazlar, kadınlar için makyaj, ev işleri, mobilya, alışveriş cinsellikten daha önemlidir. Cinsellik erkekler için birinci derecede önemlidir, kadınlar için belki onuncu-yirminci derecededir, bu durumdaki kadınlarda anormallik var diye ilaç kullanmayın. Kadınlarda azgınlık olmaz, kadınların cinsel ilaç kullanmasına hiç gerek yoktur. Kadınlar uyarıldıktan sonra cinselliğe hazır hale gelir ve tepki verir. Kadınlar cinsellikte erkekten fazla zevk alır, zevk alması cinselliğin her basamağındadır, kadınların orgazm olması için önsevişme şarttır.
14-Porno filmlerde en kötü şey bu filmleri eşinizle veya ailecek seyretmeye kalkmaktır. Siz eşiniz birşeyler öğrensin oradaki kadınlar gibi davransın niyeti ile bunu yaparken eşiniz oradaki adamları görerek sizin yetersiz olduğunuzu, alet boyunuzun kısa olduğunu, erken boşaldığınızı düşünebilecektir. Ailecek çocuklarını bilgilendirmek için porno seyreden nadirde olsa aileler gördüm, bu çok yanlıştır ve asla yapılmaması gerekir. Porno filmlerde adı üzerinde bir filmdir, buradaki sahnelerin hayatla bir alakası yoktur, buradan cinsellik öğrenilmez ayrıca nasıl bir ahlak yapısı varki hep beraber bu filmlere bakabiliyorlar?
15-Porno filmler ile insanları normal cinsel ilişkiden zevk alamaz hale getirdiler, oral seksi, anal seksi yaygınlaştırdılar, gay pornolar ile bunu normalleştirmeye çalışıyorlar, hayvanlarla ilişkiye giriyorlar, grup seks yapıyorlar, mazoşist seks yapıyorlar, akla hayale gelebilecek her şeyi deniyorlar maalesef. İnsanların bunlardan zevk alması, mutlu olması mümkün değil, kötü niyetli insanlar toplum mühendisliği ile insanları kandırmaya, kötü yola düşürmeye çalışıyorlar, her türlü ahlaksızlığı meşrulaştırmaya çalışıyorlar, bu yolların hepsi yanlıştır, bunların cinsellikle alakası yoktur, ne yapan zevk alır, ne yapılan zevk alır.
16-Porno filmlerin en büyük zararı yanlış bilgileri yaymasıdır, maalesef bu filmleri birçok kişi seyrediyor, kafasında yanlış ve saplantılı cinsellik anlayışları meydana geliyor. Bu filmlerde gördüklerinizin gerçek kişilerle hiçbir alakası yoktur.
17-Kadınların porno film seyretmesi bir ihtiyaç ve gereklilik değildir. Erkekler görsel olarak tahrik olur, uyarılır porno film seyretmek hoşlarınada gidebilir (keşke zararlarını bilip hiç yapmasalar) fakat kadınlar görsel olarak uyarılmadıkları için bu filmleri seyretmelerine gerek yoktur, seyrediyorsa ahlaksızlığındandır. Seyrettikten sonra ne kadar azgınım diye düşünür, peşinden masturbasyon yapmaya kalkar, seyretmese cinselliği uykudadır, seyrederek cinselliği uyandırmış olur.

18-Porno film seyreden insanların beyni kirlenmiştir. Cinsel algıları bozulmuştur, cinsel bakış açısının doğru bir hale gelmesi için bir psikoloğa ihtiyacı vardır veya cinsel bilgileri doğru bir şekilde öğreneceği bir kitaba-kaynağa ihtiyacı vardır. Sayfamızda paylaştığımız yazılar cinsel bilgileri doğru ve güzel bir şekilde öğretmektedir, terapi şekline hazırlanmış yazılardır, okumanız sizlerin cinsel algılarını düzeltir ve cinselliğe doğru bir bakış açısı geliştirmenize yardımcı olur.

BİR İNSAN NİYE TECAVÜZ EDER?



