Subscribe:

Ads 468x60px

Kadınların 3 yenilenme dönemi

Acıbadem Ankara Hastanesi Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Sarp Özcan, kadının 3 muhteşem yenilenme dönemini, benzer ve zorlu yanlarını anlattı.

Ergenlik, gebelik ve menopoz… Kadınların kendilerine ulaşmaları, bebeklerini kucaklarına alarak bir aile olmaları ve nihayetinde gerçek benlikleriyle tanışmalarını sağlayan 3 muhteşem dönem. Bu dönemler sağlık açısından kimi zaman beraberinde bazı zorlukları ve dikkate alınması gereken süreçleri de getirebiliyor. Bunun en önemli nedeni, bu 3 dönemin de hormon seviyelerini önemli ölçüde değiştirmesi.

Kadınların hayatın her döneminde enerjik olabilmelerinin temelinde de bu değişimler ve 'yenilenme' süreçleri yatıyor. Acıbadem Ankara Hastanesi Kadın Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Sarp Özcan, kadının 3 muhteşem yenilenme dönemini, benzer ve zorlu yanlarını anlattı.

Değişimin farkında olan çocuklar daha mutlu bir ergenlik geçiriyor
Genç kızlarda 9-13 yaş arası girilen ergenlik dönemi, beraberinde birçok fizyolojik değişikliği de getiriyor. İlk adet görme ile başlayan bu değişimler arasında en belirginleri; vücut hatlarındaki değişime, ciltte yağlanma artışı, akne oluşumu, kilo ve boy değişimleri olarak sayılabilir.

Ergenlik dönemi ile meydana gelen bu değişimlere hormonlar da eklendiğinde genç kızlar için zorlu bir dönem başlamış oluyor. Dış görünüşlerindeki devrime alışamayan genç kızlarda, bazen ciddi endişeler ve takıntılar gözleniyor. Aileleri tarafından bilinçlendirilen çocuklarda bu dönem daha sağlıklı bir psikoloji ile atlatılabiliyor. Değişim sürecinin farkında olan çocuklar, bu dönemde kendilerine yabancılaşmadan, yeni hallerini daha çabuk kabullenme eğiliminde oluyor.

Fiziksel takıntılar ergenlikte başlıyor
Özellikle kadınlarda görülen fiziksel takıntılar ergenlik döneminde başlıyor ve çocuklar bu dönemde kendileriyle barışık olmayı öğrenemedikleri takdirde bu takıntılar ömür boyu devam edebiliyor. Ergenlik döneminde yaşadıkları değişimler nedeniyle korku ve endişeye kapılan genç kızlar, psikolojik olarak sıkıntılı bir dönem geçiriyorlar. Bununla birlikte ergenlik döneminde aşırı kilo alma ya da ciltte akneler oluşması gibi çocuklar için endişe uyandırıcı belirtiler de meydana gelebiliyor. Ancak dikkat edildiğinde bu belirtilerin ergenlik sonuna kadar tamamen ortadan kalkabileceğinin bilinmesi gerekiyor. Bu dönemde ailelere düşen görev; çocuklarının aşırı kilo almasını veya hiç yemek yememeye meyilli olmasını engellemek. Hiç yememe, az yeme ya da aksine hızla kilo almanın sebep olabileceği hastalıklar konusunda ailelerin dikkatli ve kontrollü olmaları önemli.

Ergenlik reçetesi: spor ve sağlıklı beslenme
Ergenlik döneminde yapılacak en doğru seçim; sağlıklı bir beslenme programı belirlemek ve sporla tanışmak. İyi beslenen ve spor yapan gençler bu dönemi çok hafif ve rahat atlatıyorlar ve gelişimleri, vücut yapıları daha sağlıklı oluyor. İleri yıllarda ortaya çıkabilecek kansızlık, yüksek tansiyon ve diyabet gibi birçok hastalık da bu şekilde engellenebiliyor. Bununla birlikte sporla ve sağlıklı yaşamla tanışan gençlerin; özgüveni gelişiyor, kendileriyle barışık olabiliyorlar ve kendilerini daha mutlu ve enerjik hissediyorlar.

Ergenlik dönemindeki hormon değişimlerinin de körüklediği psikolojik etkilerin kalıcı olmasını ve içine kapanık bir karakter yapısı gelişmesini önlemek için, sağlıklı yaşam büyük ölçüde fayda sağlıyor. Ailelerin de bu dönemde yol gösterici, destekleyici olmaları; kırıcı davranışlardan, aşırı titiz, koruyucu ve ciddi eleştirel durumlardan uzak durmaları gerekiyor.