3,5 yaşında bir Irmak adlı bir kızımıza yapılan insanlık dışı muamele üzerine bu yazıyı paylaşıyorum.BİR İNSAN NİYE TECAVÜZ EDER? "Tecavüz eden insanlar penis uzunluklarını küçük gördükleri için normal şartlarda kadınlar ile beraber olamayacaklarını düşünürler. Aletlerini ergenlik yıllarında gençler birbirlerine gösterirler, uzunluklarını birbirlerine söylerler. Ergen kişi aletinin küçük olduğunu düşünüyorsa kimseye göstermez, uzunluğunu söylemez, cinsel konuları konuşmaktan uzak durur. Erkek olduğu için cinsel hormonları çalışır, cinsellik arayışına girer, kendi aletini küçük gördüğü için çocuklarla cinsel ilişkiye girebileceğini düşünür." Tecavüz eden insanlar bu işten kesinlikle zevk almazlar. İnsanlarımıza cinsel konularda doğru ve yeterli bilgilendirme yapılabilmiş olsa tecavüz ve pedofili vakalarının % 90'nın önüne geçilebilecektir. Keşke birileri bunların elinden tutup normal alet boyu kaç cm’dir, kaç cm olunca yeterli olur, kadınlar vajina uzunluğu kaç cm’dir gibi hususlarda bilgi verilse belki bu işe kalkışmayacaklar. Tcavüz eden insanlar genellikle kolay ulaşacakları ve aletin büyüklüğü-küçüklüğünü anlamayacakları için çocukları tercih ederler. Tecavüze kalkışmak normal bir insanın yapamayacağı bir aptallık, insan bir anlık zevk için canını ortaya koyuyor, hapse girmeye göze alıyor, toplum tarafından dışlanmayı göze alıyorlar. Dünya çapında yapılmış istatistiklerde erkeklerin penis uzunlukları ortalama 8-12 cm arasında gelmektidir. Kadınıların vajina uzunluğu ortalama 7-11 cm. arasında değişiyor, kadınların cinselliğe hassas sinir uçları ilk 3,5 cm'de bulunuyor, yani bir erkeğin aleti 6 cm olsa bile cinsel birleşme için yeterli olabiliyor. Yani 6 cm aleti olan bir kişi evlenir, eşini mutlu eder, çocuk sahibi olabilir. Önemli olan aletin uzun olması değil performansının iyi olmasıdır. TOPLUMU KORUMANIN YOLU "İDAM CEZASI" ACİLEN GELMELİDİR İnsan psikolojisinin en derinliklerinde zalimlik ve uç cinsel istekler bulunur, uygun ortamlarda ve şartlarda bunlar açığa çıkabilir. Belki birçok kişide böyle istekler ve arzular meydana geliyor ama şartlar müsait olmayınca bu istekler gerçekleştirilemez.        İnsanın içinde kural ve sınır tanımayan bir taraf vardır, psikolojide buna id veya tepkisel zihin denir. İslam alimlerinden İmam-ı Gazali 11. asırda insanın içindeki bu varlığa nefs demiştir. Nefsin özelliği kural tanımamak ve olabildiğince zevkçi bir şekilde yaşamaktır. Nefs akla hayale gelebilecek her zevki tatmak ister, bu zevkleri tadarkende ne kanun tanır, ne kaide tanır. Böyle bir insanın eline fırsat geçerse her kötülüğü yapabilir. Peki insan doğuştan kötümüdür derseniz hayır derim. Bütün insanlar iyi doğarlar fakat yaşadıkları hayat, bulundukları çevre insanı öyle bir hale getirirki vicdanını kaybeder. Vicdan insanların içindeki bozulmamış, saf ahlaktır, içimizdeki çocuktur. Vicdan saf ve temizdir, yanlışı kabul etmez, yamukluğu kabul etmez, yalanı kabul etmez, bunları yaparsa kendi kendini kınar, suçluluk hisseder. Vicdanı kaybolmuş insan bir canavardır, onun için en mühim varlık kendisi, dünya kendi etrafında dönüyor, bütün insanlar ona hizmet etmeli vb. düşüncelere kapılır. Empati yapmaz, başka insanları anlamaya kalkmaz, başkaları aç-tok umurunda olmaz, acı çekenleri görünce birşey hissetmez. Bu insanı durduracak yegane şey ölüm korkusudur, din-inanç-ahlak bir şey ifade etmez onun  için.  Bu tip insanları toplumun her kesiminde görmek mümkündür, bazen yetiştirme yurdunda bir bakıcı olur, bazen okulda öğretmen, bazen bir Kur-an kursunda hoca, spor kursunda bir antrenör, iş yerinde bir patron olarak karşımıza çıkabilirler.       Acilen idam cezası geri getirilmeli ve çocuklarımız-kadınlarımız korunmalıdır. Devletin polisine-askerine kurşun sıkan, belediye otobüsünde masum insanların üzerine molotof kokteyli atan, halkın üzerine silah sıkan, bomba atan her kim olursa acilen idam edilmeli ve bu zararlı mahluklar toplumdan temizlenmelidir. Bunları hasta görüp tedavi etmeye kalkmak abesle iştigaldir. İnsan psikolojisinden aşılmaması gereken eşikler vardır, bu eşikleri aşan insanı geri kazanmak mümkün değildir, toplumu korumak için o insandan vazgeçmeniz gerekiyor, eğer vazgeçmiyorsanız bir gün bir yerde o insanlar eli ile başınıza mutlaka bir bela gelir.
PEDOFİLİ VE TECAVÜZLERİ ÖNLEMENİN TEK YOLU İDAM CEZASINI GERİ GETİRMEKTİR. KİM BUNLARA İDAM CEZASINI İSTEMİYORSA O KİŞİDE POTANSİYEL SÜBYANCIDIR-TECAVÜZCÜDÜR.
Bizlere ulaşabileceğiniz linklerimiz: https://www.facebook.com/guvenilircinselbilgilerimiz http://cinsel-uzman.blogspot.com.tr/ https://twitter.com/cinsel_uzman https://www.google.com/+GÜVENİLİRCİNSELBİLGİLERcinseluzman https://plus.google.com/u/0/b/105604138706754783945/105604138706754783945/posts

Miyom kısırlığa yol açabilir

İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Faruk Buyru, "Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar" dedi.

Buyru, miyomların (Rahim tümörü) östrojen hormonuna bağımlı olarak geliştiğini belirterek, menopozdan sonra östrojen hormonunun etkinliğinin azalmasıyla mevcut miyomların çoğunlukla küçüldüğünü söyledi.

MİYOM GELİŞİMİNDE AİLESEL YATKINLIK ÖNEMLİDİR

Miyom gelişiminin ailevi eğilim gösterdiğini ifade eden Buyru, anne veya ablasında miyom saptanan kadınlarda miyom görülme riskinin daha yüksek olduğunu kaydetti.

Buyru, doğum yapmamış kadınlarda da miyom gelişimine sık rastladıklarını dile getirerek, "Miyomların belirtileri, bulundukları yer ve büyüklüklerine göre değişiklik gösterir. Rahim içine yakın ve büyük olan miyomlar daha fazla şikayete neden olur. Küçük olsa bile rahim içine yakın miyomlar adet esnasında kanama miktarının artmasına, kanama süresinin uzamasına yol açar. Tam tersine rahim dışına doğru olan miyomlar ise daha az şikayete neden olur. Bu tür miyomlar büyüdükleri takdirde idrar kesesi, barsak gibi komşu organlara bası yapıp, sık idrar yapma ve dışkılama güçlükleri şeklinde belirti verebilir" diye konuştu.

"MİYOM ÇAPI BÜYÜDÜKÇE KISIRLIĞA YOL AÇMA RİSKİ DE ARTAR"

Prof. Dr. Buyru, miyomların büyüklüklerinin çok değişken olduğunu kaydederek, birkaç milimetreden, 20-30 santimetreye kadar büyük miyomlara rastlayabildiklerini ifade etti.

Şikayet ve belirtilerin miyomların yerleşim yerini yakından ilgilendirdiğini anlatan Buyru, "Bazı miyomlar gebe kalmayı zorlaştırabileceği gibi, düşük ve erken doğum riskini de arttırabiliyor. Özellikle rahim içinde ve rahim duvarında yer alan miyomlar, kanamayla kısırlığa da yol açabilir. Miyom çapı büyüdükçe ve sayıları arttıkça kısırlığa yol açma riski de artar. Rahim içinde yer alan miyomlar küçük bile olsa daha fazla sorun yaratır. Miyomların yol açtığı en büyük problemler, kanama, gebe kalamama, çevre dokulara bası ve yoğun kanama sonucu ortaya çıkan kansızlıktır" ifadesini kullandı.

Buyru, miyomların kötü huylu olma olasılığının binde 5 olduğunu ifade ederek, hızlı büyüyen, kan akımında farklılıklar olan miyomların kötü huylu olabileceğini dile getirdi.

Doğurganlığını tamamlamış kadınlarda çok sayıda miyom olduğunu, bunların teker teker çıkarılmasının kanama riski taşıdığına vurgu yapan Buyru, bu tür ameliyatların kadının yaşamı açısından risk oluşturması halinde rahim alınmasını da gerektirebildiğini kaydetti.

"HER MİYOMUN ALINMASI GEREKMEZ"

Prof. Dr. Faruk Buyru, görülen her miyomun alınmasını şart olmadığına dikkati çekerek, bunların ilaçla tedavisinin olmadığını, bazen kanamaların azaltılması için geçici olarak ilaçlar kullanıldığını söyledi.

Miyomda kesin çözümün ameliyat olduğunu ifade eden Buyru, "Ancak pek çok kadın, ameliyata gerek olmadan miyomlarıyla sorunsuz yaşamlarını sürdürebilir. Kanama, gebe kalamama gibi şikayeti olanlarda ameliyat gerekebilir. Rahim içindeki miyomlar küçük olsa bile hem gebe kalamama, hem de yoğun kanamaya neden olmaları nedeniyle ameliyat gerektirir. Rahim duvarındaki miyomlar, 5 santimetreden büyükse veya çok sayıda olduğunda ameliyat düşünülebilir. Rahim dışında yer alan miyomlar, çok büyüdüğünde veya çevreye bası yaptığında ameliyat düşünülmelidir" şeklinde konuştu.

Buyru, miyomun kanlanmasını sağlayan damarın tıkanması gibi yeni tedavi seçeneklerinin ortaya çıktığını dile getirerek, bu yolun ameliyat olmak istemeyen veya operasyonu sorunlu olabilecek hastalarda düşünülmesi gerektiğini vurguladı.

Aşırı doz botoksa dikkat!

Aşırı doz botoksa dikkat!
Son yılların en çok ilgi gören uygulamaları arasında yer alan botoks aşırı doz uygulanması durumunda donuk yüz görünümüne yol açıyor. 

Mimik kaslarında doğru noktalara yapılmayan veya aşırı dozda yapılan enjeksiyon mimiklerinizi kaybetmenize sebep oluyor.

Esteworld Plastik Cerrahi Hastanesi Uzmanlarından Dermatolog Dr. Gül Yıldırım, özellikle oyunculuk gibi işi gereği mimiklerini çok kullanmak zorunda olan kişilerin botoks yaptırırken kırışıklıklarda bir miktar açılma ancak mimiklerde tam kayba yol açmayacak uygulamaları tercih ettiğini belirtiyor.

Özellikle mimik kırışıklıklarının tedavisinde etkili olan botoksun aşırı dozda ve yanlış tekniklerle uygulanmasının mimik ve jestlerin kaybına neden olduğunu vurgulayan Dr. Gül Yıldırım botoks hakkında şu uyarılarda bulundu: “20 yılı aşkın bir süredir yüzdeki kırışıklıkların tedavisinde etkin bir şekilde kullanılan botoks eğer kaslarda tam bir fonksiyon kaybı yaratacak şekilde uygulanırsa, kişinin mimikleri anlaşılamaz. Bu istenilen bir durum değildir. Zira oyuncu gibi işi gereği mimiklerini kullanmak zorunda olanlar için özellikle kaşlar arasındaki mimik çizgileri olmazsa olmaz. Kızgınlık, sevinç, üzüntü gibi ifadeleri bir oyun sırasında sergileyemeyen bir oyuncunun başarı elde etmesi imkansızdır. Çünkü kelimelerin yetersiz kaldığı durumlarda mimik ve jestler oyuncuların en büyük silahıdır.”