Hamilelikte 3 farklı duygu dönemi yaşanıyor
Gebelik dönemindeki hormon değişimlerini diğer dönemlerden ayıran en önemli özellik, değişimlerin çok hızlı ve ani başlaması. Östrojen, progenteron ve hcg hormonları çok yüksek seviyelere hızla ulaşıyor. Bu yükselmeler beraberinde fizyolojik ve psikolojik değişimleri de getiriyor. Gebeliğin başında görülen halsizlik, yorgunluk, isteksizlik sıkıntılara neden olabiliyor. İlk 3 aylık dönem geçtikten sonra, anne adayı yine hormonların etkisiyle psikolojik olarak olumlu değişimler yaşamaya başlıyor. Kendisini daha enerjik, daha pozitif duygular içerisinde buluyor. Son 3 aylık dönem ve doğum sonrasında ise artan bir unutkanlık durumuyla karşı karşıya kalabiliyor.

Annenin duygusal değişimi: Psikolojik mi, fizyolojik mi?
Annelik içgüdüsel bir duygu durumu olarak tanımlanabiliyor. Hormonlar, beyinde tüm bölgeleri etkiliyor ve doğumdan hemen sonra prolaktin ve oksitosin hormonun etkisi altında olan annenin bebeğine bağlanmasını sağlıyor. Bu çoğu kez ilk tensel temasla başlıyor. Bu güçlü bağın olması için doğum ekibi, bebeğin hemen anne ile temas etmesini sağlamaya özen gösteriyorlar.

Hamilelikte depresyona dikkat!
Hamilelik döneminde meydana gelen hormon değişikleri beraberinde depresyon riskini de arttırabiliyor. Bu dönemde kadınların sağlıklı bir psikolojik süreç geçirebilmeleri için gebelik öncesinden başlayarak sağlıklı bir yaşam disiplini kazanmış olmaları önemli. Öncesinde ve gebelikte düzenli ve kontrollü hafif egzersizler yapmak, sağlıklı ve dengeli beslenmek, uykuya önem vermek ve eş başta olmak üzere yakın çevreden destek almak depresyona karşı alınabilecek önemler arasında.

Özellikle eşlerin sevecen, anlayışlı, destekleyici yaklaşımı depresyonu engelliyor ya da daha sakin geçmesini sağlıyor. Eşlerin, anne adayının beslenme, uyku ve egzersiz düzenini de takip etmesi ve yardımcı olması önemli. Tüm önlemlere rağmen meydana gelen ve uzun süre geçmeyen depresyon durumunda uzman desteği almak gerekebiliyor.

Doğum öncesi motivasyon önemli
Anne adayı için bilinmezlikler içeren doğum anı, bazı durumlarda gebeler için gereğinden fazla panik nedeni haline gelebiliyor. Özellikle doğumun yaklaştığı dönemlerde hekimin anne adayına doğru ve rahatlatıcı bilgileri tekrar tekrar anlatması önemli. Bu yaklaşımla anne adayı, doğum konusunda daha bilgili hale geliyor ve motivasyonu artıyor. Gebelik motivasyonunda çok önemli bir rol oynayan baba adaylarının bu dönemde, kendi psikolojilerine de dikkat etmesi gerekiyor.

Baba adayları, eşlerinin hamileliğinde çok değişik duygu durumları yaşayabiliyor. Baba olma duygusu, artan sorumluluk hissi, yeni bir yaşam biçimine adaptasyon çabası; beraberinde stres ve panik duygularını getirebiliyor. Bu dönemde eşlerin birbirine destek olması, ortak payda ve zamanlarını arttırmaları ve güç birliği yapmaları iki taraf için de mutlu bir hamilelik döneminin kaynağı olabiliyor.

Menopoz hayatın 3'de 1'ini oluşturuyor
Birçok kadın menopoz dönemine sonun başlangıcı olarak bakıyor ancak menopoz, kadın hayatının en az üçte birlik bir süresinin geçeceği önemli bir dönem. Fizyolojik değişikliklerinin yol açtığı farklı belirtiler ve korkular ortaya çıkabiliyor. Yaşlanma duysu, sağlığı kaybetme endişesi gibi birçok olumsuz duygu yaşanabiliyor. Azalan östrojen nedeniyle değişik derecelerde ateş basmaları, terlemeler, ani sıkıntı hisleri, cinsel istekte azalma, uykusuzluk, kemik gücünde azalma gibi değişiklikler ortaya çıkabiliyor. Bu belirtilerin üstesinden gelmek ve gerekli hormon düzenlemelerini gerçekleştirmek için, bir uzmandan destek almak çok önemli.

Menopoz dönemindeki eşe hastaymış gibi davranmak yanlış
Şüphesiz ki, menopoz dönemi kadınlar için gerek fiziksel gerekse psikolojik olarak zorlu bir süreç. Bu süreçte de eşlerine düşen görevler bulunuyor. Ancak menopoz bir hastalık değil. Bu nedenle erkeklerin eşlerine sanki hastalarmış gibi yaklaşması kadının kendini daha da yetersiz hissetmesine ve değişimleri daha zor kabullenmesine neden olabiliyor. İlgili, şefkatli, sevgili olmanın yanında destekleyici olmak ve eşlerini anlamaya çalışmak bu dönem için faydalı adımlar.