OYUNCU BOTOKSU TERCİH EDİLİYOR
Dermatolog Dr. Yıldırım, oyuncu botoksu adını da verdiklerini, doğal görünümlü botoksların son dönemlerde daha sık tercih edilmeye başladığını ifade etti. Dr. Yıldırım şu bilgileri verdi:

“Doğal görünümlü ya da diğer adı ile oyuncu botoksu olarak nitelendirdiğimiz botoks uygulamalarında farklı bir ilaç kullanmıyoruz. Ancak burada önemli olan etkili olabilecek minimum doz ve doğru kasa yapılan enjeksiyonlardır. Yüzümüzde mimik oluşumunda görevli irili ufaklı bir çok ve iç içe geçmiş kas bulunmaktadır.

Dr. Gül Yıldırım
Botoks enjeksiyonu yapacak olan kişinin öncelikle yüzün anatomisini çok iyi bilmesi gerekmektedir. Örneğin kaş çatmada görevli kasımız iki kaş arası bölgede v şekilli 0.5 cm uzunluğunda olan bir kastır. Bu noktaya doğru bir teknikle yapılmayan uygulamalar asimetri, kaş çatamama (kızamama) gibi sonuçlar doğurabilir. Bu tür sonuçlar özellikle mesleğinde mimik kullanımının ön planda olduğu oyuncu ve siyasetçi gibi mesleklerde istenmeyen bir durumdur.

Botox dozu iyi ayarlandığında ve enjeksiyon noktaları muayene ile dikkatle değerlendirilerek tecrübeli ellerde uygulama yapıldığında mimikleri koruyarak ifadelerin dışarı yansıtılmasında bir sorun yaratmadan doğal sonuçlar elde etmek mümkündür.”


Bir evliliği ayakta tutan sebepler nelerdir?

Günümüzde yürütülmesi son derece zorlaşan ve toplumumuzun temel taşı olan aile kavramı ve evlilik üzerine son derece önemli bilgiler aktaran Uzm.Psikolog Gani Eser, evliliği ayakta tutan ana sebeplere ve en çok merak edilen sorulara ışık tuttu.

Evliliği ayakta tutan ve geliştiren şey dengedir. Evlilikler zamanla dengeyi bulan, uyum sağlayan organizmalardır. Nasıl birey kendi içinde uyumu sağlayamadığı, sözleri, eylemleri ve inançları
farklı frekanslarda olduğu zaman sosyal kabul görmüyorsa, evliliklerde de uyumsuzluk kötü sonun habercisidir.

Denge sağlanamıyor, uyum gerçekleşemiyorsa da evlilik devam edebilir ama nedeni artık sevgi değil, zorunluluklardır. Çocuklar, bir tarafın ekonomik özgürlüğünün olmaması, düzenin değişmesinden korkmak gibi nedenlerle sürdürülen çok sayıda evlilik var toplumumuzda maalesef.

İçinde sevgi olmayan evlilikler çocuklar için de çiftler için de sağlıksız ortamlardır. Ama toplumsal baskı ve belirsiz gelecekten duyulan korku yüzünden bir şekilde sürdürülüyor. Sevgi ile büyümeyen çocukların sayısı ne yazık ki bu yüzden sürekli artmakta.

Denge derken; zamanla eşlerin farklı rolleri üstlenerek bütünleşmelerini, biri duygularıyla hareket ederken diğerinin mantığını kullanmasını, iş bölümü yapmalarını, karşılıklı sorumluluk almalarını ve eşit olmalarını kast ediyorum.

Evliliğin birinci yılı zor bir dönemdir. Bu süreçte denge sağlamak çok kolay değildir ama kritik eşik aşıldığında taşlar yerine oturmaya başlar. Uyum sağlandıktan sonra yaşam kolaylaşır, evli olmanın, birlikte daha güçlü ve sevgi dolu olmanın tadına varılır. Sorumluluklar paylaşıldıkça ve empati kuruldukça birlikte daha güçlü olduklarını fark eden eşler tek başlarınayken yapamadıklarını birlikte başarmanın hazzını tadar ve yaşam kalitelerini yükseltmek için daha kolay motive olurlar.

İlişkilerde en çok hangi hataları yapıyoruz?

Öncelikle iletişim kurmayı bilmiyoruz. Ben merkezli yaklaşıyoruz olaylara. İlişki öncesi bireysel yaşamımızdaki alışkanlıklarımızı değiştirmek istemiyoruz. Esnek değiliz. Biz olmayı bu yüzden başaramıyoruz.

Olduğumuz gibi davranmakta ya da partnerimizi olduğu gibi kabul etmekte zorlanıyoruz. Başkalarıyla kıyaslıyoruz veya kıyaslanıyoruz. Kırıldığımız zaman derdimizi anlatmak yerine sessiz kalmayı tercih ediyoruz.

Önceki ilişkilerimizin izlerini silmekte ihmalkâr davranıyoruz. Birbirimizin çevresine saygı göstermeyi beceremiyoruz. Duygusal şantaja başvuruyoruz.

Empati kurabilsek; partnerimizin de ilişki için fedakarlık yaptığını, eski alışkanlıklarını terk ettiğini görebilsek hatamızı fark edebiliriz belki. Hep kendi penceremizden bakmaya alıştığımız için "biz" olmakta zorlanıyoruz.

Hata yapan partnerimizin özür dilemesini bekliyoruz boşuna. Uzun sessizlikler, kaprisler gittikçe birbirimizden uzaklaşmamıza neden oluyor. Oysa onu affettiğimizi hissettirecek bir sözle yaklaşmayı denesek belki o anda sona erecek kırgınlığımız. İncir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden bitiveren evliliklerin sayısı hiç az değil.

Bir evliliğin olumsuz yöne doğru gittiğini gösteren sinyaller nelerdir?

Eşinizin gözünün içine bakmadığınızı ya da onun gözlerini sizden kaçırdığını fark ediyorsanız alarm çalmaya başlamıştır. Bu yazıyı okuyan evli bireyler bir an durup düşünsünler; en son ne zaman eşlerinin gözünün içine sevgiyle baktıklarını hatırlamaya çalışıp dürüstçe yanıtlasınlar. Sonuç pek iç açıcı olmayabilir.

Modern yaşamın hızına ayak uydurabilmek için koşturmaktan, trafikte zaman kaybetmekten, çocukların sorumluluklarını yerine getirmekten yorulup birbirimize sadece alışkanlıklarımız nedeniyle mekanik ilişkiler çerçevesinde yaklaşıyor olabiliriz.

Eşinin saçını kestirdiğini fark etmeyen, günlerce birbirinin yüzüne bakmayan evli çiftler var. Kötüye gidişin sinyalleri her yerde var ama görmek isterseniz görebilirsiniz.

Çocuk faktörü evliliği nasıl etkiler?

Ebeveynin bakış açısına, tutumuna göre olumlu ya da olumsuz yönde etkiler. Bir tarafın istemediği çocuk daha anne karnındayken bunu duyar ve hisseder. Sorumluluk eşlerden birine yüklenirse hayat kalitesi düşeceğinden çocuğuna da eşine yeterli ilgiyi gösteremeyecektir. Kendisini istemeyen anne ya da baba ile büyüyen çocuk hayat boyu güven sorunu yaşayacaktır.
Kötü giden bir evliliği toparlayabilmek için son çare olarak dünyaya getirilen çocuklar bazen boşanmayı engellese de içinde sevgi olmayan, şiddetin, huzursuzluğun baskın olduğu ailelerde büyümenin travmasını yaşarlar.

Eşlerin kritik eşik olan ilk yılı tamamlamadan çocuk sahibi olmayı düşünmemelerini tavsiye ediyorum. Anne baba olmak çok büyük bir sorumluluk. Çevreden gelen baskılara boyun eğmemeli, çocuğun sorumluluğunu üstlenebileceklerinden emin olduklarında, her ikisi de bunu istediğinde karar vermeleri en doğrusu.

Bir evliliğin olumsuz yöne doğru gittiğini fark eden eşler ne yapmalı?
Nedenine göre değişir. Tekdüzelik, sadakatsizlik, sorumlulukların adil dağılmaması ve sair nedenlerden kaynaklanabilir.

Bir taraf evliliği sürdürmek istiyorsa iletişim kurarak olumsuzluğun nedenlerini ve neler yapabileceklerini konuşabilecekleri bir ortam yaratmalı. Sorunu karşısındakinden önce kendisinde arama olgunluğuna sahip olabilirse, ilişkiye objektif bakabilirse, çözüm odaklı yaklaşabilirse kriz atlatılabilir. Konuşmak, yargılamamak, empati kurmak, sevgi ile yaklaşmak evliliğin devamını sağlayabilir.

Bir taraf sürekli ayrılmaktan, gitmekten bahsediyorsa muhtemelen diğerini kaybetme korkusu yaşamıyordur. Az da olsa kaybetme korkusu ilişkilerin can simidi olabilir. Neyi kaybedeceğini net olarak görebilen, fark edebilen eş kendine gelebilir.

Uzm.Psk. Gani Eser/

Doğurganlığı arttırmak için öneriler

Herkes belli bir yaşa geldiğinde, hayatta belli beklentileri gerçekleşince “çocuk sahibi” olmayı planlamaktadır. Kimisi için yakın zamanda, kimisi içinse yıllar sonra, ama her kadın için bebeğini kucağına almak vazgeçilmez bir içgüdüdür. Ancak günümüzde kadınlar artık daha geç çocuk sahibi olmak istediklerinden bazen hamile kalmakta zorluk çekebilirler. 

KadıköyŞifa Sağlık Grubu Tüp Bebek ekibinden Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu, hamile kalma sürecini kolaylaştırmak için önerileri sıraladı.

Kadınların iş hayatında aktif rol oynamaları ister istemez anne olma yaşını arttırmıştır. KadıköyŞifa Sağlık Grubu Tüp Bebek ekibinden, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu, geçmişte anneliğin en sık 20 - 25 yaş aralığında görüldüğünü, günümüzde ise anne olma yaşının yumurtlama kapasitesinin azaldığı ileri yaşlara kaydığını belirtiyor.

Özellikle 35 yaş sonrası doğurganlığın hızla düştüğü gerçeği göz önünde bulunduğunda, günümüzün modern kadınının, doğurganlık yıllarını uzatmanın yolunu araması kaçınılmazdır. İşte size Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu’ndan doğurganlığın arttırılması için 10 önemli hayat tarzı değişikliği önerisi:

Bir beslenme uzmanına görünün
Beslenmeniz hem sağlığınız, hem de doğurganlığınız için çok önemlidir. Bu nedenle yaşamınız için bir beslenme uzmanı edinmelisiniz. Beslenme uzmanınızın önereceği tetkikler ile beslenmenizin kalitesini arttırabilirsiniz. Vitamin ve mineral eksikliğiniz, size uygun bir beslenme programı hazırlanarak kapatılabilir. Diyetinize düzen kazandırdıktan yaklaşık dört ay sonra etkilerini fark edeceksiniz.