Olumsuz etkiler zamanla kayboluyor
Menopoz, perimenopoz adı verilen bir geçiş sürecinden sonra başlıyor. Kimi zaman ani kimi zaman daha yavaş gelişen bu geçiş dönemi, şikayetleri beraberinde getiriyor. Genellikle ilk birkaç yıl şikayetler yoğun olarak hissediliyor ve sonrasında azalmaya başlıyor. Bu dönemde hormon tedavisi ile birlikte sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz olumlu etkiler sağlıyor.

'Kısırlık erkeklerde artış eğiliminde'

Medicana International Ankara Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Sorumlusu Op. Dr. Özgün: "Eskiden kısırlık oranlarında kadın ve erkek payı yaklaşık yarı yarıyaydı, şimdi vakaların 3'te 2'si erkek."

Medicana International Ankara Hastanesi Tüp Bebek Merkezi Sorumlusu Op. Dr. Osman Denizhan Özgün, son yıllarda erkeklerin kısırlık oranında artış olduğuna işaret ederek, "Eskiden kadın ve erkek oranı yaklaşık yarı yarıyaydı, şimdi vakaların 3'te 2'si erkek, 3'te 1'i kadın oldu" dedi.

Hastane tarafından düzenlenen Bahar Buluşmasında, Tüp Bebek Merkezi ekibi ile bu yolla çocuk sahibi olan aileler buluştu. Tedavi sürecine ilişkin deneyimlerini konuklarla paylaşan aileler, çocuk özlemlerinin sonlanmasında tercih edilen tıp ekibinin yanında sabır ve ısrarın önemli faktörler olduğunu anlattı.

Bebeklerinin ilk kalp atışını duydukları andaki heyecanı dile getiren aileler, umutları taze tutmanın tedavi süreci boyunca pozitif etki yarattığını vurguladı. Bazı aileler ise çocuklarını kucaklamış olmayı "mucize" olarak nitelendirdi.

Kısırlık, 2050'de çiftlerin %70'inin sorunu olabilir

Hastanenin Tüp Bebek Merkezinin Sorumlu Hekimi Op. Dr. Osman Denizhan Özgün, yaptığı açıklamada, özellikle son 20-30 yıldır sanayi toplumunun getirdiği bir bedelle karşı karşıya olunduğunu ve erkeklerde kısırlık oranının arttığını söyledi. Özgün, şöyle konuştu:
"Dünyada yapılan araştırmalara göre yaklaşık 30 bine yakın toksik madde var. Yediğimiz, içtiğimiz, soluduğumuz, giydiğimiz, tükettiğimiz bir çok şeyde bir sürü toksik madde var. Bunlar kısırlık vakalarını erkeklerde çok fazla artırdı. Hatta 2050 yılında çiftlerin yaklaşık yüzde 70'inin kısırlıkla ilgili problemi olacağı söyleniyor. Bu oran artmaya da başladı. Özellikle erkekler bu işte en fazla mağdur olanlar. Onun için mutlaka evlilikten sonra çocuk yapmayı düşünseler de düşünmeseler de mutlaka tüp merkezlerine gelerek spermleriyle, kişinin muayenesiyle basit bir inceleme yaparak bir karar verilmesi gerekiyor. Çünkü hiç ummadığımız bir anda böyle bir problemle karşı karşıya kalabiliriz."

Tüp bebeğin günümüzde çok fazla yaşamın içerisine girdiğini ifade eden Özgün, bu yöntemin çok olağan ve kolay bir hal aldığını belirtti. Özgün, "İnsanların da artık eski tepkileri yok. Çünkü biz aslında zaten doğal bir şey yapıyoruz. Spermle yumurtanın buluşmasına laboratuvar ortamında yardımcı oluyoruz. Onun için bu tip yöntemlere başvurmakta hiç bir tereddüt yaşanmamalı" dedi.

Tedavi sürecinde bunlara dikkat...
Tedavi sürecinde dikkat edilmesi gerekenlere ilişkin de bilgiler veren Op. Dr. Özgün, "Tedavi süreci, zaman açısından baktığımızda, eskiye göre biraz daha kısaldı. Eskiden 1,5 ay civarında süren tedavi süreci, şimdi 2 hafta içerisinde tamamlanabiliyor. Tedavide zaman içerisinde ortaya çıkan yenilikler tedavi süresinin de kısalmasını sağladı. Çiftlerin sigara, alkol gibi tedaviyi direkt etkileyen şeylerden uzak durmalarında fayda var. Bunun dışında başvuracakların merkezin direktifleriyle bu süreci kısa sürede atlatmaları mümkün" değerlendirmesinde bulundu.