Vitamin ve mineral takviyesi yapın
Besinler içerdikleri vitamin ve mineraller sayesinde besleyicidirler. Günümüzde hazır gıdaların içerdiği katkı maddeleri nedeniyle besleyici özellikleri düşüktür. Mevsimine uygun meyve ve sebze tüketilmemesi durumunda beslenmenizi vitamin ve minerallerle takviye etmeniz gerekiyor. Eğer kendinize özel bir beslenme programı edinme şansınız yoksa, size küçük bir tüyo verelim: Günlük 1000 mg keten tohumu ya da yağı, 1000 mg C vitamini ve çinko alabilirsiniz. Basitçe hamileler için tasarlanmış bir multivitamin tablet almanız benzer etkiyi sağlayacaktır.

Beslenmenizden zararlı yağları uzaklaştırın
Vücudumuz bazı yağ asitlerine ihtiyaç duymaktadır. Mesela balıklarda ve cevizde bol miktarda bulunan omega3 yağ asidi başta sinir hücreleri olmak üzere birçok hücrenin temel yapı taşıdır. Buna karşın margarinlerde bulunan hidrojenli yağlar ve et - süt ürünlerinde bulunan doymuş yağlardan uzak durmak gerekmektedir.

Fazla zayıf veya şişman olmak doğurganlığı olumsuz etkiler

Vücut ağırlığınıza dikkat edin
Kadınların doğurganlığında vücut ağırlığı çok önemlidir. Doğurganlığın azaldığı belli bir vücut ağırlığı yoktur, hesap yapılırken boy da göz önünde tutulmalıdır. Vücut - kitle indeksinin 20 - 25 arasında olması doğurganlık için idealdir. Vücut - kitle indeks hesaplaması vücut ağırlığının boyun karesine bölünmesi ile hesaplanmaktadır. Hem aşırı zayıf olmak, hem de kilolu olmak yumurtlamayı olumsuz etkilemektedir.

Sigara içmekten vazgeçin
Sigara içmek sadece doğurganlığa değil genel sağlığa zararlıdır. Üreme sağlığı açısından sigara kadınlar için menopoz yaşının daha genç yıllara kaymasına, erkekler içinse sperm hareketliliğinin azalmasına neden olmaktadır. Sigaranın zararlı etkisi sadece nikotin değil içerdiği binlerce kimyasallar nedeniyle olmaktadır. Piyasada “light” şeklinde satışı yapılan sigaraların zararlı etkileri diğerlerine göre daha az değildir. Bu nedenle sigaranın az sayıda tüketilmesi ya da “light” tercih edilmesi doğurganlık üzerine olumsuz etkileri azaltmamaktadır.
Op. Dr. Furkan Kayabaşoğlu

Hamile kalmak için sigarayı bırakın, alkol ve kahveyi azaltın

Alkol ve kahveyi abartmayın
Bilimsel araştırmalarda, doğurganlık üzerine olumsuz etkileyen alkol ve kafein seviyesinin hangi sınırda olduğu üzerine fikir birliği mevcut değildir. Bu nedenle bu maddelerin sosyal hayatta tüketilmelerinin doğurganlığı olumsuz etkilemediği ancak bağımlılık seviyesinde tüketilmesinden uzak durulması önerilmektedir. Özellikle hamilelik planladığınızda alkol ve kahveyi biraz sınırlandırmak yerinde olacaktır.

Sık sık tatil yapın
Hamilelik sıklıkla tatilde oluşmaktadır. Bunun ilk nedeni çiftlerin tatilde günlük streslerden uzaklaşarak daha sık ilişkiye girmeleridir. Stres hem cinsel performansı azaltarak, hem de hormonal dengeyi olumsuz etkileyerek doğurganlığı azaltır. Yıl içinde kısa süreli de olsa sık sık tatile çıkarak hayatınızdaki streslerden uzaklaşmaya çalışın.

Cinsel ilişki kalitesini arttırın
Çok sık cinsel ilişkiye girmek de, çok seyrek ilişki de doğurganlığı azaltacaktır. En uygun olan cinsel performans haftada 2 - 4 arası cinsel ilişkide bulunmaktadır. Bu sıklıkta seks yapmak hem sperm sayısını ve hareketliliğini olumlu etkileyecektir, hem de yumurtlama zamanına denk gelerek hamilelik oluşumunu sağlayacaktır.

Sabırlı olun, acele etmeyin
Tüm bu beslenme ve hayat tarzınızdaki değişiklik uyguladıktan sonra hamile kalmak için acele etmeyin. Unutmayın ki her kadın ayda sadece bir gün yumurtlar ve sağlıklı çiftler için aylık hamile kalma oranı %20 civarındadır. Hayatınızdaki bu değişiklikler 3 - 4 ay içinde etkilerini göstermeye başlayacaktır.

Probiyotikler kış döneminde bağışıklık desteği sağlıyor


Kış mevsiminin gelmesiyle birlikte başta grip olmak üzere çeşitli enfeksiyonların artabileceğine dikkat çeken uzmanlar, bu hastalıkların önlenmesinde probiyotiklerin önemli olduğunu söyledi. 

Çocuk Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Raşit Yağcı, enfeksiyonların önlenmesinde ve bu hastalıklar nedeniyle sık sık antibiyotik alanlara bağırsak mikroflorasını düzenlemeye yardımcı probiyotik destekler verilmesini tavsiye etti.

Havaların soğumasıyla beraber günlük alışkanlıklarımız değişiyor; yaz mevsiminde daha çok parklarda ve bahçelerde geçirilen zamanlar kışın gelmesiyle beraber sinema, tiyatro, restoran ve alışveriş merkezleri gibi kapalı ortamlara taşınıyor. Çok sayıda kişinin bir araya geldiği kapalı alanlar ise başta grip olmak üzere bulaşıcı hastalık ve enfeksiyonlara zemin hazırlayabiliyor.

Kış mevsimiyle beraber değişen günlük alışkanlıkların başta çocuklar olmak üzere her yaştan kişiyi bulaşıcı hastalıklara daha yatkın hale getirebileceğine dikkat çeken uzmanlar, mevsim geçişlerinde bağışıklık sistemini güçlendirmek için probiyotik kullanımının önemine dikkat çekiyor.

Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hastalıkları Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Raşit Vural Yağcı, içinde bulunduğumuz mevsim geçişlerinde ve kış döneminde özellikle bulaşıcı hastalıkların önlenmesinde bağışıklık sistemini güçlendirmenin önemli olduğunu söyledi.

Kış döneminde kapalı mekanlarda geçirilen zamanların arttığına dikkat çeken Prof.Dr. Yağcı, "Havaların soğumasıyla beraber açık havada geçirilen zamanlar azalıyor, kış döneminde daha çok herkesin yoğun olarak gittiği kapalı mekanlar tercih ediliyor. Bu da başta grip olmak üzere bulaşıcı hastalıkların ve enfeksiyonların yayılmasında etkili oluyor. Bu dönemden en çok bebekler, çocuklar, yaşlılar ve kronik hastalığı olanlar olumsuz etkilenebiliyor." dedi.

Güzel havalar değerlendirilmeli

Mevsim geçişleri ve kış döneminin özellikle okula yeni başlayan çocuklar için mikrop ve bakterilerle tanışma dönemi olduğunu belirterek "Çocuklar bu dönemde başta grip olmak üzere çeşitli bulaşıcı enfeksiyonlara yakalanabilir. Bu nedenle hijyen kurallarına ve beslenmeye dikkat etmek gerekir. Çocuklarda el hijyenine dikkat edilmelidir, özellikle yemeklerden önce ve sonra el yıkama alışkanlığı kazandırılmalıdır. Meyve ve sebze ağırlıklı beslenmelerine özen gösterilmeli, bunların hazırlanması sırasında hijyen kurallarına uyulmalıdır. İyi havalar değerlendirilmeli, doğada ve parklarda daha fazla zaman geçirilmelidir" dedi.

Bu dönemde hastalıkları önlemenin ilk şartının bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi olduğunu belirten Prof.Dr. Raşit Vural Yağcı, bağışıklık sisteminin güçlenmesinde probiyotik beslenmenin önemine dikkat çekti. Prof.Dr. Yağcı, şunları söyledi:

"Tabiatın gösterdiği kurallara uymazsak alerjiler ve diğer hastalıklar artacak. Çocuğun özellikle normal doğumda tanıştığı bakteriler, bebeklikten itibaren çocuğun sağlığını da yönetir. Bu bakterileri ne kadar sağlıkla karşılar ve korursak o kadar sağlıklı kalırız. Çocuğun çok küçük yaşlardan itibaren fermente ürünlere alıştırılması gerekir. Çocukları doğru yiyeceklere alıştırır ve market ürünlerine girmezsek, her zaman doğru ürünleri tercih eder. İyi beyin gelişimi olduğu için zeka puanı yüksek olur. Fermente yani içine bakteri karıştırılan tüm ürünler iyidir. Bunlar, yoğurt, peynir, ev turşusu, şalgam ve boza fermente ürünlerdir ve çok iyidir. Bir beslenme destek ürünü olan probiyotikler de fermente ürünlere nazaran bağırsak mikroflorası için gerekli yüksek sayıda dost bakteri içeriği ile vitaminlerden daha kıymetlidir ve antibiyotik kullanımı, diyet değişikliği, enfeksiyonlar gibi dengenin bozulduğu durumlarda bağışıklığı güçlendirir, sindirim sistemini düzene sokarak ishal, kabızlık, gaz gibi sorunların giderilmesine yardımcı olur."

"Bağırsaklar, sağlığın kumanda odası ve ikinci beyindir"

Bağırsakların sağlığın kumanda odası olduğunu kaydeden Prof. Dr. Yağcı, bağırsakların aslında ikinci beyin olduğunu söyledi. Prof. Dr. Yağcı, hastalıkların tedavisinde kullanılan antibiyotiklerin de bağırsaktaki yararlı bakterileri de öldürdüğünü belirterek antibiyotik kullanımı ile birlikte mutlaka probiyotik takviyesi yapılması gerektiğini kaydetti. Prof.Dr. Yağcı, şöyle devam etti:

"Vücudumuzdaki bakteri topluluğunu korumak çok önemlidir. Beslenme destek ürünü probiyotik ilaçların kullanımından korkmamak gerekir. Çocuklara gereksiz yere antibiyotik vererek çocuğun mikrobiyotasında katliam yapılıyor. Çünkü antibiyotikler yararlı bakterileri de öldürüyor. Bu durumda sindirim düzenlemeye ve bağışıklık güçlendirmeye yardımcı probiyotiklerden destek almak faydalıdır. Antibiyotik kullananlar, bulaşıcı hastalıklara ya da enfeksiyonlara yakalanma riski taşıyanlar bu ürünlerden özellikle kış döneminde yararlanabilir. Probiyotikler, hayatın döngüsü içinde çok önemli bir yere sahiptir."