Besin Alerjisi, Solunum Yolu Alerjisini Tetikliyor

Dünyada alerjik hastalıkların başında besin alerjileri geliyor. Besin alerjileri, solunum yolu alerjilerini tetikliyor ve her 13 çocuktan birinde görülüyor.

Besin Alerjileri ve Anafilaksi Networku, bugün ki adıyla Food Allergy Research and Education, Mayıs ayı boyunca, halkı besin alerjileri ve özellikleri hakkında bilgilendiriyor.

Besin alerjisinin önemine dikkat çeken, Alerji ve İmmünoloji Uzmanı Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony, Avrupa'da en önemli iş günü kaybı sebebi olan, çok tehlikeli sonuçlar doğuran astım gibi solunum yolu alerjilerinin temelinde besin alerjisi bulunduğunu söyledi. Özellikle çocuklarda, temelinde besin alerjisi olan alerjik nezlenin; okul günü kayıplarına yol açtığını, günlük fiziksel ve sosyal aktivitelere katılımı engellediğini sözlerine ekledi.

İnsanın hayatı boyunca karşılaştığı, bütün besinlerin alerji yapma potansiyeli olduğunu, en çok besin alerjisi yapan gıdaların başında süt, yumurta, buğday, deniz ürünleri, fındık fıstık gibi çerezlerin ve deniz ürünlerinin bulunduğunu belirtti. Doç. Dr. Akgül Akpınarlı besin alerjileri farkındalık ayı kapsamında şöyle konuştu: "Besin alerjileri genellikle erken çocukluk döneminde, başlama eğilimindedir, fakat anne karnında başlayabileceği gibi erişkin yaşlarda ya da yaşlılıkta da ortaya çıkabilmektedir. Çocuklukta başlayan besin alerjileri genelde %80-90 geçer, %10-20 besin alerjileri ömür boyu devam edebilir. Besin alerjileri bazen hafif alerjik bulgular ile kendini gösterirken bazen de hayati tehdit eden, ANAFILAKSI denilen, aniden gelişen bütün vücut fonksiyonlarının durduğu şok seklinde kendini gösterebilir. Besin alerjilerinin bulguları tutulan organa göre değişir. Besin alerjilerini vücutta tutmadığı organ ya da sistem yoktur. Besin alerjileri ile ilgili en tipik beklenti ciltte kaşıntı, kızarıklık ya da döküntü yapmasıdır. Oysa besin alerjileri bu bulgular dışında birçok organı da tutabilir."

Doç. Dr. Akgül Akpınarlı Antony besin alerjilerinin, ciltte: hassasiyet, kuruluk, kaşıntı, kızarıklık döküntü, ürtiker ya da kurdeşen denilen lezyonlar ve çocukluk çağı egzaması denilen "atomik dermatit'' yapabileceğine dikkat çekti. Doç. Dr. Antony; "Alerjiler burunda: kaşıntı, akıntı, tıkanıklık, hapşırma ve arkaya akıntı yani geniz akıntısıyla, kokulara karşı aşırı hassasiyet ya da koku alamama, gözlerde: kaşıntı, kızarıklık sulanma, geniz eti ve bademcik büyümesi, geçmeyen ve sık tekrar eden kulak yolu enfeksiyonları ve kulakta: su toplaması, geçmeyen veya sık tekrar eden sinüzitler, hava yollarını tutması nedeniyle sık tekrar eden Krup dediğimiz, genelde aniden sabaha karşı ortaya çıkan gürültülü havlar tarzda öksürükler olarak kendini gösterir.

Bronşlarımızı tutması nedeniyle sık sık ortaya çıkan öksürük, hırıltı ve nefes darlığıyla giden alerjik bronşit ve Astım, sindirim sistemimizi tuttuğunda karın ağrısı, bulantı, kusma, ishal, kabızlık ve reflü gelir. Bunların yanı sıra bazen spesifik olarak tek bir organı tutmamakla birlikte genel bir halsizlik,
iştahsızlık, büyüme geriliği, kansızlık, çok sık hasta olma, durumlarıyla da karşımıza çıkabilir" dedi.

En çok dikkat edilmesi gerek durumun, besin alerjisine bağlı gelişebilen anafileksi olduğuna vurgu yaparak, besin alerjisi teşhisinin hastanın öyküsüne, fiziki muayyenine, bulgularına, alerjik deri testlerine ve kanda spesifik olarak bakılan IgE ile konulabildiğine değindi. Tedavide alerjik olunan besin ve o besinin türevlerinin diyetten çıkarılması gerektiğini belirtti.

 
Blogger Templates