Sağlığınıza Sağlık Katacak 10 Güçlü Besin

Her sene farklı bir besinin mucize ilan edildiği şu günlerde, şehir efsanelerine kanmayıp bilimsel olarak olumlu etkileri kanıtlanmış besinlere beslenmenizde daha fazla yer yermek sağlığınızı olumlu etki sağlayabilir. 

Diyetisyen & Yaşam Koçu Gizem Şeber 10 güçlü besini sıralarken, ''Unutmayın mucize besin yoktur, besinler vücudunuzda sinerji içinde çalışır bu nedenle de denge ve çeşitlilik esastır'', diyor.

Avokado: İçerdiği sağlıklı yağlar kalp sağlığını destekliyor. Kan şekerini dengelemek, kansere karşı koruma sağlamak ve doku yenilenmesini hızlandırmak gibi olumlu etkileri olan avokado ile ilgili yapılan bilimsel çalışmalarda, tüketilen diğer besinlerin vücutta yararlılığını arttırdığı ve uzun süre tokluk sağlayarak daha az kalori almaya yardımcı olduğu da kanıtlanmıştır.

Elma: İçerdiği kateşin ve kuarsetin pigmentleri ile kalp sağlığını destekleyen ve kansere karşı koruma sağlayan yiyeceklerin başında gelmektedir. Yüksek lif içeriği ile sindirim sistemi sağlığını korur ve kabızlık probleminin aşılmasına yardımcı olur. Yararlı öğeleri iç kısmından daha çok kabuğuna yakın kısmında ve kabukta yer almaktadır.

Yaban mersini: En yüksek oranda antioksidan içeren meyveler listesinde ilk sıralarda yer alan yaban mersini, vücuttan toksinleri temizleyerek yaşlanmaya karşı etki gösterir. Tüm antioksidandan zengin yiyecekler gibi kansere yakalanma riskini azaltır ve kalp sağlığını destekler. İçerdiği antosiyaninler ile görme fonksiyonlarını ve mental işlevleri desteklediği düşünülmektedir. Bütün kronik hastalıkların ortaya çıkış nedenlerinden biri olan vücut iltihabının azalmasını sağlar.

Lahana: Brokoli, Brüksel lahanası ve lahana gibi indol içeren sebzelerin kansere karşı ciddi bir koruma sağladığı kanıtlanmış durumda. Yapılan bilimsel araştırmalar, haftada en az bir gün bu sebzelerden birini tüketen erkeklerde kolon kanseri riskinin %66 daha az olduğunu kanıtlamıştır. Aynı zamanda bu tür sebzelerin bağışıklık sistemini de güçlendirdiği düşünülmektedir.

Balık: Omega-3 yağ asitlerinin vücutta en kolay işlem göreni balıklarda bulunur. Omega-3 yağ asitlerinin kalp sağlığı açısından önemli olduğu ve kolesterol seviyelerini düşürdüğü uzun zamandır bilinse de, omega-3'ün bağışıklık sistemini güçlendirdiği ve eklem sağlığı açısından da önemli olduğu da tespit edilmiştir. Omega-3 yağ asitlerinin zayıflamaya yardımcı olduğu düşünülmektedir. Aynı zamanda yeterli omega-3 tüketen kişilerde depresyona yakalanma riski daha düşüktür.

Nar: Yeşil çaya göre üç kat daha fazla antioksidan içeren narın inme ve kalp krizine karşı koruma sağladığı düşünülüyor. Uzun süreli bilimsel çalışmalar da düzenli nar suyu tüketenlerde kolon kanserine yakalanma riskinin daha düşük olduğu belirlenmiştir.

Ananas: İçerdiği bromelin pigmentinin düzenli tüketimde selüliti azaltıcı etkisi olduğu düşünülüyor. Ödem söken etkisi ve yüksek lif içeriği ile kabızlığı azaltması sebebi ile zayıflamak isteyenlerin gözde meyvelerinden biri olan ananas aynı zamanda C vitamininden de zengin.

Probiyotik yoğurtlar: Probiyotikler sadece sindirim sistemi sağlığını düzeltmiyor. Bunun yanı sıra bağışıklık sistemini güçlendiriyor, kolesterolü düşürmeye yardımcı oluyor, kolon kanserine yakalanma riskini azaltıyor.

Mantar: Araştırmalar sonucunda özellikle tansiyon düşürücü etkisi olduğu sonucuna varılmıştır. Yine bazı mantar türlerinin kansere yakalanma riskini azalttığı biliniyor. Japon araştırmacıların elde ettikleri sonuçlara göre düzenli mantar tüketimi kan kolesterolünü %40'a kadar azaltabiliyor.

Sarımsak: Antiviral ve antibiyotik etkisi olan sarımsak Amerika Kanser Enstitüsü'nün kanserle savaşan en güçlü besinler listesinde yer alıyor. Günde 2-3 diş sarımsak tüketmenin kan kolesterolünü düşürücü etkisi olduğu belirlenmiştir. Pişirilerek tüketilen sarımsağın ise vücudu cıva ve kadmiyum gibi ağır metallerden arındırmaya yardımcı olduğu biliniyor.

 
Blogger Templates